Название: Mozart: Bir Yaşam Serüveni
Автор: Heribert Rau
Издательство: Maya Kitap
isbn: 9786057605672
isbn:
On beşinci mezmur da sona erdi, son mum söndürüldü ve tüm şapele mezar karanlığı hâkim oldu. İşte o zaman Miserere başladı.
Bunun etkisi tarif edilemezdi. Amadeus artık cismi bir varlık değildi. Ne bir şey hissediyor ne bir şey görüyor ne de nefes alıyordu.
Miserere biteli çok olmuştu fakat Amadeus hâlâ kımıldamıyordu. Alev gibi yanan yüzlerce mumla ışıl ışıl parlayan devasa bir haç, kubbenin ortasından aşağı indirildi ve ani bir ihtişam deryası halinde karanlığa akın etti. Büyülü bir sondu bu. Ne var ki Amadeus bunu fark etmemişti bile. Hareketsiz duruyordu. Biraz önce bir izdiham oluşturmuş olan o insan akını geçip gitti. Boş şapelde sadece aylaklık eden birkaç kişi kalmıştı. Fakat Amadeus bunun farkında değildi. Sanki bir heykele dönmüş gibi hiç kıpırdamadan durmaya devam ediyordu.
Bunun üzerine babası, neredeyse telaşlanmış bir halde eğilip şefkat dolu bir sesle şöyle dedi: “Wolfgang! Eve gitme vakti geldi!”
Çocuk, bir rüyadan uyanmış gibi irkilerek kocaman gözleriyle babasına baktı. Sonra elini kaşının ve gözlerinin üstünde gezdirip sanki nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyormuş gibi etrafına bakarak babasına başını salladı. Ardından sessizce onun peşinden açık havaya çıktı.
Eve doğru ilerledikleri sırada çocuğun dudaklarından tek kelime çıkmadı. Baba Mozart da düşünceliydi. Eve vardıklarında hemen oğlunu birlikte kaldıkları odaya yollayıp dinlenmeye çekilmekten çok memnundu. Ancak babası henüz uykuya dalmıştı ki Amadeus usulca kalkıp lambayı yaktı. Bir kalem ile nota kâğıdı hazırladı. Ardından pencerelerden birini sessizce açıp dışarı baktı.
İşte orada, ayaklarının altında uzanıyordu yüzyılların kabri ve dünya tarihinin yarısının mozolesi olan Ebedi Şehir. O göksel gece ise harap olmuş ihtişamının üzerine tıpkı bir kefen gibi seriyordu ayışığını.
Amadeus birkaç dakika boyunca bu etkileyici sahneyi seyretti. Sonra muhteşem gece semasına şöyle bir bakıp pencereyi hemen kapattı ve nota kâğıdını önüne alarak masaya geçti.
Ertesi sabahın yakıcı güneşi dünyayı selamladığında, bir çocuğun güzel başına savuracaktı ilk ışıklarını. Başını masada kavuşturduğu kollarının üzerine dayamış, yorgunluk ve çalışmaktan uyuyakalmıştı. Güneş ışığı genç uykucunun yanında duran nota kâğıtlarını altın yaldız gibi parlatıyordu. Aralık bırakmadan yazılmış o sayfalarda Allegri’nin Miserere’si gözüküyordu.
Wolfgang Amadeus Mozart yani on dört yaşındaki çocuk, o zamandan beri neredeyse bir mucize olarak kabul edilen bir şey yapmıştı. Kulağa inanılmaz gelse de o olağanüstü şaheseri kopyalamıştı. Katolik Kilisesi, tek bir notasını dahi ödünç verecek, gösterecek veya kopya edecek koro üyelerini aforoz etmekle tehdit ederek bu eseri ihtimamla korumaktaydı. Mozart işte bu eseri tamamen hafızasından, yani sadece bir kez duyduktan sonra ve tek bir hata yapmaksızın kaydetmişti!
Beşinci Bölüm
Giuditta
Amadeus sadece müzikte tamamen pişmiş ve olgun bir adam olmuştu. Ama diğer her bakımdan olabildiğine çocuktu. Bu yüzden ertesi gün babasıyla birlikte Signor Uslinghi’nin evindeki yeni meskenlerine giderken çok neşeliydi. Dün geceki coşkunluk hali ve zihinsel yorgunluğundan eser yoktu. Yalnızca, kalacakları yeni yeri bulmak için Roma sokaklarını arşınlarken yaptıkları şaka ve esprilerde o geceden kalma bir etki görülebilirdi belki. Baba Mozart da daha önce konakladıkları o dar evden çıkacakları için mutluydu. Bilhassa da yeni ev sahipleri olacak İtalyan beyefendinin Papa’nın ulaklarından olduğunu öğrenince çok sevinmişti çünkü bu beyefendinin evinde tam da ahbaplık etmeyi arzuladığı türden insanlarla tanışabilecekti.
Yaklaştıkları sırada evin dış kapısı ardına kadar açıktı. İçeri girerken serin bir koridordan geçip daha da serin bir avluya geldiler. Bahçe taş kemerlerle çevriliydi. Geniş yapraklı asmalar sütunlara sıkıca sarılmış ve ağır kemerlere tutunarak rüzgârın filizleriyle hafifçe oynadığı ince kollarını şuraya buraya indirmişti. Avlunun ortasındaki yıkık dökük antika bir mermer havuzdan çıkarak sularını savuran bir çeşme, sürekli şırıldayarak hoş mırıltısına devam ediyordu.
Çeşmenin yakınında renkli Roma kıyafetlerine bürünmüş bir kadın oturmaktaydı. Beyaz elleri çıkrık çevirmekle meşguldü. İki yabancıyı görür görmez hızlıca ayağa kalktı ve hemen onları karşılamaya gitti. Sanki gelenleri tanıyormuş gibi dostane bir sesle şöyle dedi:
“Sizi gördüğüme çok sevindim. Signor Farinelli’nin hararetle övdüğü Monsignore Mozart ile oğlu maestro illustrissimo olmalısınız!”
“Evet, ben Orkestra Şefi Mozart’ım,” diye cevap verdi Alman adam o dolambaçsız tarzıyla. “Bu da müzisyen oğlum. Fakat söylenenin aksine biz ne prens ne Monsignore ne de illustrissimo’yuz.”
“Ah, pekâlâ!” diye haykırdı Signora Uslinghi gülerek. “Hepsi aynı! Roma’da âdet böyledir. Hatta bir atasözü şöyle der: ‘Al gato del papa si dice Monsignore!’ (Papa’nın kedisine bile Mösyö diye hitap edilir.) Her yerde biraz mübalağaya rastlayacaksınız. Mesela, burada yüz adam varsa, yan sokaktakiler bin adam olduğunu söyleyecektir. Bir müzisyen olarak sizinle bir konser salonu hakkında konuşurlarsa, o salon ‘L’anticamera del Paradiso!’24 olacaktır. Komşusundan iki pencere daha büyük olan her eve saray deriz burada. Her eski taşın altında ise bir mucize vardır. Ah! Roma’da nice tuhaf şeyler göreceksiniz: Sefalete komşu bir prens ‘saray’ından bahseder. Öte yandan, şaşaa içinde yaşayan ve hizmetçileri olan pek çok Donna’nın bağışlayabileceği tek bir elbisesi yoktur. Burada her şey bir büyütecin altına konur, dostum!”
“Dürüstlüğünüze hayran kaldım, sevgili hanımefendi!” diye cevap verdi Baba Mozart canlı bir sesle. “En iyi anlaştığım insanlar her zaman açıksözlü insanlar olmuştur. Kim olduğumuzu doğru tahmin ettiğinize göre, bana da aynı ayrıcalığı tanıyınız. Siz papalık ulağının karısı Madam Uslinghi olmalısınız, değil mi?”
“Evet,” diye cevap verdi kadın biraz gururla. “Kocam, Papa’nın bir işi için Portekiz’de bulunmakta. Evde bir ben bir de küçük kızım var. Bu yüzden Monsignore, siz evin reisi olacaksınız ve biz de emrinize amade olacağız! Bizim yanımızda çok mutlu olacağınızdan eminim,” diye devam etti, tıpkı fırtına sonrası gelen taşkın gibi giderek artan bir konuşkanlıkla. “Burada gösteriş ve şaşaa pek fazla, bu doğru. Ama nihayetinde Roma dünyanın merkezidir. Şahsen ben, Papalık toprakları dışına hiç çıkmadım ama biliyorsunuz, Uslinghi çok seyahat etmiştir. İşte kocam bana hep der ki: ‘Bana Roma ile Napoli’yi verin yeter! Sanat ve yaşam için Roma, doğa için Napoli. Napoli’de cennet bahçesinde, Roma’da ise cennette olursunuz!”
Gerçekten de bu iyi kalpli kadının o kutsal coşkusuyla anlattığı gibi değil midir? Büyük bir filozof, “Roma’da tanrılar gibi yaşarız,” diyerek bunu onaylamamış mıdır? Aylak aylak gezebileceğiniz Vatikan ve bir de size eşlik eden Raphael’in çehreleri olduktan sonra, bir bardak buzlu su ve kuru ekmek, abıhayat ile ölümsüzlük СКАЧАТЬ
24
Cennetin Giriş Salonu. (ç.n.)