Название: Şıpsevdi
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-25-6
isbn:
Şeftaliyi işitince Hasene’nin yüzü birkaç türlü renge girdi. Annesinin eteğinden çekerek şeftalinin hasretiyle dolu olan gözlerini ona çevirip bu meyveden pek istediğini anlattı. Vesile Hanım da daha şeftali çıkmadığı, çıktığı zaman okkalarla alınıp yemesini öğrenecekleri çeşidinden büyük vaatlerle çocuğu yatıştırmaya uğraştı. Beri yandan Meftun devam ediyordu:
“Şeftali, kayısı, elma, armut bahislerine güzel dikkat ediniz.”
Konuşmacı, şu dört meyveyi sayarken her birinin söylenişinde Hasene ayrı ayrı annesinin eteğinden çekerek bu meyvelerin yemesini öğrenmeye çalışıp çalışmayacaklarını soruyor ve her sorduğuna tasdik cevabı almakla biraz çarpıntısını yatıştırıyordu. Meftun devamla:
“Hep meyveler, kendilerine mahsus çatal ve bıçakla soyulup yenir. Bunlar bütün yahut yarım olarak herkesin önüne getirilmişse yeniden parçalara ayrılır…”
Rebia dilini tutamayarak:
“Ağabey, sofrada hiç insana yarım armut, yarım şeftali verilir mi?”
Meftun: “Evet, yarım olarak da verilebilir. Çünkü Frenklerin armutları, şeftalileri gayet iridir. Şeftalileri âdeta portakal büyüklüğündedir.”
Büyük hanım gözlerini biraz açıp çimdiklenen tarafına eliyle bir parça salya daha sürdükten sonra:
“Aman oğlum, Meftun, insanı imrendirme öyle. Mademki oranın şeftalileri, armutları böyle meşhurmuş, insan gelirken, büyükanneme hediye diye birkaç tane getirmez mi?”
Rebia: “Ağabey, orada beşbıyık var mı? Muşmulayı sofrada nasıl yerler?”
Büyük hanım hiddetle:
“Aman, hiç böyle kız görmedim. Yemişin bile bıyıklısını sorar.”
Meftun: “Rica ederim. Şimdi münasebetsiz sözler karıştırmayınız.”
Rebia kızgın bir tavırla kaşlarını kaldırarak büyükannesine:
“Bıyıklısı için değil, muşmula haminnemin kendine dokundu da onun için…”
Hanımnine: “Muşmula bana ne dokunsun? Artık ben üç otuzunda mıyım? Hele postalın71 sözüne bak… Sen benden çıkmadın mı? Ben muşmula olunca acaba sen ne olursun. Haydi oradan, muşmulanın torunu kocayemiş!..”
Meftun: “Lahavle… Artık bitirin canım. Şimdi Rebia da öfkelenecek, böğürtlen diyecek, sen de ona dam koruğu cevabını vereceksin, iş uzayacak…”
Kadınnine: “Öyle diyeceğine oğlum, kalk da kızın ağzına bir tokat vur. Baksana yelloza, muşmula deyince ben üzerime alınırmışım. Haydi oradan, mezarlık kozalağı, kara kız!”
Meftun: “Mezarlık kozalağı mı? Bak işte bu aklıma gelmediydi. Hanımnine, sen bitkilere ve ağaçlara ait epey hakaret lakırtısı da biliyormuşsun.”
Hanımnine: “Bilirim zahir, bayır turpu…”
Lütfiye Hanım: “Anne, nedir o artık… Sen de vakit vakit çocuklardan daha çocuk oluyorsun.”
Kadınnine: “Aman sus sen de oradan bal kabağı!”
Vesile Hanım: “İşte artık çenesi açıldı. Çocuk değil ki ağzına bir tokat indir de sussun.”
Kadınnine: “Oradan lafa sen de mi karıştın, viranelik ısırganı?”
Meftun: “Hanımninem uyuduğu zaman uyandırmak için rica ederim artık çimdiklemeyiniz. Çünkü ısırganlarla, baldıranlarla bahsi karıştırıyor.”
Kadınnine: “Dokunmayınız da uyuyayım besbelli… Söylediğin dinlenir şeyler değil ki… Zeytin çekirdeği, kabak çekirdeği, hepsini bir araya toplasan bir incir çekirdeği doldurmaz. Sofrada şeftali nasıl yenirmiş? Lakırtıya bak! Senede bir defa bu evde şeftali ya alınır ya alınmaz. Şimdiden sonra onu nasıl yiyeceğimizi mi talim edeceğiz?”
Meftun: “Hanımnine, rica ederim, istirham ederim, yalvarırım…”
Kadınnine: “Sustum, sustum işte…”
Meftun: “Ne diyorduk? Şeftaliyi parçalara ayırıyorduk. Mesela önümüzde bir şeftali var. Onu çatal bıçakla evvela ikiye, sonra dörde bölersiniz. Sonra çatalı sol elinize alıp şeftalinin dörtte birinin üzerine batırır, bıçağı da sağ elinizle kullanarak…”
Vesile Hanım: “Sözünü kestim. Affedersin oğlum. Anlayamadım…”
Meftun: “Bıçağı sağ elinizle kullanarak, dedim. Evet. Sol eldeki çatalı, şeftalinin dörtte birine saplar, sağ eldeki bıçakla meyveyi elbisesinden ustalıkla ayırırsınız. Ama siz diyeceksiniz ki meyvenin elbisesi olur mu? Burada mecaz kullandım. Yani açıkçası sembolik olmak istedim. Fransızcada şeftali, armut vesaire gibi meyvelerin kabuklarına, yani derilerine ‘pelüre’ derler. Halk dilinde bu kelime pardösü, redingot gibi elbise üstleri için kullanılır. Evet, çatal bıçakla şeftali cinsinden meyvelerin derisini soyup çekirdeklerini çıkarmak hususi bir ustalığa bağlıdır. Talim etmeli, alışmalı. Şimdi size anlatacağım bir de turp bahsi kaldı. Bazı kimseler ufak, kırmızı turpa çatal batırıp dibindeki yeşil yaprakları bıçakla keserler, yine çatalla ağızlarına götürerek yerler. Yani turpa, âdeta şeftali muamelesi ederler. Her hususta güçbeğenir görünen Baron Staff, turp yemekte biraz geniş, biraz teklifsiz ve laubali davranıyor. Yeşilliğini bıçakla keserek çatalla yemek artık zariflikte pek ileriye varmak, mübalağaya dökmektir diyor. Niçin? Çünkü turpun yapraklarına dokunmakla insanın eli ne yağlanır ne ballanır. Onun için turpu yeşil yapraklarından tutup hiçbir şey kullanmadan ağza götürmek, etikete aykırı değildir hükmünü veriyor. Kuşkonmaz yemekteki güçlüğü anlattımdı ya, turp, işte o külfetlerin hepsinden uzak sayılıyor. Evet, sözlerime dikkat edin, turpun alafranga sofradaki ihtişamlı yeri bundan sonra ölünceye kadar aklınızda kalsın. Rebia, sofrada nasıl su içilir?”
Rebia: (gülerek) “Ağabey, artık onu da bilmeyecek değiliz ya?”
Meftun: “Orada, konsolun üzerinde sürahiyle su var. Bardağa doldur da içelim.”
Rebia, bardağı beş parmağıyla yakalar. Suyu doldurur. Lakır lakır içerken annesinin usulca yanındakine “İş su üzerine olunca hemen tecrübe ediliyor. Şeftalilerin, armutların yalnız sözleriyle vakit geçiriliyor.” dediğini işitince Rebia gülmekten kendini alamayarak suyun bir kısmını genzine kaçırır. Kalan kısmını da yanındakilerin yüzüne püskürtüverir.
Meftun: (tiksintiyle) “Kız, sana yazıklar olsun! Alafranga sofrada böyle mi su içeceksin? Yanına rastlayan talihsiz sofra komşularının suratları, üstleri başları ne olur sonra? Evvela şunu haber vereyim ki, Frenkler sofrada su değil, başka şeyler içerler. Bunların içilişi hep birbirinin aynı olacağından biz şimdi şu denemede suyu bira, likör, şampanya, Bordeaux, Bourgogne niyetine içebiliriz. Bakınız Baron Staff, sofrada içmeyi nasıl СКАЧАТЬ
71
Postal: Değersiz kimse. (e.n.)