Gülsüm. Roza Tufitullova
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gülsüm - Roza Tufitullova страница 5

Название: Gülsüm

Автор: Roza Tufitullova

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-15-7

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Tukay bir süre alkışlara ve hayranlık dolu seslere gömüldü…

      – Tukay Bey, sizi yarınki “Ak Çeçek” bayramına davet ediyoruz.

      – Sabahleyin gelip sizi alırız.

      – Etkinlik tüberküloz hastalarına yardım etmek için düzenleniyor.

      – Petersburg’daki tüm Tatar gençleri toplanacak orada.

      Öğrenciler, Tukay ile görüştüklerine çok memnun olarak, ertesi gün görüşmek üzere vedalaşarak gittiler. Şair, bayrama gelmeye söz verdi.

      Oda sessizleşti. Yalnız nedendir “özlem vakitleri” hâlâ huzur vermiyordu:

      Uyuyorsun rahatça; geceleyin uyansan bir an,

      Etrafın sessiz sedasız hiç ışık yok, atmamış tan.

      O vakit gençlerin nazarında: candan üzülüp, candan sızlanıp

      Ağlıyorsun, Can Zühre ile Can Tahir’e acıyıp.

      Şair ağlıyordu.

      Ayıp vallahi! Petersburg’daki gazeteci arkadaşları Kerim Sagid ile Kebir Bekir’e bu “meleği” şikâyet etmişti değil mi? Güya, Musa Bigiyev’lerin dar evlerini, kız öğrenciler sarmış. Doğrusu şairin fiziksel ve ruhsal durumu, onların aşırı hürmetini ve fazla iltifatlarını kabul edecek derecede değildi.

      İşte yine onun çelişkili ruhu, karakteri, hastalığı, acı kaderi, sayılı günleri, sevda ve talih hakkındaki düşünceleri, sözün birleştiği gibi göğsüne gelip yapıştı… Tukay’ın ruhunda acımasız dokuz tonluk bir dalga yükseldi. Kızgın ak köpüklü, dalgalı hisler titredi, çalkalandı, dalgalandı.

      – Kırım diyorsun sen “tabiatın nazlısı”. Sen ise iyi biliyorsun; o suyun sadece güneşli ve sığ yerinde yüzenler için sıcak olduğunu. Benim gibi hakikat denizinde yüzenler için durum daha farklı. Daha derinlere inildiğinde onun suyu daha soğuk ve basıncı daha güçlü. Şairin gönlünde kopan duygusal fırtınaların şiddetini, duygu ve düşüncelerimi hayat isimli en sığ denizin yuttuğunu da daha sonra anlarsın…

      Ümmü Gülsüm, o anda gözyaşlarına gömülüp merdivenden inerken yalnızca bir şeyi düşünüyordu: Çabucak buradan gitmeyi! Çabucak! Ayakları onu kendi kendine Neva nehri kıyısına çekti. Bahar baharlığını yapıyor. Neva’da buzun kalktığı dönemdi. Ayna gibi su üstünde birbirinden gösterişli saraylar, evler dalgalanıyor. Buzlar eriyor. Yalnız şairin yüreğindeki buz tabakasının kaldırılması mümkün değildi.

      Kaderin ebedî buzunu kırmaya, donunu eritmeye Ümmü Gülsüm’ün sıcak hisleri bile yetmez sanki. Tukay, büyük bir buz dağı gibi. Onun için senin beyaz yelkenli gemine çarpıp gitmek hiçbir şey ifade etmiyor belki. Öyle değil mi?

      – Hayır, hayır, hiç öyle değil, deyip hararetlenerek gözyaşları ile kendi kendine ispatlamaya koyuldu Ümmü Gülsüm. Çünkü o, bu zamana kadar Kazan’daki Dvoryanlar kulübünde geçen edebiyat ve müzik gecesinin tatlı “düşü” ile yaşıyordu7. “Posta oyunu” onları nasıl yakınlaştırmıştı o akşam. Âşık “postacı Ümmü Gülsüm”, fırsattan istifade Tukay’a birbiri ardına mektuplar yazar ve gizemli şekilde şairin avucuna bırakır. Neden başka bir kızın mektubunu versin! Tukay da bu zamana kadar görülmemiş bir sıcaklıkla: “işte mektupları ile sevindiren güzel kız, sadece tek bir kız mı oldu, diye dalga geçiyor. Size postacı olmak çok yakışıyor. E, mektupları okumak da bayram sayılır”, diye fısıldıyor ve Ümmü Gülsüm’ün elini nazikçe tutup bir an bırakmıyor. Kızın yanakları al al olup yanıyor, bakışı yakıyor, gülümsemesi okşuyor. O mağrur, enfes boy pos, küçücük incili kalpak8, beyaz inci dişler, vişne gibi davetkâr dudaklar…

      Şairin yüreğini her nasılsa belirsiz bir huzur hissi kaplıyordu.

      – Tukay Bey, mektupları yüksek sesle okuyunuz, diyen gençlerin şamataları onu ancak gerçek hayata döndürdü.

      – Müsaade ederseniz, ben mektubun sahibine bir şiirimi okuyayım.

      Gençler, Tukay’ın ağzından çıkacak mucizevî sözleri bekleyerek, sustular.

      Can feda eden fakirim, aşkın kelebeğiyim;

      Gel, güzel, görkemin göster: Yanayım, gel, yanayım.

      Ey Allah’ım, akıl ver, zindanda kalmayayım.

      Bu kıza aşkımdan divaneyim, divaneyim.

      İşte şimdi ise o gün kendine mektup getiren “şairi tedavi ettireyim” diye çırpınıyor. “Kırım’a gitmek için para topluyorum” diye kendine ait olan tüm süs eşyalarını, kıymetli incili kalpaklarını sattı. Ondan görüp, yine birçok kız sevdiği küpe ve bileziklerinden vazgeçti. Şair bu durumu bilse, onu odasından kovardı. Ümmü Gülsüm de nasıl aşk dolu bir ruhla yaşadığını göstermek istemiyor o şair. Bir hafta önce ise, ondan daha mutlu kimse yoktu herhalde. Beklemediği, hayal etmediği bir anda Tukay’ın Petersburg’a geldiğini kendi gözleri ile görünce, sevincinden ne yapacağını bilememişti. Hem de kimlerde kalacakmış? Ümmü Gülsüm’ün eniştesi, Petersburg’un mollası, tanınmış din âlimi Musa Bigiyev’lerde!

      Tukay’ı Petersburg’a çağıran yazar Musa Bey olduğu için şair, tren istasyonundan doğru onlara geliyor. 1912 yılının başında Petersburg’un bir grup aydını Petersburg’da “Söz” ya da “Haber” isimli gazete çıkarmak için toplanıyorlar. Yeni gazeteye editör olarak Tukay’ı çağıran bir mektup yazıyorlar. Ancak gazete yayınlanamıyor. Tukay, bahar başında Petersburg’a gelince bu mesele gündemden kalkmış oluyor. Yalnız önceden haber verilmemesi sebebiyle biraz huzursuzluk çıkıyor. Tabii ki, evde kargaşa kopuyor. Musa Bey’in çalışma odasını misafir için boşaltıyorlar. Güneşli divanda yatak hazırlanıyor. Yolda mı hastalandı yoksa daha önce mi olmuş, Tukay durmadan öksürüyordu. Ağzına hiçbir şey almıyordu. Ümmü Gülsüm, sabah yandaki lavaboya girerken şairi görüp hayran kalıyor. Kızın gözlerini istemsizce gözyaşları kaplıyordu. Dışarıdan zayıf ve delikanlı gibi görünen şair, bu dakikalarda ona son derece yakın ve acınacak hâlde geliyordu. Konuşmak, teselli etmek istiyordu onu, ancak Esma ablası onu da Ümmü Gülsüm’e çöpçatan olacak Meryem’i de Tukay’ın yanına yöresine yaklaştırmıyordu. Esma Hanım’ın emri kesindi: “Edepsizleşmeyin”, şairi rahatsız etmeyin! Ablasından duyduğu, durdurmaya yeter mi Ümmü Gülsüm’ü? O şimdiden, şairin dikkatini çekecek iyi planlar kurup onu iyileştirmenin yollarını aramaya başlamıştı bile. Mesela, şair iyileşmeye başlayınca o, ona Puşkin’in gezdiği sokakları gösterecek. Çabucak meşhur şarkıcı Şalyapin’in konserine götürecek. O da sabahın ilk ışıklarıyla bilet almak için sıraya girecek… Derslerden sonra böyle güzel hayallere dalıp Bigiyev’lere gittiğinde, açık kapıdan boş divanı görünce Ümmü Gülsüm sessiz kalkaldı.

      –Nerede o?

      – Nerede mi? Bayazitov’un adamları geldi ve onu alıp gittiler, dedi ablası Esma. Eniştenin dönmesini de beklemek istemediler. Ablasının keyfinin kaçtığı görünüyordu. Eskiler boşuna: “İyilik yap, kötülük bul” dememişler…

      – Abla, СКАЧАТЬ



<p>7</p>

Kazan’da ilk defa düzenlenen edebiyat ve müzik gecesinde Gülsüm, Tukay ile görüşüyor. Tukay’ın akranı, yazar, din âlimi, gazeteci Galiesgar Gafurov Çıgtay kendi günlüğünde bu olayı tam vakti ile kaydeder. 1908 yılının 8 Mart akşamı oluyor O akşam Çıgtay şairin Çistay şeyhi kızlarının etrafında dolaştığını yazıyor. Ertesi gün sabah Tukay tarafından yazılan “elin” şiirinin o kızların birine ithaf edildiğini de hatırlatıyor (Gafurov –Çıgtay G. Saylanma Eserler. Kazan: “İhlas” Neşr., 2013. -331 -333, 342-345 s.). A. Tukay ile Zeytunenin ilk karşılaşmalarına gelirsek o 1908 yılının Mayıs ayı başına denk geliyor (Aliyeva E., İbrahimova F. Gabdulla Tukay: Tormış hem İcat Yılyazması. Kazan: Tatar. Kit. Neşr. 2003).

<p>8</p>

Kalfak: inci ile işlenmiş, kadifeden dikilen kadın şapkası.