Arena Bir . Морган Райс
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Arena Bir - Морган Райс страница 7

СКАЧАТЬ halde tutuyorum. Babamın motosikleti için her gün Tanrı'ya şükrediyorum ve babama da, onu son kez doldurduğu için minnettarım; Halen bir avantaja ve değerli bir şeye sahip olduğumuzu bana düşündüren bu alet, eğer her şey baş aşağı giderse, buradan kurtulmak için son şansımız olacak. Babamın her zaman garaja koyduğu bu aracı, savaştan sonra buraya ilk geldiğimiz zaman, derhal buradan çıkarıp, tepenin yukarısına, ağaçların arasına götürdüm ve kimsenin bulamayacağı şekilde üstünü çalılar ve dallarla örttüm. Çünkü birisi evimizi keşfedecek olsa, ilk bakacağı yer garajımız olur.

      Ayrıca annemin tüm itirazlarına rağmen, babamın bana bu aleti kullanmayı öğretmiş olmasına memnunum. Yanındaki sepeti yüzünden öğrenmesi diğer motosikletlerden daha zordu. Babamın sepette oturmuş, aracı her stop ettirişimde bana bağırarak emirler verişini hatırlıyorum. Motoru kullanmayı, bu yokuşlarla dolu, affı olmayan dağ yollarında, ölmekten korkarak öğrendim. Yamaçtan aşağı bakarak, yüksekliği hesapladığımı ve ağlayarak, direksiyona geçmesi için ona yalvardığım zamanları hatırlıyorum. Fakat o hep reddederdi. İnatla orada oturur, sızlanmayı kesip, tekrar denememi beklerdi. Ve böylece, kullanmayı öğrendim. Özetle, böyle şartlar altında büyüdüm.

      Sakladığım günden beri ona elimi sürmedim. Benzine ihtiyacım olmadığı sürece gidip de ona bakma riskini almıyorum. Bunu da zaten sadece geceleri yaparım. Bir gün başımız derde girer de, hızlıca tüymek zorunda kalırsak, Bree ve Sasha'yı sepete koyduğum gibi güvenli bir yere kaçacağız. Fakat doğruyu söylemek gerekirse, nereye gideriz hiç bilmiyorum. Duyduklarım ve gördüklerimden anladığım kadarıyla dünyanın geri kalanı bir çöle dönüşmüş halde ve her tarafta suçlular ve çetelerle kaynarken, çok az sayıda hayatta kalmayı başaran insan var. Hayatta kalmayı başarmış olan şiddet meraklısı tipler şehirlerde toplanmışlar ve kendi ihtiyaçları için ya da arenalarda ölümüne dövüştürmek üzere insanları kaçırıp, onları köle yapıyorlar. Eğer yanılmıyorsam Bree ve ben, şehrin dışında, özgürce yaşayabilen azınlıktanız. Ve tabii bir de, açlıktan ölmemiş olan azınlıktan.

      Mumu yakmış, Sasha ile beraber karanlık evin içinde sessizce yürüyorum. Bree sanırım uyuyor ve ben bunu biraz endişeyle karşılıyorum: çünkü normalde bu kadar uykucu değildir. Kapısının önünde durup, uyandırsam mı acaba, diye düşünüp taşınıyorum. Öylece dururken, gözlerim aynadaki görüntüme takılıyor ve ürküyorum. Aynaya her bakışımda, kendimi biraz daha yaşlanmış görüyorum. İnce ve köşeli suratım, soğuktan kızarmış bir halde. Uzun, kumral saçlarım omuzlarıma düşerek, suratıma çerçeveye almış gibiler. Çarpıcı ve haşin görünümlü çelik grisi gözlerim ise sanki tanımadıkları birine bakıyormuş gibi duruyorlar. Babam gözlerimin bir kurtun gözlerine benzediğini söylerdi. Annem ise ne kadar güzel olduklarını. Hangisine inanacağımı bilemezdim.

      Kendimi görmek istemeyerek, çabucak kafamı çevirdim. Uzanıp aynayı tersine çeviriyorum ki böyle bir şey bir daha olmasın.

      Bree'nin kapısını yavaşça aralıyorum. Bunu yaptığım an, Sasha yerinden fırlayarak yatağa çıkıyor ve kafasını Bree'nin göğsüne dayayarak, onun suratını yalamaya koyuluyor. İkisinin bu kadar yakın olması, hatta benim Bree ile olduğumdan bile daha yakın oluşları, beni her zaman şaşırtmıştır.

      Bree kısılmış gözleriyle karanlığın içine doğru bakıyor. "Brooke, sen misin?" diyor.

      "Benim." diyorum, sessizce. "Döndüm."

      Doğrulup, tanıyan gözlerle bakıyor. Yerde serili olan ucuz döşekten, üzerindeki battaniyeyi fırlatarak, pijamaları içinde kalkıyor. Genelde olduğundan daha yavaş hareket ediyor.

      Eğilerek, ona sarılıyorum.

      Heyecanımı zar zor bastırarak, "Senin için bir sürprizim var." diyorum.

      Gözlerini merak açarak bakıyor ve hemen ardından gözlerini kapatıp, ellerini uzatarak, sürprizini bekliyor. Bana karşı bu kadar güven duyması hoşuma gidiyor. İlk hangisini versem diye düşündükten sonra, çikolatada karar kılıyorum. Cebime uzanıp, çikolatayı çıkarıyorum ve yavaşça avucunun içine bırakıyorum. Gözlerini açarak, eline doğru bakıyor ama karanlıkta emin olamıyor. Mumu ona doğru tutuyorum.

      "Bu da ne?" diye soruyor. "Çikolata." diyorum.

      Sanki onunla dalga geçiyormuşum gibi bana bakıyor. "Ciddiyim." diyorum.

      İdrak edemediği için, "Fakat nereden buldun?" diye soruyor. Eline koyduğum şeye, sanki bir asteroid taşıymış gibi bakıyor. Onu suçlayamam; artık bu tür bir şeyi bulabileceğim ne dükkanlar, ne de insanlar etrafta bulunuyor. İki yüz kilometrekarelik bir alan içinde böyle bir şeyi bulma olasılığım neredeyse sıfır.

      Gülümsüyorum. "Noel Baba sana vermem için yolladı. Erken bir Noel hediyesi."

      Kaşlarını çatarak, "Hayır, doğruyu söyle." diye ısrar ediyor.

      Artık ona buradan ayrılıp, yarın yeni evimize taşınacağımızı söylemenin zamanının geldiğini anlayarak derin bir nefes alıyorum. Ona, bunu nasıl ifade etmem gerektiğini anlamaya çalışıyorum. Umarım benim kadar heyecanlanır. Ancak söz konusu olan çocuklar oldu mu, asla emin olamazsınız. Bu eve fazla bağlanmış olup, ayrılmak istemezse diye endişeleniyorum.

      Aşağı eğilip, omuzlarından tutuyorum ve "Bree, önemli bazı haberlerim var." diyorum. "Bugün dağın yukarılarında, görebileceğin en inanılmaz yeri keşfettim. Küçük, taştan ve bizim için çok uygun bir kulübe. Rahat, sıcak, güvenli ve her akşam

      yakabileceğimiz müthiş bir şöminesi var. En iyi tarafı ise her türlü yiyeceği bulundurması. Mesela bu çikolata gibi."

      Gözlerini tekrar çikolataya indiren Bree, onu dikkatli inceliyor ve gözlerini kocaman açarak, çikolatanın gerçek olduğunu anlıyor. Folyosunu nazikçe açarak, kokluyor. Gözlerini kapatarak, gülümsedikten sonra bir ısırık almak için eğiliyor fakat kendini ansızın durduruyor. Endişeli gözlerini bana çeviriyor.

      "Peki ya sen?" diye soruyor. "Tek çikolata bu mu?"

      İşte benim Bree'im. Açlık çektiği zamanlar bile düşünceli. "Önce sen." diyorum. "Merak etme."

      "Yavaş çiğne." diye uyarıyorum. "Karnının ağrımasını istemezsin."

      Yavaşlayarak, her ısırığın tadına varıyor. Çikolata kalıbından büyük bir parça kopararak, avucuma bırakıyor. "Sıra sende." diyor.

      Çikolatayı yavaşça ağzıma götürüp, küçük bir ısırık alıyorum ve onu bir süre dilimin üzerinde bırakıyorum. Biraz emdikten sonra yavaşça çiğnemeye başlıyorum. Çikolatanın tadı ve kokusu, tüm duyularımı harekete geçiriyor. Bu büyük ihtimalle şimdiye kadar yediğim en güzel şey.

      Sasha iniltiler çıkararak, burnunu çikolataya sürtüyor. Bree kırdığı bir avuç çikolatayı ona doğru uzatıyor. Sasha çikolatayı elinden kaptığı gibi tek bir seferde yutuveriyor. Bree neşe içinde, her zamanki gibi Sasha'ya sevgiyle bakıyor. Ardından

      Bree etkileyici bir şekilde kendine hakim olarak çikolatanın geri kalanını ambalajına geri sararak, kıyafet dolabının en üstüne, Sasha'nın erişemeyeceği bir yere kaldırıyor. Bree halen güçsüz olabilir, ancak neşesi yerine gelmeye başladı.

СКАЧАТЬ