Mısır'ın Kutsal Kedisi. G. A. Henty
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mısır'ın Kutsal Kedisi - G. A. Henty страница 18

Название: Mısır'ın Kutsal Kedisi

Автор: G. A. Henty

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258361452

isbn:

СКАЧАТЬ kaçınırdı. Nehirden aşağı ilerlerken oğluna yanından geçtikleri birçok farklı yapıdan bahsetti, birbirine hasırotuyla bağlanmış tahta döşemeli uzun kayıklarında ya da tamamen aynı bitki şeritleriyle bağlanmış papirüslerden oluşan sandallara benzeyen daha küçük teknelerde balıkçıların nasıl balık tuttuğunu; çok sayıda kanala açılan giriş bölümlerini gösterip nehir suyunu içeri alan geçit kapılarının işleyişini; birçok tapınağın, kasabanın ve köyün tarihini; nehrin üstünde güneşlenen çok sayıda su kuşunun ismini sayıp onların doğasını ve kuş avcıları tarafından nasıl avlandıklarını; büyük mezarları gösterip kimler tarafından inşa edildiğini anlattı.

      “En büyük mezar tam bir kibir ve ahmaklık abidesidir oğlum. Piramitlerin en büyüğünü kendisini ölümsüz kılacağını düşünen bir kral yaptırmıştı ama yapımı insanları öyle büyük, öyle feci bir sıkıntıya soktu ki herkes kraldan nefret etti, sonunda da kendisi için yaptırdığı kabre asla kavuşamadı. Görüyorsun ya, öldükten sonra kralları her daim olumlu yönde değerlendirme gibi bir âdetimiz yok. Bir kral öldüğünde halk bir araya gelir ve onlara merhum hükümdarın ülkeyi iyi yönetip yönetmediği sorulur. Eğer yüksek sesle onaylayarak karşılık verirlerse hükümdar muhtemelen kendisi için çoktan hazırlattığı ya da vârisinin yaptırdığı uygun bir mezara gömülür ama verdikleri cevap hükümdarın kötü yönettiği yönünde olursa onuruna düzenlenen kutsal törenler iptal edilir ve kendisi için hazırlattığı anıt mezar sonsuza dek boş kalır. Bu yüzden halkının nefretini kazanan çok az kralımız vardır çünkü genellikle yetiştirilme biçimlerine gösterilen özen, bu süreçte dindarlığı ve eğitimine göre seçilen gençlerle arkadaşlık etmeleri, en yoksul vatandaşları gibi ülkenin kanunlarına saygı göstermek zorunda olmaları onlar üzerinde yeterli bir denetim olur. Fakat öldükten sonra halkları tarafından yargılanacak olmalarının bilinci en pervasız hükümdarın bile üzerinde ihtiyatlı olması için bir baskı kurar.”

      “Piramitleri görmeyi çok istiyorum,” dedi Chebron. “Tuğladan mı yoksa taştan mı yapıyorlar? Çünkü duyduğuma göre yüzeyleri o kadar pürüzsüz ve parlakmış ki sanki tek bir parçadan kesilmiş gibi görünüyorlarmış.”

      “Piramitleri devasa taş bloklardan yapıyorlardı, her bir bloğu kesildiği taş ocağından taşımak için yüzlerce adam gerekiyordu.”

      “Peki, çalışanlar genellikle köle mi yoksa halktan mı?”

      “Savaşta ele geçirilen çok sayıda köle çalışıyordu,” dedi rahip. “Ama sayıları ne kadar olursa olsun bu iş için bir hayli yetersiz kalıyorlardı, bunun üzerine Mısır halkının neredeyse yarısı evlerini terk edip piramitlerde çalışmak zorunda kalıyordu. Ortaya çıkan yük ve sıkıntı o kadar büyüktü ki bu piramitleri yaptıranlar şimdi bile lanetlerle anılıyor, haklı olarak tabii; aynı işgücünü kullanarak ne faydalı işler yapılmazdı ki! Mesela ülkedeki kanal sayısı iki katına çıkarılabilir, toprağın verimi büyük ölçüde artırılabilirdi. Bataklık ve sığ göllerden geniş araziler elde edilebilir, tarladan elde edilen ürün iki katına çıkarılabilirdi.”

      “Ne görkemli tapınaklar yapılabilirdi belki de!” dedi Chebron hevesle.

      “Hiç şüphesiz oğlum,” dedi rahip kısa bir sessizliğin ardından sakince. “Ama tanrılar için yapılan tapınaklarının onlara layık olması yerinde ve isabetli olsa da biz yine de tanrıların Mısır’ı sevdiğine ve halkın refah içinde yaşamasından mutlu olduğuna inanıyoruz; bence az önce bahsettiğim işlere benzer halkın durumunu iyileştirecek büyük gelişmeleri onurlarına görkemli tapınaklar ve uzun sıralar halinde sfenksler yapılmasına tercih ederlerdi.”

      “Evet, galiba öyle,” dedi Chebron düşünceli bir şekilde. “Ama baba, bize hep en önemli görevimizin tanrıları onurlandırmak olduğu, yeni tapınaklar yapıp halihazırda olanları güzelleştirmek için harcanan paranın en doğru harcama olduğu öğretildi.”

      “En büyük görevimiz tabii ki tanrıları onurlandırmaktır Chebron ama bunun en doğru şekilde nasıl yapılacağı başka bir konu ve senin gibi genç birinin kafa yorması için de fazla derin bir mesele. Bunun için ilerleyen yıllarda çok vaktin olacak. Bak, nehrin sağ kıyısındaki tapınağı görüyor musun? Bu gece orada konaklayacağız. Ulağım geleceğimizi onlara haber verecek, biz varana kadar her şey hazırlanmış olacak.”

      Tapınağa yaklaştıklarında nehrin eşiğine kadar uzanan büyük taş basamaklarda toplanmış olan bir sürü insan gördüler, ardından bir müzik duyuldu. Ameres iskeleye vardığında hepsi önünde eğilmiş olan rahipler tarafından büyük bir saygıyla karşılandı, daha alt konumlardakiler ise yüzleri yere değene kadar eğildiler ve Ameres yanlarından geçip gidene kadar kalkmadılar. Tapınağa girdiği anda geçit töreni başladı. Kutsal çanaklar ve tanrı sembolleri taşıyan rahipler önünden geçip mihraba yürüdü; ortalıkta görünmeyen müzisyenlerden oluşan bir grup ayinlere özgü bir nağme tutturdu, adak ve semboller taşıyan rahibeler ve genç kızlar da Ameres’in peşinden yürüdü. Ameres de haliyle mihraptaki kurban töreninde başlıca rolü üstlenip kurbanın boğazını kesti ve parçalarını özellikle tanrılara adanması için bir kenara koydu.

      Merasim bittikten sonra geçit töreni başrahibin evine kadar devam etti. Burada herkes yeniden başrahibi selamladı, akabinde Ameres, oğlu ve hizmetçileriyle içeri girdi. Bir ziyafet halihazırda onları bekliyordu. Ameres önde gelen rahiplerle sofraya oturdu, Chebron ise kendisi için hazırlanan odaya çekildi ve yemeği masada servis edildi. Amuba ve başrahibin geri kalan hizmetçileri başka bir odada yemek yedi. Chebron yemeğini bitirdikten hemen sonra Amuba’nın yanına geldi.

      “Hadi kimseye görünmeden çıkalım buradan,” dedi. “Ziyafet saatlerce sürer, sonra da geceye kadar müzikli eğlence olur. Babam tüm bunlardan iliklerine kadar nefret eder; o sade yemekleri seviyor, rahiplerin de sade yemeklerden başka bir şey yememesi gerektiğini düşünüyor. Yine de bir konuğun önüne konan yiyecekle ilgili yorum yapması nazik bir davranış olmayacağı için şölen bitene kadar tüm bunlara katlanacağından eminim. Bu durumun, ne zaman bir yere gitse insanların onun şerefine bir şölen hazırlaması gerektiğini sanmasının, bulunduğu konumun en büyük zorluklarından biri olduğunu söylemişti; o ise haşlanmış mercimek ve sudan oluşan bir yemeği önüne konulan en şaşaalı sofraya tercih eder.”

      “Tüm yolculuk boyunca böyle mi olacak?” diye sordu Amuba.

      “Ah hayır! Bildiğim kadarıyla nehri geçene kadar bir tek bu tapınakta konaklayacağız çünkü babam burayı es geçerse rahipler bunu bir saygısızlık olarak düşünür ama ondan sonra tekneden inip araba ve kağnılarla yola devam edeceğiz. Goşen’e vardığımızda babamın kendi için yaptırdığı küçük bir evde kalacağız, burada kendi çiftliğimizdeki gibi bütün o yaygara ve törenlerden uzakta olacağız. Babam orada devlet işleri ve sulama çalışmalarıyla uğraşacak, her ne kadar çevre gezilerinde onunla gidecek olsak da bir müfettişin görevlerini az çok anlamaya başladığım için gittiğimiz yerde eğlenip avlanmaya bol bol vaktimizin kalacağını sanıyorum.”

      Nehir kıyısında bir iki saat dolaştılar, ay ışıl ışıl parlıyordu, bir sürü kayık nehirden geçiyordu; rüzgâr o kadar hafifti ki yelkenler neredeyse hiç açılmamıştı, bu yüzden nehirden aşağı inen kayıklar akıntıyla gidiyordu; nehrin yukarısına doğru giden kayıklarsa kıyıya yakın duruyor, ya uzun sırıklarla itiliyor ya da kıyıdaki bir grup adam tarafından çekiliyordu. Eve döndüklerinde biraz müzik dinleyip СКАЧАТЬ