Название: Mozart: Bir Yaşam Serüveni
Автор: Heribert Rau
Издательство: Maya Kitap
isbn: 9786057605672
isbn:
Hemen hemen aynı şekilde giyinmiş, gençlik ve yaşamla dolup taşan bu iki genç kızı izlemek gerçek bir keyifti. Bu taze hayat taşkını, dudaklarının çevresinde oynayan o samimi tebessümde, koyu renkli gözlerinin usul ateşinde ve hareketleri ile mimiklerinin aniliği ve enerjisinde, kısacası onlara dair her şeyde ifade buluyordu. Hakiki İtalyan kanı vardı bu kızlarda! Er ya da geç, bu genç kalplerin ikisi de nasıl bir fırtınalı uyanış yaşayacaktı! Tıpkı gülen üzüm bağları ile zeytinlikler altındaki Vezüv’ün alevleri gibi genç kızlığın o gül pembesi şafağının ardında hangi güçlü tutkular uykudaydı!
İki genç kızın, güzel başlarının üzerinde o katı ve ciddi eskiliğiyle yükselen elçinin kadim bronz heykelinin kaidesi önünde eğilişi, Raphael’in kaleminin yakalamaya bayılacağı türden bir resim oluşturuyordu. Fakat dua ettiği sırada Giuditta’nın dikkati dağılmış gibiydi. Tespihinin boncukları gerçekten de güzel parmaklarının arasından kayıp gidiyordu ve olgunlaşmış taze dudakları oynuyordu fakat düşüncelerinin başka bir yerde olduğu belliydi. Koyu gözlerini, yaşlı bir adamla birlikte Aziz Petrus’un heykeline yaklaşmakta olan yakışıklı bir delikanlıya dikmişti.
Yabancı olmalıydılar. Kıyafetlerinden ve hoş yüzlerindeki hayranlık ifadesinden anlaşılıyordu bu. Delikanlı gezgin bir prense benziyordu. Tavırları ve tüm hareketleri öyle rahat ve kibardı.
Giuditta tesbihinin boncuklarını sayarken bütün bunlara dikkat etmişti. Paternoster ve Ave Maria esnasında izlenimlerini arkadaşıyla paylaştı.
“Cospetto di Bacco!”19 diye fısıldadı. “Küçük prens hoşuma gitti. Mavi gözlerine ve beyaz alnına bir baksana!”
“Ve de küçük ağzına!” diye ekledi Veronica.
“Üstelik ne kadar da şık giyinmiş!” diye devam etti Giuditta. “Kalkık kenarlı şapkası gökkuşağının tüm renklerine sahip bir mücevherle sabitlenmiş.”
“Sence İngiliz mi?” diye fısıldadı arkadaşı.
Giuditta küçük başını sallayıp Ave dedi ve şöyle cevap verdi: “Alman olmalı, çünkü yüzü çok hoş. Biliyorsun, bunu kolayca tahmin edebilirim çünkü Deum de Deo, Lumen de Lumine, babam Papa’nın ulaklarındandır ve genitum nin factum geniş bir evimiz var consubstantialem Patri yani anlayacağın her ülkeden misafirlerimiz oluyor. Yarın iki Alman gelecek. Per quem omnia facta sunt. Bir beyefendi ile oğlu. Qui propter nos homines. Oğlu sihirbaz imiş.”20
“Sihirbaz mı?” diye fısıldadı Veronica dehşet içinde.
“Evet ama sadece müzikte,” diye devam etti Giuditta. “Baksana! Prens ve yanındaki adam geliyor. Yaşlı adam kutsal ayağı nasıl da takvayla öpüyor!”
“Şimdi de prens yapacak aynısını.”
“Ama baksana, kaideye yetişemiyor. Pek kısa.”
“Kimse de yardım etmiyor. Yanındaki duaya dalmış, ona hiç dikkat etmiyor.”
“Ah!” diye haykırdı Giuditta, koyu gözleri ateşle yanıp sönüyordu. “O halde ben yardım etmeliyim prense!”
Veronica’nın onu tutmasına izin vermeden ayaklanmıştı bile. Yakışıklı delikanlıyı kollarına alıp yukarı kaldırdı.21
Genç adam, bu iyiliği yapanın yanındaki babası olduğunu sanmıştı elbette. Başını bronz azizin aşınmış ayağına eğip bir öpücük kondurdu. Yavaşça aşağı inerken, arkasında bir kadın elbisesi ve vücudu olduğunu hissetti. Hemen başını çevirdiğinde yanakları kıpkırmızı olmuştu zira güzel bir kızın tıpkı kendisininki gibi al al olmuş yüzüne bakıyordu. Ama bu yalnızca kısa bir andı. Ayakları yere dokunur dokunmaz, o melek kaybolmuştu ve yeni bir kalabalık Amadeus ile babasını kilisenin içine itiyordu.
Dördüncü Bölüm
Miserere 22
Son bölümde bahsedilen olayın gerçekleştiği günün akşamı, Amadeus’u bütün ömrü boyunca beklediği o saate, ruhunun tüm kuvvetiyle hasretini çektiği o âna kavuşturacaktı. O akşam Sistine Şapeli’ndeki ayinde bulunacaktı. Genç müzisyen daha önce hiç yaşamadığı bir heyecan ve gerginlik halindeydi.
Allegri’nin Miserere’si belki de dünyanın gördüğü en muhteşem bestedir. Bazı bakımlardan insan ürünü olan diğer bütün müziklerin ötesindedir.23 İnsanların sıradan hisleri yahut fikirlerinin tüm ifadelerinden arınmış olmasıyla hakikaten doğaüstü bir müziktir. Daima gelip geçici olan acımızı, umudumuzu ve zaferimizi yansıtan o huzursuz, ümitli ve ardından coşkun uyumsuzlukların ayrışmasından eser yoktur onda. Zamanın kanat çırpışını takip eden ve insanlarının kalplerinin nabzıyla ölçülen ritim bulunmaz bu eserde. Dünyevi bir düşünceyi uyandıran veya ölümlü tutkunun dilini konuşan hiçbir şeyi içermez. Kelimenin tam anlamıyla kutsal bir müziktir, bu bakımdan diğer bestelerin hepsinden üstündür. Gizemli sesleri üzerine kutsallık yazılmıştır. Ezelidir fakat bu ezelilik, eskimek nedir bilmez. Güzelliği ve harikası ebedidir.
Mozart’ın yaptığı üzere, ayrı bir dünyada yaşar gibi yalnızca müzikte bütün ve tam olarak yaşayan bir ruh, müziği tüm işine gücüne, her fikir ve hevesine, düşünce ve hissine, çaba ve arzusuna taşıyan bir ruh, bu akşamki tecrübeyi beklediği sırada Mozart’ın benliğini esir alan havayı hayal edebilirdi. Bunaltıcı bir yaz gecesinde bir fırtınanın ilk esintisinin hafifçe vurduğu yeni açan bir gül goncayı dolduran, gelin olduğu gece sevdiği dudaklarına ilk öpücüğü kondurduğunda bir genç kızın kalbini titreten havaydı bu.
O pratik insan, yani Baba Mozart, coşkulu bir müzik âşığı olduğundan bu gece beklentinin yol açtığı nadir heyecana direnemiyordu. Bununla birlikte, Wolfgang’ın ruh halindeki yoğunluğu paylaşamıyordu. Yine de sırf kendisi tamamen anlayamıyor diye, hissettiği bir duygu için oğluna sorular sormayacak ya da onu fırçalamayacak kadar bilge bir adamdı.
Belirlenen saatte Sistine Şapeli’ne girdiler. Ne manzaraydı gördükleri! Dünyada bunun eşi benzeri yoktu. Geniş ve halihazırda kalabalıklaşmış binada yedi yüz mum yanıyordu. Yukarıda, tıpkı mavi gökyüzünün kemeri gibi muazzam kubbe yükseliyordu. Duvarlar, devasa fresklerle boyanmıştı. İçeri girdiğinizde karşı duvarda Michelangelo’nun olağanüstü Kıyamet Günü tablosu kocaman gözüküyordu.
Bu manzara, karşı konulmaz bir ululukla Amadeus’un hassas ve yaratıcı ruhunu derinden etkilemişti. Kollarının ve bacaklarının titrediğini, kalbine kanın hücum ettiğini hissediyordu. Fakat şimdi birdenbire bütün o mumlar söndürülmüştü. Sanki sihir marifetiyle olmuştu bu. Yalnızca mihrabın üstündeki on beş mum ışıldamaya devam ediyordu. Bütün Sistine Şapeli ürpertici bir loşlukla dolmuştu. Ardından otuz iki kişilik bir koro enstrüman olmaksızın Matutino delle tenebre’ye başladı. Bu ünlü beste, on beş mezmur ile bazı dualardan oluşur СКАЧАТЬ
19
“Bacchus aşkına!” (ç.n.)
20
Burada kızlar bir yandan konuşurken bir yandan da duaya devam ediyor. (ç.n.)
21
Çocuğun ablasına yazdığı bir mektupta olayı hikâye edişi şöyledir (
22
Miserere: 51. Mezmur’un İtalyan sanatçı Gregorio Allergi tarafından bestelenmiş şekli. (ç.n.)
23
H. Taine 1864 senesinde Roma’dan yazdığı mektupta Palestrina ve Allegri’nin Miserere’si hakkında şunları söyler: “Bu iki Miserere bugüne dek dinlediğim tüm müziklerin üstünde ve belki de ötesindedir. Bunlara aşina olmadan evvel insan böylesi bir tatlılığı ve melankoliyi, böylesi bilinmezliği ve yüceliği ancak hayal edebilir. Üç husus çok çarpıcıdır: Bazen bol bol akortsuzluk vardır ki bunun amacı bizimki gibi uyumlu seslere alışmış kulakların falso olarak adlandırdığı etkiyi yaratmaktır. Bölümler olağanüstü bir derecede çoğaltılır. Böylece aynı akor üç veya dört harmoni ve üç veya dört akortsuzluk içerir. Hepsi de kendi çeşitli aksamında sürekli olarak ayrıştırılıp yeniden birleştirilir. Her an kendi teması vasıtasıyla kendini koparan bir ses işitilir. Toplam sayı öyle iyi dağıtılmıştır ki kırsal harmonilerin usul ve kesik kesik konseri misali harmonide bir şans etkisi var gibidir. Sürekli ton; dokunaklı, coşkun bir duanın tonu gibi hep ısrarlıdır veya simetrik melodiye yahut da sıradan ritme dikkat etmeksizin usanmadan devam eder. Yalnızca Tanrı’da huzur bulabilecek ve onda huzur bulacak olan acılı yüreğin yorulmak bilmeyen arzusu, kendi yükleriyle kendi doğdukları toprağa batan tutsak ruhların özlemleri, sevmekten ve tapınmaktan asla vazgeçirilmemiş sonsuz sayıdaki sevgi dolu, müşfik ve bahtsız ruhun uzayan iç çekişleridir.”