Yeni vezir parmağını dudağına götürdü, güldü, şöyle dedi: “Eski vezir benim hakkımda ne söylese taaccüb edilemez. Beni kendi yerinde gören bir hasut, benim fenalığımdan başka ne söyler? Efendim beni ona tercih edince tabiidir ki o benim düşmanım olmuştur. O beni kıyamete kadar sevemez. Nasıl sevebilir ki; ben aziz oldukça o zelil yaşayacaktır. Padişahım, eğer bendenizi dinlerseniz temsil tarikiyle bir hikâye arz edeyim. Bilmem hangi kitapta gördüm. Birisi şeytanı rüyasında görmüş. Bakmış ki selvi gibi boyu, huri gibi çehresi var. Yüzü güneş gibi ziya saçıyor. Yanına gitmiş, demiş: ‘Bu ne hâl, melek bile bu kadar güzel olamaz. Mehtap kadar güzel bir yüzün varken niçin dünyada çirkinlikle dillere düşmüşsün? Herkes seni korkunç sanır. Hamam kapılarında seni çirkin bir surette resmederler. Hatta sarayın nakkaşı, saray divanhanesinde seni asık, ekşi, iğrenç bir surette nakşetmiştir.’
Bu sözleri işitince bedbaht şeytan inlemiş, feryat etmiş, şöyle demiş: ‘Hey âdemoğlu, benim için yapılan resimler, benim hakiki resmim değildir. Ben hakikatte gördüğün gibi güzelim. Fakat ne çare ki kalem düşman elindedir. İnsanların beni çirkin resmetmelerine gelince, ben onların büyük ataları olan Âdem’i cennetten attırdım. Onların bana hınçları var. Onun için beni böyle resmederler.”
İşte padişahım, ben temizim, masumum; ne çare ki beni kıskanan, bir maksadı mahsus ile beni kötü bildirmiştir. Benim mansıbım onun şerefini ihlal edince onun mekrinden yüz fersahlık yere kaçmam lazımdır.
“Padişahım, ben şu dakikada sizin gazabınızdan korkuyorum ama bîgünah olduğum için cesaretle söz söylüyorum. Çarşı ağası, çarşıyı dolaşırken okkası dirhemi eksik olan korkar. Kalemimden çıkan söz doğru olunca kusur bulmak için cihan toplansa umurumda olmaz.”
Padişah yeni vezirin cesaretli sözlerine şaştı ve onu bir el işaretiyle susturarak: “Ne suçlular var ki riya ile, hilekârlık ile yaptığı suçtan kendisini kurtarmaya çalışır. Sana isnat edilen hıyanet cürmünü yalnız düşmanından işitmekle kalmadım, ben de gözümle gördüm. Sarayımda bu kadar insan varken, hiçbirine bakmıyor, yalnız kölelerime bakıyorsun.” dedi.
Vezir güldü, şöyle dedi: “Söylediğiniz söz doğrudur ve doğruyu gizlememelidir. Ben o kölelere ara sıra bakıyorum, bunu inkâr edemem. Bu işte, ince bir nokta var. Müsaadenizle o noktayı arz edeyim: Padişahımızca malumdur ki zavallı bir fakir bir zengini görünce bakar, içini çeker. İşte ben o fakire benzerim, köle de o zengine benzer. Padişahım, vaktiyle ben de genç idim. Ne çare ki gençliğin kıymetini bilmedim. Gençliğimi boş yere geçirdim. Gençliğime olan hasretimden dolayı durmadan ona bakıyorum, bakmaktan kendimi alamıyorum. Ben bugün gençliğimi kaybetmişim. O ise gençliğe, güzelliğe tamamen malik ve sahip bulunuyor. Ben bakmayayım da kim baksın? Vaktiyle benim de gül gibi çehrem vardı. Güzellikte vücudum billur gibi idi. Benim de onunki gibi gece renkli kıvırcık saçlarım vardı. Giyindiğim kaftan vücudumun nazikliğinden utanır, buruşurdu.
Şimdi pir oldum, saçlarım ağardı, pamuk oldu. Vücudum kurudu, iğ oldu. Artık bu vücuda bir kefen dokumak lazımdır. Vaktiyle ağzımda iki sıra inci vardı. Bu dişler gümüş tuğladan yapılmış bir duvar gibi duruyordu. Birisi kalmadı, birer birer döküldü. Şimdi eski bir kale duvarına benziyor.
Şu hâlde bu güzel gençlere nasıl bakmayayım? Onlara bakıp telef olan ömrümü anıyorum.
Yazıklar olsun, değerli günler geçti, gitti. Bu ömür de bir gün ansızın sona erecektir.”
O âlim yeni vezirin güzel sözlerini padişah beğendi. Erkânı devlete hitap ile şöyle dedi: “Bundan daha güzel söz söylemek muhaldir; bundan daha tatlı lafız, bundan daha değerli mana aramayın. Güzel civanlara, böyle özür beyan edecek kimseler baksınlar. Başkaları için bakmak doğru değildir.”
Sonra padişah döndü, yeni vezire şöyle dedi: “Eğer akilane hareket etmeseydim; hasımın sözleriyle seni incitecektim. Acele ederek kılıca el atan adam, sonra pişman olarak elinin arkasını dişleriyle ısırıp durur.
Sakının, garazkâr kimselerden söz dinlemeyin; çünkü onun sözüyle iş yaparsan pişman olursun.”
Neticede padişah yeni vezirin mansıbını, şerefini, malını artırarak onu taltif etti. Fena söyleyenler sayesinde padişahın adı iyilik ile ülkesinde yayıldı. Adaletle, keremle yıllarca saltanat sürdü; nihayet o da göçtü. Fakat dillerde iyi adı kaldı.
Böyle dindar padişahlar din gücü ile devlet topunu çelmiş olurlar. Bugün öyle padişahlardan kimse yoktur. Varsa ancak Ebû Bekir Bin Sad hazretleridir; ondan başka yoktur.
Padişahım, sen bir cennetlik ağaçsın. Gölgen bir yıllık yola kadar yayılmıştır. Talihim uğurlu olsun da başıma Hüma kuşunun gölgesi düşsün diye arzu ederim. Bu arzuma vâkıf olan akıl karşıma çıktı, bana şöyle dedi: İnsana devleti, hüma kuşu vermez. İkbal, devlet istiyorsan bu padişahın gölgesine gel.
Allah’ım, sen bize acımışsın da halkın üzerine bu gölgeyi sen yaymışsın.
Bu devlete köle gibi duacıyım. Ya Rabbi, bu gölgeyi ebedî kıl.
Zayıflara Merhamet Hakkında
Şerî şerîfin hükmü olmadıkça su içmek caiz olmaz. Fakat fetvayı şerif olunca kan dökmek caizdir. Böyle değil mi?
Bir kimsenin katline şeri şerîf fetva verince, onu katletmekten hiç korkma. Şu kadar var ki, eğer onun çoluğu çocuğu varsa onu öldürme, çoluğuna çocuğuna bağışla. Onlara rahat eriştir; çünkü suç, o haksızlık eden adamındır. Biçare kadınların, çocukların ne günahı var?
Ne kadar kuvvetli olsan, askerin de çok olsa, durup dururken düşman iklimine asker çekme. Çünkü o senin düşmanın olan hükümdar, müstahkem bir kaleye kaçar. Ona mukabil, günahı, kabahati olmayan iklime zarar erişir.
Hapishanede bulunanları sık sık teftiş et. Aralarında suçsuz kimselerin bulunması da mümkündür.
Memleketinde bir tacir öldüğü zaman malına el sürme. Böyle mala el sürmek, alçaklıktır. Hem de ölen tacirin malını zapt edecek olursan memleketimizde akrabası: “Zavallı adam gurbet elde öldü. Bıraktığı malı zalim padişah zapt etti.” diye ağlar, inlerler.
Yetimlerin ağlamasından, dertli gönlün ahından sakın.
Kötülük yapma, iyi adını kötüye çevirme. Nice elli yılda hasıl olan iyi adı, bir çirkin hareket mahveder.
İyilikle ebedî nam bırakan değerli insanlar, halkın malına el uzatmamışlardır.
Dünya padişahı da olsa, bir zenginden para, mal aldı mı, o padişah değil dilencidir.
Hür ve asil insan zaruretten ölür, bir âcizin malına tenezzül ederek onunla karnını doyurmaz.
Ahaliye Şefkat Hakkında Hikâye
İşittim СКАЧАТЬ