Arena Bir . Морган Райс
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Arena Bir - Морган Райс страница 11

СКАЧАТЬ zamandır ekonomik bir bunalım yaşıyordu ve bu politikacıyı desteklemeye hazır, işsizlikten yaka silkmiş birçok insan vardı. Bu adamın popülaritesini seven medya, onu daha fazla ekran karşısına çıkartmaya başladı. Kısa süre içinde popülaritesi arttı. Onu durduracak kimsenin olmayışı, Demokratların taviz vermemekte kararlı oluşu ve görüşlerinin destek görmesi sonucunda fikirleri iyice sertleşti. Partisi, kuracakları ulus için yeni bir bayrak ve hatta yeni bir para birim teklifi sundu.

      Bardağı taşıran son damla bu oldu. Eğer birisi öne çıkarak, onu durdurmuş olsaydı, tüm olacakların önü kesilebilirdi. Fakat kimse bunu yapmadı. O da bundan cesaret alarak, daha da ileri gitti.

      Bundan cesaret bularak, yeni birliğin kendine ait bir polis gücü, mahkemeleri, eyalet polisleri ve tabii ki ordusunun olması teklifinde bulundu. Bu da, işleri geri dönülemez bir noktaya getirdi.

      Dönemin Demokrat Başkanı iyi bir lider olsaydı bu olanlar engelleyebilirdi. Fakat birbiri ardına kötü kararlar vererek durumu daha beter bir hale getirdi. Halkı sakinleştirmek, böyle huzursuz bir ortama neden olan temel sebeplere çözümler bulmak yerine, "Asiler" dediği bu insanları bastırmak için daha sert bir yöntemi tercih etti: Cumhuriyetçi Partinin tüm ileri gelenlerini halkı isyana teşvik etmekle suçladı. Sıkı yönetim ilan ettikten sonra bir gece yarısı, parti liderlerini tutuklattı.

      Süreci hızlandıran bu hareket, partiyi de ikiye böldü. Benzer bir gelişme orduda yaşandı. Halk, her evde, her kasabada, her askeri kışlada birbirinden ayrı düşmeye başladı; gerilim, yavaşça, sokaklarda tırmandı ve komşu, komşudan nefret eder hale geldi. Aileler bile kendi aralarında taraflaşmaya başladılar.

      Cumhuriyetçilere yakın olan bir grup ordu mensubu, aldıkları emirler doğrultusunda darbe girişiminde bulunarak, tutuklu parti liderlerini hapishaneden kaçırdılar. Burada bir çatışma gerçekleşti. Capitol Binasının basamaklarında, herkesin beklediği ilk kurşunlar, ateşlenmişti. Subaylardan birinin silahına uzanmakta olduğunu sanan genç bir asker, tetiğe basan ilk kişi oldu. Ölen ilk askerden sonra, artık geri dönüş yoktu. Son çizgi çekilmişti. Bir Amerikalı, başka bir Amerikalıyı öldürmüştü. Ardından yaşanan silahlı çatışmada bir düzine asker öldü. Cumhuriyetçi yöneticiler ise konumu bilinmeyen bir bölgeye kaçırılmışlardı. Ve bu noktadan sonra başta ordu ve devlet olmak üzere, kasabalar, köyler, ilçeler ve eyaletler, ikiye ayrıldılar. Bu olaya daha sonra, İkinci Dalga denildi.

      İlk birkaç gün boyunca, kriz yöneticileri ve devletin içindeki farklı gruplar, barış için uğraştılar. Ama bu yetersiz çabalar için artık çok geçti. Yaklaşan fırtınayı durdurmaya, kimsenin yetecek gücü yoktu. Hem ilk saldıran olmanın vereceği hız ve sürpriz üstünlüğünü, hem de kazanacakları şöhreti düşünen savaş yanlısı bir grup general, işleri kendi bildikleri gibi halletmeye karar verdiler. Düşmanı derhal ezmenin, bu savaşa son noktayı koymak için en iyi yol olduğunda mutabık olurlar.

      Savaş böylece başladı. Amerika topraklarında cepheler açıldı. Yeni Gettysburg3 haline gelen Pittsburgh'te bir haftada iki yüz bin kişi öldü. Tanklar tanklara, uçaklar uçaklara karşı seferber edildi. Şiddet her gün, her hafta daha da arttı. Taraflar kesin olarak belirlenmiş, polis ve askeri kuvvetler bölünerek, ülkenin her eyaletinde birbirleriyle çarpışmaya başlamışlardı. Herkes, her yerde, dost dosta, kardeş kardeşe karşı dövüşüyordu. Savaş öyle bir noktaya vardı ki artık insanlar, ne için savaştıklarını unutmuşlardı. Kimse tüm bir ulusu kan gölüne çeviren bu savaşı durdurabilecek güçte değildi.

      Şu noktaya kadar savaş her ne kadar şiddetli geçiyor olsa dahi, gene de alışılageldik yöntemlerle ilerliyordu. Fakat bundan sonra savaş olabilecek en kötü yola saptı, Üçüncü Dalga. Umutsuzluk içindeki Başkan, savaşı yönetmekte olduğu gizli sığınağından, bu "Asileri" durdurmak için tek bir yol olduğuna karar verdi. En deneyimli askeri danışmanlarını çağıran Başkan, onlardan direnişi sonlandırmak için elindeki en güçlü yönteme başvurması yönünde tavsiye aldı: belirli hedefleri vuracak nükleer füzeler. Başkan buna onayladı.

      Ertesi gün, Amerika'nın dört bir tarafındaki Cumhuriyetçilere ait üstlere nükleer füzeler yollandı. Nevada, Texas, Mississippi de milyonlarca insan anında can verdi.

      Cumhuriyetçiler buna karşılık verdiler. NORAD'a4 pusu kurarak, nükleer silahlara el koydular ve bunlarla Demokrat hedeflere karşı saldırıya geçtiler. Maine ve New Hampshire gibi eyaletler neredeyse tamamen yok oldu. Ertesi on gün içindeyse tüm Amerika'da ki tüm şehirler yıkıma uğradı. Ardı ardına gelen yıkım dalgalarında ölmeyenler, kısa bir süre sonra zehirli hava veya sudan öldüler. Bir ay içinde ise savaşacak tek bir kişi bile kalmamıştı. İnsanlar eski komşularıyla çarpışmak için mahallelerini ve evlerini terk etmişlerdir.

      Fakat babam göreve bile çağrılmaya beklemeden, çok daha önce bizden ayrıldı. Tüm bu yaşananlar gerçekleşmeden önce Deniz Piyadelerinde yirmi yıl boyunca subaylık yapmış olan babam, olayların hangi yöne doğru gittiğini çoğu kişiden önce fark etmişti. Haberleri izlerken ne zaman iki politikacının birbirlerine olabilecek en saygısız şekilde hitap ederek, devamlı gerilimi tırmandırdıklarını görse, kafasını sallayarak, "Bu iş savaşa kadar varacak. Güven bana." derdi.

      Ve haklıydı da. Tüm bunlar olmadan önce babam, Piyadelerden yıllar önce emekli olmuştu; fakat ilk silahın ateşlendiği gün, gönüllü olarak birliğine geri döndü. Henüz geniş çapta bir savaş ihtimalinden bahseden bile yoktu. Daha başlamayan bir savaş için gönüllü olarak ilk kişi babamdı belki de.

      Bu yüzden ona karşı hala öfkeliyim. Neden bunu yapmak zorundaydı ki? Neden öldürme işini başkalarına bırakmıyordu? Niçin evinde kalarak, bizi korumamıştı? Neden ülkesi, ailesinden daha önemliydi?

      Bizi terk ettiği günü tüm canlılığıyla hatırlıyorum. Okuldan yeni dönmüştüm ki henüz kapıyı bile açmadan evden gelen bağrışma seslerini işittim. Kendime hakim olmaya çalıştım. Annem ile babamın devamlı ettiği kavgalardan nefret ederdim. Bunu da sıradan tartışmalarından biri sandım.

      Kapıyı açtığım an, bu kavganın daha farklı bir yanı olduğunu anlamıştım. Bir şeyler çok ama çok tersti. Babam üniformasını giymiş bir halde dikiliyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. Bu kıyafeti giymeyeli yıllar olmuştu. Şimdi neden giyiyordu ki?

      Annem, "Sen erkek değilsin!" diye bağırıyordu. "Aileni terk ettiğin için korkağın tekisin! Hem de hangi amaçla? Gidip, masum insanları öldürmek için mi?"

      Babamın suratı kırmızı bir renk aldı, her sinirlendiğinde olduğu gibi.

      "Neden bahsettiğinin farkında değilsin!" diye bağırarak karşılık verdi. "Ülkeme karşı olan vazifemi yerine getiriyorum. Yapılması gereken en doğru şey bu."

      "Kimin için en doğrusu?" diye bağıran annem, "Ne için savaştığını bile bilmiyorsun. Bir avuç aptal politikacı için mi?" şeklinde devam etti.

      "Ne için savaştığımı gayet iyi biliyorum: ulusumuzu bir arada tutmak için."

      "Ah, çok pardon, Bay Amerika! Kafanda bu durumu istediğin gibi aklayabilirsin, fakat gerçek şu ki sen bana tahammül edemediğin için ayrılıyorsun. Çünkü sivil hayatla nasıl başa çıkacağını bilemiyorsun. Çünkü Piyadelerden sonra hayatında anlamlı bir şeyler yapamayacak kadar aptalsın. O yüzden eline geçen ilk fırsat sayesinde bizi-"

      Babam, СКАЧАТЬ