Название: Arena Bir
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Köle Tüccarları Üçlemesinin
isbn: 9781632912138
isbn:
Her bir köşesini, duvar diplerini araştırıyorum. Fakat içerisi terk edilmiş bir halde.
Ansızın, yumuşak bir şeyin üzerine basıyorum. Eğilip, elime alıyorum ve ışığa doğru kaldırıyorum. Şaşırmış bir haldeyim: bu bir oyuncak ayı. Yıpranmış ve tek gözü eksik olabilir, ancak Bree oyuncak ayılara bayılır ve geride bıraktığı ayıcığını her zaman özlemiştir. Bunu görünce mutluluktan havalara uçacak. Anlaşılan bugün, onun şanslı günü.
Oyuncak ayıyı kemerimin içine sıkıştırıp, kalkarken, parmaklarım yerdeki yumuşak bir şeye sürtünüyor. Kaldırıp, baktığımda, bunun bir atkı olduğunun farkına memnuniyetle varıyorum. Siyah renkli ve tozla kaplı olduğu için onu karanlıkta görememişim. Onu boynuma ve göğsüme yaklaştırdığım da sıcaklığını hissetmeye başlıyorum bile. Cama doğru tutarak, üzerindeki tozu atması için iyice silkeliyorum. Işığın altında şöyle bir göz gezdirdiğim de uzun ve kalın olduğunu, hatta üzerinde tek bir delik dahi olmadığını fark ediyorum. Saf altın gibi. Hemen boynuma sararak, kıyafetimin içine sokuyorum. Şimdiden ısınmaya başladım bile. Tozdan dolayı, hapşırıyorum.
Güneş batıyor ve anlaşılana göre bulabileceğim her şeyi çoktan buldum bile. Kapıya doğru yöneldiğimde ayağımı sert, metalden bir şeye çarpıyorum. Durup, dizimin üstüne çöküyorum ve bunun bir çeşit silah olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Hayır, değil. Bu tahta zeminden çıkan demir bir topuz. Tıpkı bir kapı koluna benziyor.
Sağa, sola oynatıyorum ama hiçbir şey olmuyor. Döndürmeyi deniyorum ama gene sonuç yok. Şansımı deneyip, kenarından yukarı doğru, sertçe çekiyorum.
Açılan gizli bir kapıdan, etrafa tozlar yayılıyor.
Aşağı doğru bakıyorum ve buranın iki metre yüksekliğinde, toprak zemine sahip bir oda keşfediyorum. Kalbim, ihtimalleri düşündükçe hızlanıyor. Eğer burada yaşasaydık ve başımız dertte olsaydı, Bree'yi buraya saklayabilirdim. Bu küçük kulübe gözümde gittikçe daha çok değer kazanıyor.
Sırf bu da değil. Aşağıya baktığım da, gözlerim parlak bir şeye takılıyor. Tahta kapıyı ardına kadar açıyorum ve merdiveni hızlıca aşağı indiriyorum. Ellerimle etrafa dokunarak, zifiri karanlığın içine dalıyorum. Bir adım atmamla beraber, elim bir şeye değiyor. Cam. Duvarlara gömülü rafların üzerinde sıralanmış şekilde duran cam kavanozlar bulunuyor.
Birini çekip, ışığa doğru tutuyorum. İçindeki şeyler kırmızı ve yumuşak görünüyor. Reçele benziyorlar. Teneke kapağı hızlıca açıp, burnuma yaklaştırıyorum ve kokusunu içime çekiyorum. Ahududuların keskin kokusu, adeta bir tokat gibi yüzüme iniyor. Parmağımı içine daldırıp, kepçeliyorum ve tereddüt içinde dilime değdiriyorum. Bunun sahiden de ahududu reçeli olduğuna inanamıyorum. Tadı da o kadar güzel ki sanki daha dün yapılmış gibiler.
Hızlıca kapağı geri takıp, şişeyi ceplerimden birine tıkıştırıyorum ve tekrar raflarla ilgilenmeye başlıyorum. Ellerimi karanlığın içinde gezdirdiğimde, bu şişelerden an az bir düzine
daha olduğunu anlıyorum. Bana en yakın olanı kaptığım gibi ışığa geri dönüyor ve şişeyi kaldırıyorum. İçindekiler turşuya benziyor.
Şaşkınlık içindeyim. Burası resmen bir altın madeni.
Keşke yanıma daha fazlasını alabilseydim ama ellerim donmak üzere ve taşıyabilecek yerim yok. Ayrıca hava da kararıyor. O yüzden turşu kavanozunu bulduğum yere geri bırakıp, merdiveni çekiyor ve gizli kapıyı ardımdan sıkıca kapıyorum. Keşke yanımda bir kilidim olsaydı; tüm bu şeyleri korumasız bir halde bıraktığım için tedirginlik duyuyorum. Ama sonra kendime buraya yıllardır kimsenin uğramadığını ve eğer o ağaç düşmeseydi, benim de asla fark etmeyeceğimi kendime hatırlatıyorum.
Evi terk ederken, kapıyı, burayı artık yeni evimizmiş gibi gördüğüm için korumacı bir duyguyla, sıkıca kapıyorum.
Ceplerim dolu bir şekilde göle doğru koşturuyorum. Fakat hissettiğim bir hareketlilik ve duyduğum bir ses, olduğum yerde donup kalmama neden oluyor. Birisi beni izlemiş olabilir mi, diye endişeleniyorum. Ancak yavaşça arkama dönüp baktığım zaman, daha farklı bir manzarayla karşılaşıyorum. Yıllardan beri gördüğüm ilk geyik bu. İri, kara gözleri, benimkilere kilitlenmiş bir halde. Birden geriye dönüp, kaçmaya başlıyor.
Nutkum tutulmuş bir haldeyim. Neredeyse bir ayımı geyik arayarak geçirmiş, yeteri kadar yaklaşarak, bıçağımı bir tanesine fırlatabileceğimi ummuştum. Ancak karşıma bir tanesi bile çıkmamıştı. Belki yeteri kadar yükseklerde avlanmıyordum. Belki en başından beri buradaydılar.
Ertesi sabah ilk iş olarak buraya dönmeye ve gerekirse tüm gün beklemeye karar veriyorum. Eğer bir kere buraya gelmişse, belki tekrar geri dönebilir. Onu bir dahaki görüşümde, öldüreceğim. Karnımızı haftalarca tok tutabilir.
Göle geri dönerken içim umutla dolu. Oltama yaklaştığım zaman, yüreğim yerinden oynuyor: olta neredeyse yarısına kadar bükülmüş bir vaziyette. Heyecan içinde titreyerek, buzun üzerinde düşe kalka koşuyorum. Çılgıncasına sallanan ipi yakalıyorum ve yeteri kadar sağlam olması için dua ediyorum.
Hızlıca ipi çekiyorum. Büyük bir balığın da kuvvetli bir şekilde beni çektiğini hissedebiliyorum. İpin kopmaması, kancanın kırılmaması için sessizce yalvarıyorum. Son kez hızlı bir şekilde yükleniyorum ve balık uçarak delikten fırlıyor. Bu, kolum büyüklüğünde kocaman bir somon balığı. Buza inmesiyle beraber çırpınarak, kaymaya başlıyor. Koşup, yakalamak için uzanıyorum ama ellerimin arasından kayarak, buzun üstüne geri düşüyor. Ellerim onu tutamayacak kadar kaygan, bu yüzden elbisemin kollarını indirerek, daha sıkı bir şekilde tekrar yakalamaya çalışıyorum. Ellerimin içinde çırpınarak, en sonunda ölene kadar en az otuz saniye boyunca kıvranıyor.
Şaşkına dönmüş bir haldeyim. Bu, aylardan beri yakaladığım ilk balık.
Buzun üzerinde kayarak, balığı gölün kenarına bıraktığımda, mutluluktan uçar bir haldeyim. Bir şekilde hayata dönüp,
göle geri dönecek diye korktuğum için üzerini karla kaplıyorum. Bir elime olta ve ipi alıp, diğeriyle de balığı kapıyorum. Ceplerimden birinde kavanozu, diğerinde ise termosla beraber sıkışmış çikolata ve belimde ise oyuncak ayıyı hissedebiliyorum. Bree bu gece birçok zenginliğin tadına varacak.
Alınacak tek bir şey kaldı. Kuru odun yığınlarının bulunduğu yere dönerek, serbest olan elimle alabildiğim kadar çok kütük alıyorum. Birkaçı düştüğü için, istediğim kadar alamıyorum ama şikayet edecek halim de yok. Geri kalanlar için sabahleyin dönebilirim.
Eller, kollar ve cepler dolu bir halde, günün son ışıkları altında, hazinelerimi düşürmemeye dikkat ederek dağdan aşağı inmeye başlıyorum. Yol boyunca kulübe aklımdan bir an için bile çıkmıyor. Orası mükemmel bir yer ve kalbim ihtimalleri düşündükçe daha hızlı atıyor. İhtiyacımız olan şey tam olarak öyle bir yer. Babamın evi fazla dikkat çekici, hemen ana yolun kenarında СКАЧАТЬ