Cesurun Gecesi . Морган Райс
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cesurun Gecesi - Морган Райс страница 4

СКАЧАТЬ yavaş Duncan bir şeylerin yanlış olduğunu anlamaya başladı. Ne olduğunu anlamasından hemen önce dünyası göz karartıcı bir acıyla doldu.

      Duncan yutkunurken nefes almakta zorlanıyordu. Nefesinin kesildiğini hissettiği sırada mutluluk gözyaşları bir anda acı gözyaşlarına döndü. Neler olduğunu tam olarak idrak edemiyordu; sevgi dolu bir sarılma yerine, göğüs kafesinden içeri giren soğuk bir çelik hissediyordu. Midesine doğru yayılan bir sıcaklık hissetti, uyuştuğunu, nefes alamadığını ve düşünemediğini fark etti. Acı fazla göz karartıcı, fazla yakıcı, fazla beklenmedikti. Başını eğdi ve kalbine saplanmış bir hançer görünce şoke oldu.

      Kyra’ya döndü, gözlerinin içine baktı. Hissettiği acıdan daha beter olan şey kızının ihanetiydi. Ölmek onu rahatsız etmiyordu. Fakat kızının ellerinde ölmek onu parçalıyordu.

      Dünyanın etrafında dönmeye başladığını hissettiği sırada Duncan afallamış şekilde gözlerini kırptı, dünyada en çok sevdiği kişinin neden ona ihanet etmiş olduğunu anlamaya çalışıyordu.

      Fakat Kyra yalnızca gülümsüyor, hiçbir pişmanlık belirtisi göstermiyordu.

      “Merhaba, baba” dedi. “Seni tekrar görmek çok güzel.”

      BÖLÜM İKİ

      Alec ejderhanın ağzında durmuş, titreyen elleriyle Bitmemiş Kılıç’ı sıkıca tutarken başı dönüyor, ejderhanın kanı bir şelale gibi üstüne boşalıyordu. Ejderhanın, her biri kendi boyundaki jilet keskinliğindeki dişlerinin arasından dışarıya baktı ve ejderha okyanusa doğru düşüşe geçerken kendini hazırladı. Ölüm Körfezi’nin buz gibi suları onu karşılamak üzere içeri dolarken midesinin ağzına geldiğini hissetti. Çarpma onu öldürmese bile ejderhanın ağırlığı altında ezilerek öleceğinin farkındaydı.

      Hala bu devasa canavarı öldürmeyi başarmış olmanın şoku içinde olan Alec, ejderhanın o ağırlığı ve hızıyla Ölüm Körfezi’nin dibine kadar batacağını ve kendisini de birlikte götüreceğini biliyordu. Bitmemiş Kılıç bir ejderhayı doğrayabilirdi fakat hiçbir kılıç düşüşünü durduramazdı. Daha beteri, ejderhanın rahatlayan çene kasları nedeniyle gevşemiş olan çenesi üzerine kapanıyor ve Alec’in asla çıkamayacağı bir kafes oluşturmaya başlıyordu. Eğer hayatta kalmaya dair bir şansı olacaksa hızlı hareket etmesi gerektiğini biliyordu.

      Ejderhanın damağından üzerine kan boşalmakta olan Alec kılıcı çekti ve çene kapanmak üzereyken cesaretini toplayıp sıçradı. Buz gibi havaya doğru düşerken çığlık attı, ejderhanın jilet gibi keskin dişleri sırtını yaralıyor, etini kesiyordu ve bir anlığına bluzu ejderhanın dişlerine takıldığında başaramayacağını düşündü. Ardında çenenin kapandığını duyduğu, bluzunun yırtıldığını hissetti, bir parçası kopmuştu ve sonunda serbest düşüşe geçmişti.

      Alec aşağıdaki karanlık, girdaplı sulara doğru çırpınarak düşerken kendini cesaretlendirdi.

      Aniden bir su sesi oldu ve Alec soğuk suya dalarken şoke oldu, buz gibi soğuk nefesini kesiyordu. Gördüğü son şey ejderhanın cansız bedeninin hemen yakınına doğru, körfeze çarpmak üzere düşüşü oldu.

      Ejderhanın bedeni korkunç bir şekilde suyun yüzeyine indi ve her yana dev dalgalar sıçrattı. Şansına Alec’i kıl payı ıskalamıştı ve yükselen dalgalar Alec’i cesetten uzağa taşımıştı. Dalgalar durulmadan önce Alec’i yaklaşık altı metre uzağa taşımıştı ve sonra dev bir girdaba dönüşüp her şeyi yutmaya başladığında Alec dehşete kapıldı.

      Alec uzaklaşabilmek için tüm gücüyle yüzmeye başladı fakat uzaklaşamıyordu. Çabaladığı sırada hatırladığı son şey, dev girdap tarafından derinlere doğru çekilmeye başladığı oldu.

      Alec kılıcı hala sıkıca tutarken tüm gücüyle yüzmeye çalışıyor, şimdiden yüzeyin altı metre kadar altında, dondurucu suyun içinde ayak çırpıyor, debeleniyordu. Umutsuz bir şekilde yüzeye doğru ayak çırptı, yukarıda güneş ışığı parlıyordu ve o sırada dev köpekbalıklarının kendisine doğru yüzmeye başladığını gördü. O anda geminin suyun üzerinde yukarı aşağı hareket eden gövdesini fark etti ve eğer hayatta kalmak istiyorsa yalnızca birkaç dakikasının olduğunu anladı.

      Son bir ayak çırpışla Alec yüzeye çıkıp nefes almaya çalıştı ve bir an sonra güçlü bir elin kendisini kavradığını hissetti. Başını kaldırıp baktığında Sovos’un onu gemiye doğru çektiğini gördü ve bir an sonra, kılıç hala elinde, havaya yükselmeye başladı.

      Fakat gözünün ucuyla bir hareket hissettiğinde dönüp o tarafa baktı ve dev bir kırmızı köpekbalığının sudan bacağını hedef alarak sıçradığını gördü. Hiç zamanı yoktu.

      Alec kılıcın elinde vınladığını, ona ne yapması gerektiğini söylediğini hissetti. Daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemiyordu. Kılıcı iki eliyle tutup tüm gücüyle aşağı doğru iterken sallandı ve çığlık attı.

      Ardından çeliğin eti kesme sesi duyuldu ve Alec, Bitmemiş Kılıç’ın dev köpekbalığını ikiye bölüşünü şok içinde izledi. Kırmızı sular bir anda parçaları yiyen köpekbalıklarıyla doldu.

      Bir başka köpekbalığı ayaklarına doğru saldırırken Alec bu kez daha yükseğe çekildiğini hissetti ve geminin güvertesine sert bir iniş yaptı.

      Güvertede yuvarlanırken homurdandı, yara ve berelerle kaplanmıştı. Üstünden sular damlarken, rahatlamış bir şekilde güçlükle nefes aldı. Biri anında üzerine bir battaniye örttü.

      “Sanki bir ejderha öldürmüş olmak yetmemiş gibi” dedi Sovos gülümseyerek, Alec’in yanında durmuş, ona bir şarap kesesi uzatırken. Alec büyük bir yudum aldı ve şarap midesini ısıttı.

      Geminin içi heyecanlı ve karmaşa durumunda askerlerle doluydu. Alec buna şaşırmamıştı; ne de olsa bir ejderhanın bir kılıçla öldürülmesi pek de sık görülen bir şey değildi. Etrafına bakındı ve kalabalığın arasında Merk ve Lorna’yı gördü, kendisinden önce yükselip alçalan sulardan kurtarıldıkları belli oluyordu. Merk ona bir hırsız, belki de bir suikastçı gibi görünürken Lorna uhrevi kalitede baş döndürücüydü. Her ikisinin de üzerlerinden sular damlıyor, sersemlemiş ve hayatta oldukları için mutlu görünüyorlardı.

      Alec tüm askerlerin hayret içinde kendisine baktığını fark etti ve yavaşça ayağa kalkarken ne yapmayı başarmış olduğunun farkına vararak kendisi de şoke oldu. Askerler, sanki Alec bir tanrıymışçasına bir elindeki üzerinden su damlayan kılıca bir Alec’e bakıyordu. Elinde sanki canlı bir şeymiş gibi ağırlığını hissettiği kılıca kendisi de bakmadan duramadı. Gizemli, parlak metale sanki yabancı bir nesneye bakıyormuş gibi baktı ve ejderhayı deştiği anı, kılıcın ejderhanın etine girişiyle yaşadığı şoku zihninde yeniden canlandırdı. Bu silahın gücüne hayret etti.

      Alec için belki de bundan daha fazlası, kendisinin kim olduğunu merak etmeden edememesi olmuştu. Onun gibi, sıradan bir köyden sıradan bir oğlan nasıl olmuş da bir ejderhayı öldürebilmişti? Onu bekleyen kader neydi? Bunun hiç de sıradan bir kader olmayacağını hissetmeye başlamıştı.

СКАЧАТЬ