Bostan. Şeyh Sadi Şirazi
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bostan - Şeyh Sadi Şirazi страница 5

Название: Bostan

Автор: Şeyh Sadi Şirazi

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-08-2

isbn:

СКАЧАТЬ Padişahından hoşnut olmayan asker, memleketin hududunu muhafaza etmez.

      Düşman (hırsız), köylünün eşeğini alır götürürse padişah ne hakla aşar vergisi alabilir?

      Düşman, köylünün eşeğini; padişah da haraç diyerek parasını alırsa, o taht, o taç nasıl yükselir?

      Düşkünlere zorbalık etmek, mürüvvete münafidir. Karıncanın elinden taneyi kapan kuş, alçaktır.

      Ahali ağaç gibidir. Beslersen, iyi tımar edersen, istediğin kadar meyve alabilirsin. Sakın zalimlik edip de ağacı kökünden çıkarma. Çünkü zararına mucip olur. Kendi zararına iş gören kimse ise ahmaktır.

      Hâkimiyeti altında bulunanları incitmeyen insanlardır ki, gençlikten, talihten müstefit olurlar. Zulüm gören ahalinin inleyerek ettiği bedduadan kork. Bir ili, bir memleketi yumuşaklık ile tutmak, almak mümkün ise kimsenin burnunu kanatmamaya çalış. Erlik hakkı için, yeryüzünün baştan başa saltanatı, yere damlayan bir damla kana değmez.”

      Hikâye

      İşittim ki, güzel huylu Cemşit, bir çeşme başının üstüne şunu yazdırmış: Bizim gibi nice kimseler, bu çeşme başında oturmuş, din lenmiş; sonra gözlerini kapayarak gitmişler. Mertlikle, kuvvetleriyle dünyayı tuttular. Fakat aldıkları yerleri mezara beraber götüremediler. Süleyman Aleyhisselamın tahtı akşam, sabah rüzgârlar tarafından sevk edilmez miydi? Nihayet görmedin mi ki, o taht rüzgâr gibi uçtu gitti. Asıl bahtiyar insan, ilim ve adalet ile şöhret kazanan kimsedir. Her gelen, gider. Ne ekti ise onu biçer. İnsana iyi, kötü addan başka bir şey kalmaz. Düşmana galip geldiğin zaman canına kıyma; ona, mağlubiyet acısı kâfidir. Düşmanının, etrafında minnetle pervane gibi dolaşması, eteğini onun kanına bulaştırmaktan daha iyidir.

      Padişahların Dostlarını, Düşmanlarını Tanımaları Hakkında

      İşittim ki, asil Dârâ bir av eğlencesi esnasında askerlerinden uzak düşmüş. O sırada bir at çobanı, Dârâ’ya doğru koşarak gelmeye başlamış. Dârâ, tanımadığı bu adamın kendine doğru gelmekte olduğunu görünce içine şüphe girmiş ve kendi kendine: “Bu bir düşman olsa gerektir. Şunu yanıma yaklaştırmayayım, oklayayım, olduğu yerde dikilikalsın.” demiş. Keylere mahsus yayını kurup nişan almış, bir vuruşta o gelen kimseyi yok etmek istemiş…

      Dârâ’nın yayını kurduğunu, okunu atmaya hazırlandığını gören çoban: “Ey İran’ın şahı, zamanın fena gözü senden uzak olsun, düşman değilim. Bana kıyma, ben şahımın atlarını besliyorum. Bu iş için şu çayırda bulunuyorum.” diye haykırmış.

      Çobanın haykırması üzerine Dârâ müsterih olmuş ve gülerek: “Hey düşüncesiz adam, sana bir mübarek melek yardım etti. Yoksa yayı kurmuştum. Öldüğün gün idi.” demiş.

      Çoban gülmüş ve şöyle cevap vermiş: “İnsan iyiliğini gördüğü insanlara, doğru yolu göstermek mecburiyetindedir. Haddim olmayarak nasihat olmak üzere söylüyorum. Bir padişahın dostunu düşmanından ayırt edememesi, o padişah için iyi bir şey değildir. Büyükler öyle yaşamalıdırlar ki her küçüğün kim olduğunu bilmelidirler. Sen beni sarayda kaç kere görmüş, atlardan, otlaklardan sormuştun. Şimdi huzurunuza muhabbet ve hürmetimi arz için geliyorum. Yine de beni düşmandan fark edemediniz. Hâlbuki ben çoban kulunuz, istenilen bir atı yüz bin atın içinden derhâl bulup çıkarırım. Demek ki çobanlığım akıl ve fikir iledir. Sen de benim gibi ol, sürünü, atını muhafaza buyur.”

      Dârâ, çobandan bu nasihati dinlemiş ve onu taltif etmiş; kendi kendinden de utanmış ve bu nasihati, insan, kalbine yazmalı, demiş. Bir ülkede padişahın tedbiri çobanlardan aşağı olursa o ülkenin mahvü perişan olmasından korkulur.

      Padişahlara Ahalinin Hâllerine Vâkıf Olmanın Lüzumu

      Padişahım, sen adalet isteyenlerin iniltisini nasıl duyabilirsin ki, karyolanın cibinliği Zühal yıldızına bitişiktir.

      Öyle uyu ki, adalet isteyen birisi kapına gelecek olursa feryadını işitebilesin. Zamanında birisi gelir de bir zalimden şikâyet ederse, bilmiş ol ki o şikâyet, senden sanadır. Çünkü onun zulmü senin zulmün demektir. Köpek, yolcunun eteğini paraladığı zaman; eteği paralayan köpek değil, belki öyle bir köpeği besleyen nadan kimsedir.

      Sadi, sen söz söylemede cesursun. Kılıç elinde iken çal. Adalet iklimini aç, adalet etmeyenleri adalete çağır.

      Sadi, bildiğini söyle, zira hak söz söylenmelidir. Sen ne rüşvet kabul edersin ne de dalkavuksun.

      Sadi, bir kimseden bir şey çekmek fikrinde isen kitabında hikmete, hakikate yer verme; değil isen ne istersen söyle.

      Hikâye

      Irak’ta cebbar bir padişah, sarayının kemeri altında bir fakirin şöyle dediğini duydu: Padişahım, sen de bir kapıya ümit bağlamışsın. O hâlde kapıda bekleyenlerin muratlarını yerine getir. Gönlünün dertli olmasını istemezsen dertlilerin gönüllerini ıstıraptan kurtar. Adalet isteyen mazlumların gönüllerinin perişan olması; padişahı memleketten attırır, tahtından indirir. Sen öğleye kadar serin sarayında uyu; zavallı garip, güneşin altında, sıcakta kavrulsun. Bu olur mu? Padişahtan adalet istemeye cesaret edemeyen insanın hakkını yarın kıyamet gününde Cenabıhak alacaktır.

      Eski Padişahların Ahaliye Şefkatleri

      Akıl ve irfan sahibi büyüklerden biri, Ömer bin Abdülaziz’e dair bir hikâye nakletmiştir. Hikâye şudur: Ömer’in parmağında, bir yüzük taşı vardı ki cevahirciler ona kıymet takdirinde âciz kalmışlardır. O dünyayı aydınlatan yıldızı, geceleyin görsen gündüz aydınlığından yapılmış bir inci zannedersin.

      Bir sene kuraklık oldu. İnsanların bedir gibi yüzleri hilale döndü. Ömer, insanlarda rahat, kuvvet kalmadığını görünce, kendisinin rahat içinde olmasını, mürüvvete münafi gördü. Evet, halkın ağzında zehir gören bir insanın boğazından nasıl tatlı su geçer?

      Ömer gariplere, yetimlere acıdı. O, yüzüğü gümüş para karşılığında sattırdı; parasını fakirlere, muhtaçlara verdiler. O para onları bir hafta idare etti.

      Yüzüğün satıldığını duyanlar, Ömer’e: “Böyle bir şey bir daha ele geçmez. Niçin sattırdın?” diye itirazda bulundular.

      İşittim ki, Ömer ağlamış ve gözyaşları, balmumu gibi sararmış yanağından aşağı akarken şöyle demiş: “Fakrüzaruret ile bir şehrin gönlü yaralı iken, padişahın süs hevesinde olması çirkin bir şeydir. Ben taşsız bir yüzük taksam olur; fakat halkın gönlünün mağmum, mahzun olması münasip değildir.”

      Erlerin, kadınların rahatını kendi rahatına tercih eden kimseye ne mutluluk ne saadet…

      Vicdanlı insanlar, başkalarını kederlendirerek elde edilen zevke rağbet etmezler.

      Padişah tahtında rahat uyursa fakirin rahat uyuyacağını aklım kesemez. Bilakis, padişah geceleri uyanık kalırsa, halk rahat ile, safa ile uyur.

      Cenabıhakk’a СКАЧАТЬ