Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mozart: Bir Yaşam Serüveni - Heribert Rau страница 19

Название: Mozart: Bir Yaşam Serüveni

Автор: Heribert Rau

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786057605672

isbn:

СКАЧАТЬ yalnızlığın tadını çıkarmak için özgürdü. Şimdi kimsenin müdahalesi olmadan, verdiği sözü tutarak Azize Cecilia mağarasında Giuditta için bir Paternoster okuyabilecekti. Müzikle meşgul olan insanların koruyucusu olan bu kutsal kadın Wolfgang’ın koruyucu aziziydi. Onun mucizevi müziğine ve org icrasına dair efsaneler Wolfgang için özel bir cazibeye sahipti. Keşişlerden biri mağaraya hangi yoldan gideceğini göstermişti. Bu yüzden güle oynaya tek başına yola koyuldu. Yolu güzel bir vadiden geçiyordu. Çöldeki yeşil bir vaha gibi tam ortasında uzandığı kurak ve ıssız Campagna ile oluşturduğu canlı tezat, vadiyi daha da hoş kılıyordu.

      Aralarına manastırın kondurulduğu kayalardan çıkan küçük ve berrak bir çay vadinin ortasından akıyor, kâh kristal berraklığındaki dağ akıntısını gösterip kâh gösterişli su bitkilerinin kocaman sapları ve yapraklarıyla gizlenerek sessizce ilerliyordu. Rüzgârda dalgalanan darı tarlaları ile binlerce kır lâlesi ve papatyanın süslediği taze çayır yeşili bu yere hoş bir huzur havası veriyordu. Amadeus, Roma’dan başlayan sabah yolculuğu boyunca bu huzuru özlemişti. Boğucu öğle havasında her şey uykudaydı.

      Nihayet kahramanımız mağaranın girişini gördü. Bu mağara uzun zaman önce yeraltında gerçekleşen bir patlama sonucu savrulmuş ve bu karmaşık halde yığılmış volkanik kayalardan oluşmaktaydı. Mağaranın ağzı ise ağaç kökleri ve sarmaşık saplarıyla neredeyse kapanmıştı. Bunların oluşturduğu karmaşık ağ, Azize’nin türbesinin nadiren ziyaret edildiğini kanıtlıyordu.

      Amadeus biraz zorlanarak içeri girmeyi başardı. Şimdi karşısına çıkan manzara önünde hayranlıkla hiç kımıldamadan durmaktaydı. Mağara birkaç yönde gölgeli boşluklara yayılıyordu ve sırf bu yüzden bile gizemli bir görüntüye sahipti. Fakat bu görüntü her tarafa yayılan akşam alacası ve yarılmış duvarlarda bitmiş otlarla daha da güçleniyordu. Otlar yeşil perdeleriyle girişi örtüyordu. Kayaların arasında, bir tür sert mihrap üzerinde Azize Cecilia’nın taştan bir heykeli duruyordu. Bu heykelin büyük bir heykeltıraş elinden çıkmadığı belliydi. Ayrıca zamanın dokunuşuyla viran hale gelmişti.

      Amadeus sözüne sadık kalarak dualarını okudu ve ardından daha da içeri girerek mağaranın derinliklerine doğru ilerledi. Burada kalın bir yumuşak yosun tabakasıyla kaplanmış eğimli bir sıra buldu. Tek kişilik pikniği için mükemmel bir yerdi burası. Ceplerinden portakalları çıkarıp kıt yemeğinin hakkını verdi. Sonra kalın yosunların üstünde boylamasına gerindi ve gözlerini kapatıp uyanıkken görülen bir düşte olduğu gibi hayal gücünün son birkaç güzel haftayı yeniden hatırlamasına izin verdi.

      Birden mağaranın derinliklerinden aşina olduğu bir şarkının ilk notalarını işitmeye başladı. Bu şarkıya aşinaydı çünkü kendi bestesiydi. Şarkıcının kontralto sesi çok daha tanıdık geliyordu. Hemen ayağa fırladı. Bir Mozart’ın kulağı asla aldanmazdı. İyi ama o nasıl burada olabilirdi ki? İmkânsızdı bu! İleri doğru birkaç hızlı adım attı. Karşısında hacılara özgü kıyafete bürünerek gizlenmiş bir kız sureti duruyordu. İtalya’da yalnız gezginlerin ortak kılığıydı bu çünkü herkes hacı kıyafetini kutsal sayardı, haydutlar bile. Geniş kenarlı hacı şapkası uçuverdi, midye kabuklarından o uzun kolye atıldı ve Giuditta şimdi Amadeus’un göğsüne başını yaslamıştı!

      “Giuditta!” diye haykırdı Wolfgang şaşkınlıktan kendini yitirmiş halde. “Burada olman mümkün mü?”

      “Öyle gözüküyor!” diye cevap verdi kız sulu bir gülümsemeyle. “Sevgili Orkestra Şefi, kurnazlık ederek bizi vedamızdan mahrum bıraktığını zannetti! Gerçek bir veda faslı olmadan seni bırakacağımı mı sandın? Hem, baban bir İtalyan kızının öyle kolayca tuzağa düşeceğini mi düşündü? İkiniz de yanıldınız!”

      “Ama anlamıyorum…” diye haykırdı Amadeus, şaşkınlığından kekeliyordu.

      “Nasıl oldu da ‘Küçük yaban kedisi’ buraya gelebildi, değil mi?” diye sordu güzel Romalı.

      “Evet!”

      “Baban akşam yemeği için buradaki manastırda mola vereceğinizi söylememiş miydi?”

      “Şey…”

      “Keşişlerle seyahat ediyordunuz. Şimdi, keşişler akşam yemeği için bir manastırda mola verdiklerinde, bu en az altı saatlik bir mola anlamına gelir. İki saati sofrada, iki saati şarap mahzenlerinde ve iki saati de uyuyarak geçirirler.”

      “İyi ama bunu nasıl bildin?”

      “Amadeo!” diye haykırdı Giuditta gülerek. “Gerçekten Almanlara has sorularından biri bu. İtalya’da her çocuk bunu bilir!”

      “Peki buraya nasıl geldin?”

      “Eh, bugün buraya geleceğinizi biliyordum. Zaten ben her sene dört kez bu kutsal yeri ziyaret ederim. Bu yüzden anneme gidip bir İtalyan’ın bu şekilde aldatılmasının ayıp olacağını ve strateji yoluyla sana veda etmeye kararlı olduğumu anlattım. Annem de güldü, bu fikir aklına yattı. Özellikle de babanın geceyi manastırda geçirmenize karar vermesi annemi biraz gücendirmişti.”

      “İyi ama buraya bu kadar çabuk nasıl geldin?” diye ısrarla sordu Amadeus, genç kızın yuvarlak yanağını sabırsızlıkla okşayarak.

      “Ah, hacı şapkamla kolyemi alıp sizin ardınızdan yola düştüm.”

      “Yürüyerek mi?”

      “Evet. Bütün akşam ve gecenin yarısı boyunca yürüdüm. Sonra Novelli’de teyzemin yanında birkaç saat uyudum. Üç saattir de buradayım. Sen gelmeden önce Kutsal Cecilia’ya dua ediyordum.”

      “Fena halde yorgun olmalısın!”

      “Hiç önemli değil. Senden son bir öpücük çalmayı kafama koymuştum. Hem, bir İtalyan kızını aldatmanın o kadar kolay olmadığını babana göstermiş oldum. Üstelik günah çıkardığım papaz olan Peder Frattina, bu hac gezisini kefaret olarak sayacaktır.”

      Amadeus, onu ayıpladığını göstermek için gülümseyerek başını salladı. Giuditta’yı bir kez daha görmek onu çok mutlu etmişti ancak kendisinin payı olmasa da babasına oynanan bu oyun sebebiyle vicdanı huzursuzdu. Zira Baba Mozart’ın iradesi bu çocuk için kanundu ve bugüne dek babasından hiçbir plan ya da eylemini gizlememişti. Baba oğul karşılıklı saygı ve güven içinde yaşayagelmişti. Amadeus o âna kadar Giuditta’ya duyduğu kardeşçe şefkatte zerre kadar yanlış bir şey görmemişti ama bu gizli buluşma aklına bir şüphe soktu. Şimdi her şeyin daha iyi farkına varıyordu. Erginleşmiş genç İtalyan onu dudaklarından öperken, göğsüne bastırdığı bu kızın bir kardeş falan olmadığını anlamıştı!

      Fakat bu öpücükler öyle tatlıydı ki heyecanlı titreyişler halinde tüm bedeninde dalgalanıyordu. Daha önce bu kızın okşayışlarından hiç böyle sarhoş olmamıştı. İlk kez bu güzel kızla birlikte kucağında bir cenneti tuttuğunu hissetti.

      O çılgın oyunlarında Giuditta’yı defalarca okşayıp öpmüş ve kucaklamıştı. Ama onun kendi tecrübesi, bir başka oğlanla veya bir kız kardeşle oynayan ele avuca sığmaz bir çocuğun neşesinden ibaret olmuştu. Oysa şimdi durum farklıydı. Çocuğun içindeki erkek, СКАЧАТЬ