Sigurd, Olaf’ın kendisini sevdiğini ve Viking olmanın getireceği muhtemel şanın onu kendi isteğiyle Holmgard’dan dışarı çıkarmayacağını biliyordu. Ama şimdiki durumda, Klerkon’un onu canlı götüremeyeceğini açıkça söylediği halde kendi başının çaresine bakamayabilirdi. Sigurd içten içe Olaf’ın Vikinglerden kurtulmak için yaramaz ve düşüncesizce bir yol izleyeceğinden korkuyordu. Gerçekten de nehri geçip Grim Ormson’un kulübesinde kendini güvenceye almış olabilirdi ama Klerkon Düzyüz’ün eline düşmüş olmasından oldukça korkuyordu.
Sigurd orada karamsar halde otururken odanın kapısı birden açıldı ve içeri Olaf girdi. Garip bir şekilde telaşlıydı. Saçları dağılmış, kıyafeti yırtılmıştı; büyük, mavi gözlerinde öfke vardı ve nefes alışverişi ağır ve düzensizdi.
Sigurd ani bir hareketle oturduğu yerden kalktı. Kötü bir şey olduğunu anlamıştı.
“Neden buradasın?” diye bağırdı. “Neden saklanmadın? Kendini göstererek tehlikeye koştuğun konusunda uyarmadım mı seni? Klerkon seni kazandı ve her an buraya gelip götürmeye gelebilir!”
Olaf uzun bir süre cevap vermedi. Sadece eğildi, yerden bir avuç dolusu hasırotu aldı ve kolunun altında tuttuğu baltanın bıçağını sessizce temizlemeye başladı.
“Konuş!” diye haykırdı Sigurd, oğlanın sessizliğinden deliye dönmüş haldeydi.
Sonunda Olaf istikrarlı, çocuksu bir sesle konuştu:
“Klerkon beni senden almaya asla gelmeyecek çünkü o öldü.”
“Öldü mü?” diye tekrarladı Sigurd telaşla.
“Evet,” diye cevapladı Olaf. “Onunla kapıda karşılaştım. Beni almaya çalıştı. Baltamı kaldırıp kafasına gömdüm. Bana baltamı kullanmayı iyi öğretmişsin Hersir Sigurd.”
O konuşurken dışarıdan sinirli ve yüksek sesli uğultular geldi. Bunlar şeflerini öldürenin canını isteyen Vikinglerin sesleriydi.
Sigurd Erikson bir şey demeden ilerledi ve ağır demir çubuğu kapının önüne çekti. Ardından Olaf’a döndü.
“Artık hiç şüphem yok ki,” dedi, “sen Kral Harald’ın ırkındansın. Ataların da böyle düşüncesiz, korkusuz, acımasızdı! Demek sana öğrettiklerim bir hiç uğrunaymış! Aptal çocuk seni! Norveç’in kralı olacağını düşünürken sıradan bir katil oldun!”
“Katil mi?” diye tekrarladı Olaf. “Hiç de değil. Sadece adil olanı yaptım. Klerkon biricik üvey babamın katiliydi. Onu acımasızca ve soğukkanlılıkla öldürdü ve zavallı Thoralf’ın yaşlı ve güçsüz olmaktan başka suçu yoktu. Ben cinayet işlemedim. Yalnızca hakkım olan intikamı aldım.”
“Belki memleketimizde bunu yapmak hakkın olabilir Olaf,” diye karşılık verdi Sigurd sertçe, “ama şu anda içinde yaşadığımız bu krallıkta huzura önem veriliyor ve öfkeyle insan öldüren birinin canının alınması yasalarca emredilmiştir. Seni kurtaramam. Huzuru bozdun, Kral’ın misafirlerinden birinin canını aldın ve Kral’in misafirperverliğine hakaret ettin. Korkarım ölmek zorundasın.”
Durdu, dışarıdaki kalabalığın öfkeli bağırtılarını dinledi. “Dinle!” diye devam etti. “O vahşi deniz kurtları kan davası istiyorlar. Gel! Hemen benimle gel. Tek bir umut kaldı ve o da benim umutsuzluğumda ve felaketimde yatıyor.”
Böylece insanlar genç huzur bozanın hayatı için yaygara koparırken Sigurd, Olaf’ı evin arka kısmından geçirerek gizli geçitlerden Kraliçe’nin avlusuna götürdü. Orada görkemle oyulmuş odunlar ve duvar halılarıyla süslenmiş geniş salonda iğneleriyle güzel, nakışlı ipekten bir cüppenin üzerinde çalışan iki hizmetçisiyle beraber Kraliçe Allogia oturuyordu.
Sigurd kapıdaki silahlı nöbetçiyi geçerek daireye girdi, oğlan onu ardı sıra takip ediyordu. Kraliçe şaşkınlıkla beklemediği misafirlerine baktı.
“Yardımınıza muhtacım kraliçem,” diye bağırdı adam heyecanla.
Kraliçe endişeyle ayaklandı. Dışarıdaki gürültüleri duymuştu.
“Bu bağırışmalar ne oluyor?” diye sordu.
Sonra Sigurd ona Olaf’ın Viking’i öldürdüğünü, onu bu beladan çıkarmak için yardımını dilediğini söyledi.
“Heyhat!” dedi Kraliçe olanları öğrendiğinde. “Benim böyle konularla uğraşacak pek gücüm yok. Cinayetin cezası ölümdür ve yasalara engel olamam.” Konuşurken Olaf’a baktığında gözlerindeki yalvarışı fark etti. “Ne var ki,” diye ekledi hızla acıyarak, “böyle yakışıklı bir oğlan öldürülmemeli. Mümkünse onu kurtaracağım.”
Bunun üzerine Sigurd’a, kendisi Kral’ın odasına gidip Valdemar’a kan akıtılmaması için yalvarırken çocuğu koruması için tam silahlı muhafızını çağırmasını emretti.
Bu sırada öfkeli Vikinglerle diğer kasabalılar dışarıdaki avlunun girişinde toplanmıştı ve geleneklerine ve kanunlarına göre suçlunun canını almak üzere ilerliyorlardı. Uzun bir süre bekleyerek Olaf’ın sığındığını bildikleri salonun meşe kapılarına vurdular. Ancak kapı nihayet açıldığında eşikte, pek çok silahlı adamıyla birlikte Kral Valdemar belirdi. Kalabalık geri çekildi; geriye sadece adlarına konuşup adalet arayacak Viking şefi kaldı. Adam Kral’a sınırları içindeyken Klerkon’un altın saçlı genç Ole tarafından saldırıya uğradığını, oğlanın herhangi bir şey söylemeden ya da uyarıda bulunmadan baltasını kaldırıp Klerkon’un kafasına geçirdiğini, bıçağının adamın beynine girdiğini anlattı.
Kral, Ole kadar genç birinin Klerkon Düzyüz gibi güçlü bir adama saldıracak yeteneği ve cesareti olduğuna inanmadığını belirtti. Fakat Viking dönüp gemi arkadaşlarından Şef’in cesedini getirmelerini istedi; onlar da cesedi Kral’ın önüne bıraktılar. Valdemar cesede baktı, ölümcül yarayı inceledi. Kafatası tek bir temiz vuruşla üstünden kızıl sakallı çenesine kadar yarılmıştı.
“Ne harikulade güçte bir vuruş!” diye mırıldandı Valdemar. “Ama önden yapıldığını görebiliyorum. Klerkon kendini neden savunamadı?”
“Pek zamanı yoktu,” diye yanıtladı Viking. “Oğlan bir kartal saldırısı hızında üzerine çullandı ve efendim silahlı olsa da kılıcını kaldıramadan ayaklarımızın dibine düştü, sonra Ole dönüp hiç kimsenin takip edemeyeceği bir hızla kaçtı.”
“Böylesi bir eylem,” dedi Kral, “nedensiz gerçekleşmiş olamaz. Bu çocukla Klerkon arasındaki husumetin sebebi nedir?”
“Amaçsız fesatlıktan başka sebep yok,” dedi savaşçı. “Nedensiz bir cinayetti, tam ve adil bir ceza istiyoruz.”
“Adalet yerini bulacak,” diye karşılık verdi Kral. “Ama önce huzur bozanın kendini nasıl savunacağını bilmek istiyorum. Bu yüzden yalvarıyorum, cezanın belirleneceği gün doğumuna dek СКАЧАТЬ