Şıpsevdi. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Şıpsevdi - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 22

Название: Şıpsevdi

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6486-25-6

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Önde Hasene, arkada Vesile odaya girerler. Daha oturmadan Ha-sene, annesinin eteğinden çekerek:

      “Anne, macunu kim yiyordu?”

      “Kızım sus, bizi şimdi gene dışarıya kovarlar. Ortada macun, tavuk filan yok. Bugün yemeklerin sade lakırtısı oluyor.”

      Meftun: “Nedir o gene? Girer girmez başladınız mı?”

      Vesile: “Hayır, hayır, siz devam ediniz. Yalnız şunu rica ederim ki tatlılardan, meyvelerden koyu koyu bahsetmeyiniz… Kız yeminini bozuverir. Çocuktur, imrenir.”

      Meftun: “Sofraya yapışır gibi oturmamalı. Masa ile aranızda ufak bir mesafe olmalı ki istediğiniz zaman vücudunuzun üst kısmını öne doğru hareket ettirebilesiniz.”

      Vesile Hanım: “Meftun Bey, oğlum, işte pek doğru söylüyorsun. Annem daima alafranga sofraya göğsünü verir. Apışır. Nefes almasına bile artık meydan kalmaz. Yer, yer, yer, göğsüm tutuluyor der. Ya, işte gördün mü anne? Sofraya biraz uzakça oturmalı.”

      “Ya sen? Çocuğunla beraber sofranın üzerine çıkar gibi yersiniz ya!”

      Meftun: “Burada mücadelenin lüzumu yok. Şimdi beni dinleyiniz. Bundan sonra tarifime göre yemek yersiniz. Oturuşunuzla sofrayı güzelleştirmek isterseniz, omuzlarınız yukarıya doğru kalkık durmamalı. Şöyle tabii hâlde bulunmalı…”

      Lebibe, yavaşça Rebia’nın kulağına:

      “Annem daima omuzlarını çıkarır, sofraya kambur gibi oturur…”

      Rebia, hafifçe gülerek:

      “Gibisi ziyade. Annen âdeta kambura benzer, baksana! Entarisinin altından omuz kemikleri çifte ıskarmoz gibi çıkık, fırlak duruyor.”

      Meftun: “Silans66 matmazeller… Dirsekler vücuda ne pek yapışık ne pek uzak durmalı. Efendim, biraz görgüsü, terbiyesi, hele alafrangayla alışıklığı olanlar, sofrada alacakları tabii vaziyeti bilirler. Ne pek gevşek durmalı ne pek sahte bir ağırbaşlılık takınmalı, yakışığı, münasibi neyse o hâli, o vaziyeti almalı. Şimdi gelelim, yemeği yemek cihetine. Yerken acele etmemeli. Yavaş yavaş, hususi bir tempoyla, âdeta ahenkle yemek yemeli…”

      Rebia, Lebibe’ye yavaştan:

      “Raci ağabeyim boğulur gibi yer…”

      Meftun devam ederek:

      “Ne su içerken ne lokmayı alırken ağız dolmamalı. Avurtlar şişmemeli. Şapırtı şupurtu işitilmemeli. Metrdotel tarafından bir yemek sunulurken eğer o yemekten almak istemiyorsanız ‘non’ yahut ‘merci’ kelimelerinden biriyle reddetmekte serbestsiniz. Yani bu iki sözden birini kullanmak elinizdedir. Hangisini söyleseniz olur.”

      Raci kendi kendine mırıldanarak:

      “İşte bu tafsilat fazla… Ağabeyim bu sözleri nereden tercüme etmişse aynen tercüme etmekten kendini alamamış.”

      Meftun: “Ne o birader? Bir şeyler mırıldanıyorsun?”

      Raci: “Hiç… Bizde ‘metrdotel’ yok da sözlerinizin bu kısmını fazla buluyorum.”

      Meftun: “Niçin yok? Sen görürsün, birkaç zaman sonra Şaban o vazifeyi ne kadar yoluyla yerine getirecektir. Hem ben sana sofra hakkında umumi bilgiler veriyorum. Bizim evde yoksa ‘metrdotel’ bulunan bir yerde yemek yeyiverirsen ne yapacaksın? Böyle çocukça sözler istemem. (devam ederek) Soğutmak için çorbaya üflemek ayıptır. Üflemek hem terbiyesizliktir hem de tıp bakımından zararlıdır. Çorba tabağının dibine bir damla bırakmamak için tabağı eğerek kaşıklamamalı. Ekmeği bıçakla değil, elle koparmalı. Fransızlardan başka milletler bıçakla keserlerse de onların bu hareketi uyulacak şey değildir. Önünüzdeki etin hepsini birden doğramamalı. Her bir lokmayı yedikçe kesmeli.”

      Hasene, anasının kulağına:

      “Anne, hani ya önümüzde et?”

      “Sus yavrum, şimdi bizi gene odadan kovarlar. Şimdi et yok, sonra yiyeceğiz.”

      Meftun devam ederek:

      “Eti kesmek için bıçağı sağ ele, çatalı sol ele almalı, Kestikten sonra bıçağı dayamaya mahsus madenî yahut billur ‘porte-couteau’nun67 üzerine dayamalı. Bu defa çatalı, dişleri aşağıya gelmek üzere sapı üstüne şehadet parmağını dayayarak sağ ele almalı. Bazı sebzeler ve balıklarda çatal ters, yani kaşık gibi çukuru yukarı gelerek kullanılır. Balıklar yalnız çatalla yenir. Bıçak kullanılmaz. Sebzeler de öyle. Fakat kuşkonmazda iş değişiyor. Bunu elle mi yoksa çatal bıçakla mı yemeli? Ha teyze, sen ne dersin?”

      Teyze Vesile Hanım, böyle bir sualin lütfen kendisine sorulmuş olmasından gelen bir memnunlukla ağzını büzüştürüp sağa sola doğru kıvırarak bir iki defa burnunu çektikten sonra:

      “A iki gözüm Meftun’um, düşündüğün şeye bak. Önümde yiyecek bir şey olsun yoksa… Nasıl kolayıma gelirse öyle kıvırırım. Elle, bıçakla… Maksat yemek değil mi?”

      Meftun, gözlerini açarak:

      “Alafranga sofrada âdet, usul dışı yemek yenmez. Her yemeğin yenilişi özel bir kaideye bağlıdır. Sen istediğin gibi yemeye karar verdikten sonra ben burada deminden beri niçin çenemi yoruyorum ya? Bu kuşkonmaz üzerine size tarihî bir vaka anlatacağım. Fakat iyi dinlemeli.”

      Meftun’un annesi Lütfiye Hanım, meraklı bir sesle:

      “Baksana yavrum? Süphanallah, bunun üzerine niye kuş konmuyor?”

      Meftun: “O da başka bir mesele. Bunun Fransızcası ‘asperge’, Latincesi ‘asparagus’, Türkçesi neden kuşkonmaz oluyor? Bundan ürken hangi kuştur? Daha bu yoldaki tetkiklerimi tamamlayamadım. Şimdi bunları bırakalım. Fransızlar, evvelce kuşkonmazı elle yerlermiş. İngilizler bu hususta zarifliği daha ileriye götürerek kuşkonmazı çatalla yemeye başlamışlar.”

      Raci: “Çatal bıçak icat olmazdan evvel Avrupalılar yemeği nasıl yerlerdi?”

      Meftun: “Tabii elle yerlerdi. Çatal pek o kadar eski bir şey değildir. Çatal ismi Fransa’da 1379’da ilk defa olarak Beşinci Şarli’ye ait gümüş takımlarını gösteren bir sayım defterinde görülmüştür. Çatalın Fransa’ya İtalya’dan geldiği iddia olunuyor. Ama kullanılışı bugünkü gibi yaygın değildi. On altıncı asırda bile çatal süsten sayılıyordu. İngiltere’de bunun kullanılışına ancak on yedinci asırda başlanmıştır. (Meftun kulak kabartıp odayı dinleyerek) Bir horultu var. İçinizden biri uyuyor, kimdir uyuyan?”

      Odadakiler hep birden gülerek:

      “A, a, büyük hanım uyumuş…”

      Meftun: (haykırarak) “Kadınnine, size ninni mi söylüyorum zannediyorsunuz?”

      Kadınnine gözlerini açıp:

      “Ay, СКАЧАТЬ



<p>66</p>

Susun. (e.n.)

<p>67</p>

Bıçak altlığının. (e.n.)