Seyahati şöyle başladı. Birkaç gün önce onu, Petersburg Müslümanlarının şehir idaresinde düzenlenecek toplantısına çağırdılar. O, buraya geldiğinde kürsüde Nur Gazetesi yazarı Kebir Bekir, Balkan savaşında yenilgiye uğrayan Türk Müslümanlarına yardım etmek için gençlik grubu oluşturma zarureti hakkında hararetli hararetli konuşuyordu.
Elbette Ümmü Gülsüm, Balkan Savaşlarından haberdardı. Balkan savaşının başlamasıyla: “Hıristiyanlara Yardım için” diye burada “halk milisleri” toplanmaya başlamıştı. Gerçekte ise bu, Rus askerlerini Türkiye’ye sokmanın bir yoluydu. Balkan yarımadası her zaman böyle Osmanlı Türkiye ile Rus emperyalizmi arasında savaş ve çekişmeye neden olmuştur. Bununla ilgili tüm gazeteler kendi taraflarından bakarak tehlike çanlarını çaldılar. İşte “Yalt Yult”un 13 Ekim sayısındaki karikatürün altında “Balkan’da” diye isimlendirilmiş ve şu sözler yazılmıştı:
Korkmuyorum, hatta sallanmıyor bile fes püskülü;
Al, gerekiyorsa, dördüne dört yumruğum!
Kız o satırları okuyunca: “Tukay!” demişti. Nedense aklına yeniden Tukay gelecek oldu, hatta sitemli sözlerine kadar yankılanır gibi oldu.
Kebir Bekir’in son cümlesi ise onu yere serdi:
– Hemşireleri de bu kutsal davaya çekebilsek, Türk kardeşlerimizi çok sevindirirdik, deyip etkilenip salona göz attı ve bakışları Ümmü Gülsüm’de durakladı.
Sonra birbiri ardına III. Devlet Duma’sının Müslüman Grubu milletvekilleri konuşmalar yaptılar. Onlar da bu kutsal iş ve eylemleri, canı gönülden desteklediklerini bildirdiler. Konuşmalar tamamlanınca Türk kardeşler için yardım toplandı.
Kebir Bekir’in “‘Kızıl Haç cemiyetinin yaralı askerlere yardıma gelmeleri gerekli” sözlerini daima tekrarlamasında kendine has bir hususiyet vardı. İstanbul adındaki rüya şehri görmek, oradaki aydınlar ile görüşüp tanışmak onun en mukaddes dileğiydi ve onu hayata geçirmek için fırsat da çıktı. Tatarların cesur gençlerini, özellikle de soylu, yardımsever, Avrupaî tarzda eğitim görmüş, aydın hemşirelerini Türklere tanıtma fikri tamamen olgunlaşmıştı. O yine kürsüye çıktı ve bu kez kendisi ile üç delikanlının Balkan Savaşına gitmeye hazır olduğunu haber verdi.
Tukay’ı Musa Bigiyev’lerden izinsiz götürdüğü için Ümmü Gülsüm, bu delikanlıdan pek hoşlanmasa da o anlarda kendisini onun yanında hissetti. Sanki görünmez bir güç onu yerinden kaldırıp kürsüye doğru ittirdi. Bu sevimli, mağrur sıfatı, güzel boyu posu görünce salon bir anda sessizleşti.
– Ben Ümmü Gülsüm Kamalova. Bundan iki ay önce “Tsarskoye Selo” Hastanesinde iki aylık hemşirelik kursunu tamamladım. Türkçeyle de biraz anlaşabiliyorum. Beni de gidecekler grubuna yazınız, dedi yankılı ve kendinden emin bir sesle.
Salon, kızı alkışa boğdu. Bazıları hayranlıktan “ah” etti, bazılarının kalbi “patlayacak” gibi acıdı. Ümmü Gülsüm, yerine tekrar döndüğünde, ikinci sırada oturan eniştesi Musa Bigiyev’i görünce başından aşağı kaynar sular döküldü. Ne söyleyecekti ona Musa Bey? Karşı partinin vekili Kebir Bekir’e takılıp savaşa gitmeme müsaade eder mi? Musa Bey her zamanki gibi büyüklüğünü gösterdi. İlim, edep ve entelektüellik kazandı.
– Yolun açık olsun, Gülsüm10, diyerek kızın ellerini sıktı.
Ama Esma ablasının Petersburg’da olduğu dönemde olsa, Ümmü Gülsüm’ün hayatında böyle bir değişiklik olabilir miydi? Yok, göndermezdi ablası onu böyle korkunç ve tehlikeli bir yola!
Esma Hanım çocukları ile Çistay’da annesi Bibifatma’nın yanındaydı. Musa Bey ailesine bakmak için iş bulduktan sonra o, buraya uçup gelecekti. Eniştesine üniversitenin Doğu Dilleri Fakültesinde bir görev vaat ediyorlar etmesine ancak ne zaman olur o? Musa Bey’in hizmetlerini kabul etmeyenler oraya da ulaşmaz mı? Gülsüm, Sak ile Sok11 gibi hasretle ayrı ayrı yaşamaya mecbur kalan ablası ile eniştesine çok üzülüyordu. Musa Bey’in ağarmaya başlayan saçlarına gözü takılınca, yüreği sıkıştı. O topu topu sadece 34 yaşındaydı. Birbirlerini ne kadar seviyordu onlar! Ayrı yaşamaları ne kadar ağır gelir.
Çocukları ile Çistay’a dönmeden önce Esma ablası ile Gülsüm arasında ağır bir konuşma olmuştu. Sebebi, Tukay idi. Şair, Petersburg’dan Kazan’a döner dönmez Yalt Yult Dergisinde (1912 yılının eylül sayısı) “Makale-i Mahsusa” ismi ile seyahatnamesini yayınlatıyor. Petersburg hayatını anlatırken Bigiyev ailesini de atlamıyor. Elbette ki Tukay, kendine has dikenli kalemini de göstermiştir. Bu duruma çok üzülen Esma ablası, Gülsüm’ü fazlasıyla eleştirmiş:
– İyiliğe kötülük ile cevap veren bu adam için hala mı yanacaksın? Sen yoksa kendinin Şeyh Muhammed Zakir’in kızı olduğunu da mı unuttun, demişti, o öfkesini dizginleyince.
Gülsüm dört yaşında bir bebekken yetim kaldığı için babasını tam olarak hatırlamasa da , Gülsüm kimin evladı olduğunu tüm hücreleriyle hissederdi. Ne kadar hissediyordu acaba! Sahip olduğu enerjisi, çoğu insanı hayran bırakacak kararlılık ve cesareti babasından gelmiyorsa nereden gelecekti ona? Muhammed Zakir’in kızı olmasaydı, bugün burada oturabilir miydi? Savaş, oyun değil. Genç olsa da Gülsüm ayrılık acısını bilir. Gülsüm’ün savaşa gideceğini duysa, Tukay ne derdir? Onun ateşler içine gitmesini “ufak tefek bir iş” diye mi düşünürdü?
Salonda yine alkış sesleri yankılandı. Gülsüm düşüncelere dalıp oturduğu sırada kürsüye yine üç kız çıktı. Gülsüm bu kızların üçünü de iyi tanıyordu. Geleceğin doktoru Rukiye Yunısova, Petersburg mollası Muhammed Zarif Yunısov’un kızıydı. Taşkent kızı Meryem Yakupova da onun gibi yüksek tıp kursları alıyordu. Postav şehrinden gelen Meryem Pataşova da doktor olacaktı. O, Nöropsikiyatri Enstitüsünde okuyordu. Gülsüm elinde olmadan: “Onlara da bana da kolay olmayacak” diye düşündü.
Sabahtan yola koyulmak için sözleştiler. Tarih, 7 Kasım 1912 idi.
Şehrin Müslümanları, sabahleyin bayram namazını kıldıktan sonra tren garında toplandılar. O gün Kurban Bayramının birinci günüydü. Sarıklı adamların çokluğundan dolayı diğer yolcular birbirlerine garipseyerek baksalar da şüphelenen olmadı. Uğurlamaya gelenler arasında Musa Bigiyev de vardı12. Uğurlayanlar adına o da, bu yardımsever ve oldukça zorlu bir sefere çıkmaya cesaret eden yolculara minnettarlıklarını bildirip, her birinin onlara hayır dualarda bulunduğunu iletti.
Gülsüm, eniştesinden savaşa gideceğini akrabalarına söylememesini rica etti. Musa Bey, “Öyle daha doğru olur” der gibi, yalnızca başını СКАЧАТЬ
9
Dönemin ve okulun eğitim sistemi gereği, Ümmü Gülsüm, okulun sadece sınavlarına girmiş. Orada örgün olarak eğitim görmemiş. (Çevirmenin notu)
10
Tüm akrabaları Ümmü Gülsüm ismini kısaltıp “Gülsüm” diye hitap etmişler.
11
Tatar Halk edebiyatı örneği olan Sak Sok beyitinde iki kardeş annelerinin bedduası sonucu kuş olup ömür boyu ayrı yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Sak ile Sok bu kuşların isimleridir.
12
Tagirzyanova, A. (2009). Kniga o Muse Efendi, Yego Bremeni i Sovremennikah. Kazan.