Domrul, Hürü kadının karşısında diz çöktü, baktı baktı, bakarken de yanağından yaşlar süzüldü, sonra küçücük bir tepeyi andıran bedeni titreye titreye hıçkırıp ağladı. Hürü Kadın da Domrul’un yanına oturdu, yazmasının ucuyla gözlerinin yaşını silerek sessiz sessiz ağladı:
–Ağla, a yavrum ağla, neslimiz kalmamış, bari ölenlerimiz için ağla. Bak ne zamandan beridir ağlamıyorsun, ağla dertlerin yıkanıp gitsin.
Lambanın üstüne konmuş kuş yok oldu, İmir’in kolu sızladı, inildeyip ninesini çağırdı:
–Nine, nine, kolum ağrıyor. Kimdir ağlayan Nine?
–Sus, anam babam, benim ağlayan, senin için ağlıyorum.
Domrul’u evin köşesine doğru götürdü. Domrul köşede oturup yine ağlıyordu; ama ne ağladığından haberdardı ne de nerede olduğundan. Bu gözyaşlarının, bundan yirmi yıl öncesinin gözyaşları olduğundan bile haberdar değildi. O gün, yedi genç onu yedi yerinden ağaca bağlayıp aklı başından gidene kadar dövmüş, öylece de bırakıp gitmişti; işte o günlerin gözyaşlarıydı bunlar. Yirmi yıl ötesinden başladığından dolayı Deli Domrul daha çoook ağlayacaktı.
Kuş yine lambanın üzerine konup ötmeğe başladı, gölgeler aka aka, eriye eriye ışığın etrafında dolaştı.
–Nine lambamızın üzerine kuş konmuş.
–Hayır, kadanı alayım hiçbir şey yoktur.
İmir doluktu, ağlamaklı ağlamaklı konuştu:
–Hayır, orada. İşte bak!
–Hı, gördüm, kurbanın olayım şimdi gördüm, ağlama, -Nine, meleklerden bahset.
–Peki, derdini alayım, bir melek sol omzumuzdadır, bir melek de sağ omzumuzda. Biri günahlarımızı yazıyor, biri iyiliklerimizi…
Kapının ağzından Bekil’in sesi geldi:
–Yeter kadın, yeter, böyle şeylerden bahsetme. Konuşa konuşa deli etmişsin çocuğu. Şimdi küfrettireceksin meleğine de, öbürüne de. Bir küçücük çocuktur, melek ne, şey ne, günahtır be…
–Kuşu kovma, Ayyam, o zaman kolum ağrıyor, bırak lambamızın üzerinde kalsın.
Bekil hışımla tükürdü:
–Tüüü! Öl be öl! Ölmen bundan iyidir, büyüyüp de ne olacaksın sen?!
İmir’in ağırlaşan nefesi odaya esrarlı bir şekilde çöküyordu. Odanın karanlığı yavaş yavaş koyulaşıp canlanıyor, alçak duvarlar Bekil’in üzerine yürüyordu. Evin köşelerinden hışırtı sesi geliyordu. Sanki köşelere, toprak zemine çöken karanlık gizli gizli kabarcıklanıp köpürüyor, sonra da bu kabarcıklar hışıldaya hışıldaya açılıyordu. Duyulmayan bir ses hakimdi, Bekil bağrı yarılmasın diye bağırmak istiyordu. İmir’in gözleri iri iri açılıyor, açılırken bir çeşit ses çıkarıyordu sanki. Bekil dönüp lambaya baktı. Işık, toprak zemine doğru süzülerek eriye eriye iniyordu. Köşelerde toplanıp yoğunlaşan karanlıklar hıçkırıp iç geçiriyordu. Bekil’in korkudan içi titredi:
–Kimdi nine o?!
–Domrul’dur. Anlayamadım, girdi eve deminden beri ağlıyor.
–Ağlıyor?
–Hı, dokunma bırak ağlasın.
–Ona vurdum ama, dedi. Domrul’a doğra yürüdü.
–Dokunma, gözünü yutacak, geriye dönecek gözyaşları, bırak ağlasın. Ne olmuş Aşahanım Kadın’a?
–Durumu ağırdır.
–Zavallı, o da bir gün görmedi. Çocuğun kolunu kendim sardım. Herhalde elim uğurlu geldi, rahatlamış…
–Niye gelmiş bu? Hürü kadın, Domrul’un arkasında çöküp yer yastığının üzerine otururken, -Kızbes Kadın’ın merkebinin ayaklarını kesmişti, Kadın’ı da vuracaktı ben bırakmadım.
Deli Domrul ağladıkça anası gözlerinin önüne geliyordu. Anasıyla Deli Domrul’un arasında kırk yıllık bir mesafe vardı. Ağladıkça, bu mesafenin öbür yakasından anası durulup meydana çıkıyordu. Bu aydınlıkta Akça Hatun da göründü. Deli Domrul pişman pişman alttan yukarı Bekil’e baktı. Kulağını kestiği köpekler, kuyruğunu kestiği atlar, ayağını kestiği eşekler, kanlar içinde gözünün önünde çırpınıyorlardı.
–Sizin iti de ben mi öldürdüm? dedi.
–Hıı, Domrul emmi canın sağ olsun. Kalk sedirin üzerine uzan.
Hürü Kadın sedirin üzerinde yer yaptı, gelip Domrul’un kolundan tuttu.
–Gel, uyu, yarın sohbet ederiz.
–Beni Kanıkoğulları ağaca bağladı.
–Derin gitsin9 Kanıkoğlu’nu.
Domrul kalkıp sedire doğru gitti. Gözlerini yerden kaldırmadı… Bir deli, kuyruğu, kulağı kesilmiş köpekleri köyün içerisinde kovalıyor, kurbağaların derisini yüzüyor, kelebekleri yiyordu. “Gel be gel. Bir çift beygirin gücü var bunda.” Kimdi peki bu? İş Domrul’un hatırlamasına kalmıştı, hatırlar hatırlamaz suratında patlayan yüzlerce tokadın acısını duyacaktı…
Hürü Kadın lambanın ışığını kıstı. Karanlık lambanın ateşli fitilini sıka sıka toprak zemine yapıştırdı. Işık azala azala bir damla oldu “çat” diye bir ses çıkararak söndü. İmir, derinden derine inliyordu… Kuyruğu, kulağı kesilmiş bir it İmir’in bileğini kemiriyordu. Ninesine, kardeşine sesleniyor, ama sesi çıkmıyordu.
Deli Domrul’un kuyruğunu kulağını kestiği itlerin biri İmir’in kolunu kemirip duruyordu. Hürü Kadın İmir’in ayak ucunda gözlerini yumup ellerini karanlıkta Allah’a doğru uzatmıştı. Fısıltıları damarlarının kanı gibi akıyor, aka aka bir yerlere boşalıyordu. Sonra ayakları yerden kesildi, kendi inandığından başka yeryüzünde hiçbir şey kalmadı. Seher duasıyla akşam duasının arasında köyde yapılan ve yapılacak her şeyi affederek yüzünü Tanrı’ya döndü:
–Ey yeri göğü Yaratan, ben günahkâr bir kulunum. Uluların ulusu, Sen büyüksün. Yer yüzünün suçu büyüyor, affet günahlarımızı. Şeytanın şerrinden, ağaların fitne fesadından koru bizi. Gözün yavrularımızın üzerinde olsun. Çok kanlı olaylar yaşadık, gözümüzü yine de Sen’den ayırmamışız. İşimizi uğurlu kıl, uğurumuzu aydınlık kıl. Yavruma şifa ver, Ulu Tanrı, СКАЧАТЬ
9
Cehenneme gitsin anlamında bir ilenme ifadesi.