Valdemar’ın yüksek idarecisi olan Sigurd Erikson büyük bir saygınlık ve pek çok hizmetliyle beraber kralın sarayında yaşıyordu. O yüzden hediye olarak getirdiği hazinelerin karşılığında Olaf Triggvison’u hizmetine aldı. Ancak Thorgils’le Egbert hâlâ köleydi ve kralın ahırlarında zor şartlarda çalışmaya verildiler.
İdareci Olaf’a çok iyi davranıyordu ve çok geçmeden onu kendi oğlu gibi görmeye, koruyup kollamaya, ne zaman bir araya gelseler onunla konuşmaya başladı ancak asla oğlanın, yolculuktan kralın mülküne getirdiği diğer şeylerden farkı olduğunu ele vermiyordu. Olaf da üvey kardeşine dahi yeni efendileriyle yakın akrabalığından bahsetmiyordu. Gerçi Kraliçe Astrid’in kardeşinin adını unutmayan Thorgils, Olaf’ın sırrını keşfetmiş olabilirdi. Ama kralın idarecisine Ofresteadli Erik değil de yalnızca Hersir Sigurd unvanıyla seslenildiğinden tesadüf olduğunu düşünmesi de mümkündü.
Olaf aylar boyunca ufak görevlerini uysalca yerine getirmişti ve hâlâ zorlu işlerin izlerini taşıdığından hiç kimse ona dikkat etmemişti. Sigurd sırrının güvende olmasına ve Valdemar’ın idarecisinin yasaları çiğnediğini asla öğrenmemesine memnundu. Ancak çok geçmeden oğlanın açık renkli saçları uzadı ve parlaklaştı, elleri sertliğini kaybetti ve iyice güzelleşen yüzüyle uzuvları insanları cezbetmeye başladı. Bu yüzden Sigurd, kraldan doğma bir genci kasten bu topraklara getirdiğinin öğrenilmesinin cezasını bildiğinden korkmaya başladı.
Kraliçe Allogia genç Olaf’ı fark edince tehlike giderek büyüdü; kraliçe bir tür kâhindi ve geleceği önceden görebiliyordu, oğlanın güzelliğinden hemen soylu bir aileden geldiğini anladı. Geçmişini öğrenme konusunda kararlıydı, böylece saraydaki pek çok kişiye onun nereden geldiğini sordu, annesiyle babasının ismini bulmalarını istedi. Ama hiç kimse bilmiyordu.
Allogia henüz yirmi iki yaşındaydı ve oldukça kadınsıydı, kral Sigurd’un kalbini kazanacağı korkusuyla bu yakışıklı idareciyle görülmesini hoş karşılamıyordu. Ancak erken kış günlerinden birinde Kraliçe, büyük salonlardan birinde Sigurd’la karşılaştı; adam Olaf’la baş başaydı ve oğlana kralın tahtının arkasındaki kara meşeye kazılı rünleri okumayı öğretiyordu.
Kraliçe içeri girerken Olaf geride durdu ama gözlerini üzerinden ayırmadı. Kadın dantellerle süslenmiş mavi, yünlü bir gömlek giymişti, altında kırmızı elbisesiyle gümüş kemeri vardı. Başının üzerinde şerit altın duruyordu ve kahverengi saçları iki yanından beline uzanıyordu. İdareciye yaklaştı ve salondan çıkarken ona şöyle dedi:
“Yalvarırım dersinize devam edin, hersir.”
“Affedersiniz hanımefendi,” dedi Sigurd. “Gence Kral Rurik’in rününü öğretiyordum, devam etmem şart değil.”
“Bir köle çocuğun rün öğrendiğini pek sık görmüyorum,” dedi Allogia, “böyle bir bilgi yalnızca yüksek mevkidekiler içindir.” Durup hızla ateşin başında ayağa kalkan büyük köpeğin başını okşayan Olaf’a baktı. “Ve yine de,” diye ekledi Kraliçe düşünceli bir halde, “senin deyiminle bu Ole denen oğlanın kanında köylülük olmadığını görüyorum. Soluk teni kral soylarından gelme. Soyu ne, Hersir Sigurd? Ona bunca iyilik yapmış, güzel kıyafetlerle donatmışsın, hatta rünleri okumayı öğretiyorsun, demek ki soylu doğduğunu biliyorsun. Kim bu?”
Bizzat Kraliçe’den gelen bu soruya itaatsizlik etmeye cüret etmek Sigurd’un kaşlarının çatılmasına neden oldu. Fakat Allogia adamın kafa karışıklığını fark etmedi. İri, koyu renkli gözleri, oğlanın ipeksi altın rengi saçlarını ve sıkı, sağlam vücudunu takdir edercesine dosdoğru Olaf’a baktı.
“Çocuğu Kuzey Estonya’dan aldım,” diye yanıtladı Sigurd bir anlık duraksamadan sonra. “Rathsdale’deki bir çiftçiden satın aldım ve ücret olarak iki gümüş para ödedim. Bir Viking’in oğlu olabilir, bilemiyorum. Çabuk kavrıyor ve her türlü oyunda zekâsını gösteriyor, o yüzden ona bir şeyler öğretmek hoşuma gidiyor.”
Allogia’nın gözlerinde şüphe vardı; sanki idarecinin kendisine gerçeğin yalnızca yarısını anlattığını anlamıştı. Kadının şüphesini gören Sigurd, Olaf’a yaklaşmasını işaret etti. Oğlan itaat ederek başını eğip Kraliçe’nin önünde durdu.
“Hangi soydan gelmesin oğlum?” diye sordu Sigurd. “Annen kim ve nasıl yaşıyor?”
Olaf efendisinin yüzüne sakince bakarken hızla yanıtladı:
“Annem fakir bir esirdir hersir,” dedi. “Vikingler onu denizin batısından Estonya’ya getirdi. Çocukluğumdan beri ondan haber almadım.”
Kraliçe ona acıyarak gülümsedi.
“Peki ya baban?” diye sordu.
Olaf başını sallayıp dalgın dalgın Kraliçe’nin bir sürü altın yüzük takılmış güzel ellerine baktı.
“Babamı hiç tanımadım hanımefendi,” diye yanıtladı. “Ben dünyaya gelmeden önce ölmüş.”
“Ama adını biliyorsun, değil mi?” diye ısrar etti Allogia. Artık Olaf ona kasıtlı yalan söylemekten korkuyordu ama dayısının hatırı için gerçeği dile getirmedi. Bir an için kekeledi, ardından köpeğin kulaklarını parmaklarının arasına alarak sert ve sıkı bir şekilde sıktı. Köpek ani acıyla uludu, sinirlenerek ileri doğru koştu. Ürken ve telaşlanan Kraliçe kenara çekilerek salondan görkemli bir edayla uzaklaştı.
Allogia haftalar sonra sorusuna bir cevap aradı. Sırrının açığa çıkmasından korkmaya devam eden Sigurd, görünmesin diye oğlanı saraydan uzak tuttu. Fakat onca dikkate rağmen tehlike tekrar kapıdaydı.
Kral Valdemar’ın Gerda adında bir annesi vardı, kadın çok yaşlı ve hasta olduğundan her zaman yataktaydı. Kâhinlik konusunda inanılmaz yetenekliydi ve Yul zamanı, misafirler kral salonunda toplandığında annesinin oraya taşınarak tahta oturtulması bir gelenekti. Orada ülkenin başına gelebilecek tehlikeler veya kendisine yöneltilen sorular konusunda kehanette bulunurdu.
Olaf’ın Holmgard’daki Yul ziyafetine katılacağı ilk kışında Gerda bu gelenek için getirildiğinde Valdemar ona bir sonraki yıl herhangi bir prensin ya da savaşçının topraklarına girip girmeyeceğini ya da askerlerini krallığına karşı kışkırtıp kışkırtmayacağını sordu.
Yaşlı anne büktüğü parmaklarını incelmiş, beyaz saçlarından geçirerek donuk gözlerini geniş salona dikti ve kehanetini söyledi:
“Feci bir savaş olacağına dair herhangi bir işaret fark etmedim,” dedi, “herhangi bir talihsizlik de. Ama harikulade bir olay görüyorum. Yakınlardaki Norveç diyarında, meşhur bir prens olana dek burada, Holmgard’da yetişecek bir çocuk doğdu; bu öyle yetenekli bir çocuk ki ona denk biri hiç gelmedi. Bu krallığa zarar vermeyecek ama ününü artırmak için pek çok şey yapacak. Henüz gençliğinin baharındayken asıl topraklarına dönecek ve dünyanın bu kuzey kısmında büyük bir zafer kazanacak. Ama daha çok zaman var. Şimdi götürün beni.”
Bu kelimeler söylenirken Kraliçe Allogia’nın gözleri, dayısı Sigurd’un bardağını tutan Olaf СКАЧАТЬ