“O zaman gel gemime binelim ve bolca bal likörüyle onun şerefine içelim,” dedi Viking. Sigurd’u iskeleden geçirdi ve aşağı inerek gemidekilerden biri geminin üstteki güvertesinde ya da kıç güvertesinde durarak geminin limandan ayrılmak üzere olduğunu belirten tiz boru sesini çıkarana dek içtiler.
Ardından Sigurd karaya çıktı ve kralın işleri için kasabayı dolaştı; akşam vaktine dek sarı saçlı oğlan aklına gelmedi.
Tekrar deniz kenarına geldiğinde bir tesadüf gerçekleşti.
Çocuk kıyıda tek başına durmuş boş boş, bazıları aşağıdaki gelgitin ardından kalan sakin sulardaki yansımalarının üzerinden süzülen, bazılarıysa kayalardaki parlak kısımlardaki yeşil ve kırmızı otların arasında yiyecek arayan beyaz kanatlı deniz kuşlarını izliyor ve sık sık denizin ortasında Jarl Klerkson’un ejder gemisinin yavaşça hareket ettiği, ıslak küreklerinin gül rengi ışıkla parıldadığı günbatımının olduğu tarafa bakıyordu.
Birdenbire arkasından neşeli, çocuksu bir gülümseme geldi ve hızlıca döndüğünde oldukça yakınında sürme iskeledeki beyaz kıyafetli köle oğlan çocuğunu gördü. Çocuk derin deniz suyunun eşiğinde dikilmişti ve görünüşe göre sakin yüzeyde süzülmesi için boş midye kabuklarından bir filo oluşturmaya başlamıştı. Gemilerde ufak bir hareket yaratmak için suya dolu elinden çakıl taşları atıyordu.
Sigurd arkasına geldi ve şöyle dedi:
“Neden bu kabukları suya bıraktın?”
Oğlan şaşırmış görünüyordu, mavi gözleri uzunca bir süre uzun boylu, tuhaf adamı izledi. Sonra cevap verdi:
“Çünkü bunlar Viking seferleri için dizdiğim savaş gemileri, hersir.”
Bu cevap Sigurd’u gülümsetti.
“Oğlum, zamanı geldiğinde,” dedi, “sen de büyük savaş gemilerini kontrol edebilirsin.”
“Ben de onu diliyorum,” dedi oğlan. “Böylece düşmanlarımdan intikamımı alabileceğim.”
“Böyle genç birinin düşmanlardan bahsettiğini pek duymam,” dedi Sigurd. “Kaç yaşındasın?”
“On.”
“Peki adın ne?”
Oğlan bir kere daha yabancının yüzüne; geniş, bronz ve altından tepeli miğferine baktı. Adamın büyük kılıcına ve masmavi kumaştan pelerinine de göz atarak haklı olarak soylu biri olduğunu tahmin etti. Dudaklarında bir gülümseme vardı ve gözleri kazanan birinin özgüveniyle hassas ve nazikti.
“Adım Olaf,” diye yanıtladı oğlan.
“Kimin oğlusun?” dedi Sigurd.
Bu soru üzerine Olaf dönerek çakıl taşlarını suya fırlattı ve ıslak ellerini kaba fistanına sildi.
Ardından yabancıya biraz daha yaklaşarak doğruldu ve martıların dahi duymalarından korkuyormuşçasına neredeyse fısıldayarak şöyle dedi:
“Ben Kral Triggvi’nin oğluyum.”
Sigurd irkilerek biraz geri gitti.
“Kral Triggvi’nin oğlu!” diye tekrar etti şaşkınlıkla. Sonrasında bir benzerlik ararcasına oğlanın yüzüne daha dikkatle baktı.
“Yine de,” diye karşılık verdi Olaf, “ne fark edecek? Aynı zamanda köleysem, günlük siyah ekmek ve sert at etinden oluşan öğünüm için çok çalışmam gerekiyorsa kralın oğlu olmak bir şey değiştirmiyor. Triggvi, Harald Güzelsaç ve diğerleriyle beraber Valhalla’da ve şu anda bana yardım edemez. Ama Odin’e şükür ottan bir yatakta inek gibi değil de cesur bir adam gibi elinde kılıçla öldü.”
“Sahiden de cesur, iyi bir adamdı,” dedi Sigurd. “Ama söylesene oğlum, elinde gerçekten Triggvi Olafson’un çocuğu olduğunu kanıtlayacak bir şey var mı? Henüz on yaşındayım dedin ama hatırladığım kadarıyla Triggvi tam on kış önce katledilmişti. Söylediğinin doğru olduğunu nereden bileceğim?”
“Sözlerimden başka kanıtım yok,” diye cevapladı Olaf gururla.
Sigurd onu elinden yakalayıp sahildeki bir kaya çıkıntısına götürdü ve karşısına oturtarak ona bu yabancı topraklarda nasıl esir düştüğünü anlatmasını buyurdu.
Olaf ona şöyle açıkladı:
“Dünyaya yetim olarak geldim,” dedi, “ve babamın sesini hiç duymadım. Ama annem sürekli bir kralın oğlu olduğumu ve değerimi kanıtlamam gerektiğini hatırlatırdı. Annemin adı Astrid’di. Ofrestead’de, Uplandler’de oturan güçlü adam Erik Biodaskalli’nin kızıydı. Triggvi’nin ölümünden sonra Kraliçe Astrid Viken diyarına sürüldü, orada Gunnhild’e teslim edilecek ve lanetli oğulları katledilecekti. Kaçak olarak pek çok yere seyahat etti. Yanında üvey babası Throlaf Gevşeksakal vardı. Yanından hiç ayrılmadı, başına ne gelirse gelsin ona yardım edip onu korudu. Kafilesinde birkaç güvenilir adam daha vardı, o yüzden herhangi bir zarar görmedi. Nihayetinde Rand’ın fiyordunun ortasındaki bir adacığa sığındı ve günlerce orada saklandı. Ben o adacıkta doğdum, üzerime su serpip bana babamın babasının adını verdiklerini söylediler. Ama günler kısalıp geceler bitkinleşerek uzadığında ve kış havası üzerimize çöktüğünde annem saklandığı yerden çıkarak yanındakilerle birlikte Uplands’e doğru yolculuğa çıktı, gecenin korumasıyla seyahat ettiler. Ve birçok zorluktan ve tehlikeden sonra babasının ikamet ettiği Ofrestead’e geldi ve oraya yerleşti.
“Ben henüz kundaktaki bebek olduğumdan bunları çok az hatırlıyorum. Size anlattıklarımı üvey kardeşim, Tüccar Biorn’un kölesi olan Thorgils öğretti ve benden büyük ve sadık Thoralf’ımızın oğlu olduğundan daha fazlasını anlatabilir. Thorgils, benim doğduğumu haber aldığında Gunnhild’in birçok silahlı ulak gönderdiğini ve Kral Triggvi’nin oğlunu aramaları, erkekliğe erişip babamın topraklarında hak iddia etmemi engellemek için Uplands’a gitmelerini emrettiğini söyledi. Ancak Erik’in arkadaşları ulaklardan vaktinde haberdar oldu; böylece Erik, Astrid’in gitmesini sağladı, yanına iyi rehberler vererek onu bir dostu ve güçlü bir adam olan Hakon Gamle’nin ikamet ettiği İsveç diyarına gönderdi, orada uzun bir süre huzurla yaşadık.”
“Sonra ne oldu?” diye sordu Sigurd. Oğlan durdu, oturduğu kayadan dolaşık, kahverengi bir yosun çekti ve parmaklarının arasında küçük hava keselerini sıkıştırdı.
“Beklenmedik bir şekilde,” diye devam etti Olaf, “Kraliçe Gunnhuild yine gizlice saklandığımız yeri öğrendi. İsveç kralına çok sayıda adamla beraber güzel hediyeler ve hoş sözler gönderdi, Olaf Triggvison’u Norveç’e geri göndermelerini rica etti; orada Gunnhild bana bakacak ve beni kralın oğlu olarak büyütecekti. Ve kral Ofrestead’e gönderilecekti. Ama annem Astrid, Gunnhild daha önce babamı aldattığı için bu işte bir hainlik olduğunu anladı ve babamın katillerine gönderilmeme asla izin vermedi, böylece Gunnhild’in ulakları elleri boş döndüler.
“O СКАЧАТЬ