Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mozart: Bir Yaşam Serüveni - Heribert Rau страница 11

Название: Mozart: Bir Yaşam Serüveni

Автор: Heribert Rau

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786057605672

isbn:

СКАЧАТЬ göre kanunu belirler. Yalnızca duyunun almak ve müziğin ise sunmak üzere var olduğunu, her ikisinin de açıklanamadığını bilir. Durgun ve yavaş bir nefes gibi ciğerlerinden çeker onu. Fakat bu yumuşak, durgun nefes artık dayanılmaz bir güç olmuş, filozofun ruhunu ele geçirip saadet dolu bir yaşam seliyle doldurmuştur. Öyle ki bu selin dalgaları onu bunaltıcı kaygılar ve acılarla yüklü zavallı varlığının tepesine çıkarır. Sonra içindeki adam, tıpkı bir dev, tıpkı ipleri çözülmüş bir titan gibi uyanıverir. İlahi güç titremektedir içinde. Evreni dolduran ebedi Varlık’a vermiştir kendini farkında olmadan. Yüce Yaradan’ın dilini işitir ve idrak eder. Hakikaten kendisi de bir yaratıcı haline gelip ruhunun uçsuz bucaksız derinliklerinden coşku ve harikalarla dolu yeni dünyalar çıkarır.

      İşte burada, anlamsızlık ve yozlaşmanın karnaval günlerindeki ışıltılı Versay Sarayı’nın ortasında en azından birkaç saniye için durum böyleydi. Sanki medeniyetin bu Sodom ve Gomore’sine birden temiz bir hava getiren bir rüzgâr esmişti. Bir başka dünyanın büyülü ve tatlı çiçek kokularıyla dolu bir rüzgâr. Bir an için her göğüs, bu kayıp cennetin rayihalı havasını, çocuksu bir coşkuyla derin derin içine çekti. Bu cennet bahçesinin uzun zamandır onlara kapalı olduğunu, kendi vicdanlarının meleği tarafından korunup bilinçli suçluluk duygusunun alev almış kılıcıyla savunulduğunu unutmuşlardı.

      Wolfgang icrasını bitirmişti. Kral’ın yüksek sesle “Bravo!” demesi, bir alkış tufanının başlaması için işaret anlamına geliyordu. Versay Sarayı’nda yeterince nadir bir şeydi bu. Fakat XV. Louis’nin ciğerparesi Prenses Victoire, çocuk sanatçının yanına koşturup onu kucaklamış ve öpücüklere boğmuştu.

      Madame Pompadour oğlanı daha yakından görmek istediğini söyleyince Kral, bu tür özel zamanlarda teşrifatçı görevi gören Monsieur Hebert’e bir işaret yaptı. Bunun üzerine bu kibar beyefendi, bir dünya kibar lafla Wolfgang’ı hemen markizin yanına getirdi.

      “Küçücük bir mahlûk”, diye haykırdı kadın şaka yollu. “Fakat gerçekten de büyük bir dâhi! Onu hemen kaldırıp önümdeki masaya koyun!”

      Teşrifatçı, görkemli küçük adamı kaldırmanın en iyi tarzı konusunda biraz tedirginlik göstererek nadir bir zarafetsizlikle bu emri yerine getirdi. Markiz karşısında duran çocuğa nezaketle bakmaktaydı. Sonra Wolfgang, o Almanlara has tarzıyla birden onu öpmek için öne doğru eğildi. Fakat mağrur hanım, bu hareket üzerine geri çekilip kibirli bir tavırla sırtını dönünce çocuğun yüzüne ateşler bastı.

      “Ha!” diye bağırdı öfkeyle. “Bu kimmiş de beni öpmüyor? Biraz önce İmparatoriçe beni öpmemiş miydi?”

      Neyse ki bu patavatsız sözleri Almanca söylediği için oradakilerden hiçbiri bir şey anlamamıştı. Tabii, Prenses Victoire hariç. Bu hadise Prenses’i pek keyiflendirmişti.

      Prenses Adelaide, çocuğun yeteneğini sınamak için kendi yazdığı bir şarkıya doğaçlama olarak eşlik edip edemeyeceğini sordu. Wolfgang hiç tereddüt etmeden piyanonun başına oturup şarkıya zarif bir şekilde eşlik etti. Bununla da kalmayıp şarkının on nakaratının her birine yeni ve farklı bir eşlik yazdı. Çocuğun yaratıcılığını denemek için Prenses emretmişti bunu.

      Akşamın geri kalanı boyunca Prenses Victoire, Wolfgang’ı kucağından neredeyse hiç bırakmadı. Göğsünden bir elmas broş çıkarıp çocuğun göğsüne taktı. Kraliçe de onu bir anne şefkatiyle okşayıp öpmeye doyamıyordu.

      Birkaç hafta sonra Baba Mozart ve küçük Wolfgang, kraliyet ailesinin Chisy-le-Roi’daki sayfiye evinde Fransa sarayına veda etti. Kraliçe ile prensesler, Wolfgang’a pahalı armağanlar vermişti. Şimdi paha biçilmez bir hediyeyle onları onurlandırmak sırası Wolfgang’daydı. Gerçi o zamanlar bu hediyenin kıymetini pek az takdir etmişlerdi. Fransa’da geçirdiği bu birkaç hafta boyunca yayınlanan ilk iki eserini bestelemişti (Üstelik henüz sadece yedi yaşındaydı!). Her bir opus,13 keman eşliğinde iki piyano sonatından oluşuyordu. Bunlardan birincisi Prenses Victoire’a, ikincisi ise Kontes Tessé’ye adanmıştı.

      Küçük Mozart, iyilikleri ve takdirleriyle kalbini kazanmış olan hanımlara bu iki besteyi getirip kendi elleriyle sundu.

      Onlar için sonatları her zamanki becerisiyle icra ettikten ve övgüleri ile teşekkürlerini kabul ettikten sonra ayrılma vakti geldi. Genç prensesler elveda demek üzere çocuğun yanına geldi. Fakat Wolfgang birden sırtını dönüp terasa açılan uzun pencerelerden birinden atlayarak parktaki ağaçlar arasında gözden kayboldu. Prensesler şaşkınlık içindeydi. Başarının çocuğun başını döndürdüğüne ve aklını yitirdiğine inanacaklardı az kalsın. Ama bir de ne olsa beğenirsiniz! Küçük Mozart’ın kaybolduğu açık pencereden içeri tatlı bir nağme giriyordu. Park şapelindeki büyük orgun sesiydi bu.

      Çocuk kendi veda etme tarzını seçmişti. Kalbi kibar konuşmalar yapamayacak kadar yüklü, acısı ise kelimelerle ifade bulamayacak kadar samimiydi. Müzik, veda için kullanabileceği tek dildi.

      İlk başta neredeyse hüzünlü bir şekilde, sanki pişmanlık dolu bir elveda gibi duyuluyordu nağmeler. Sonra ses, daha derin ve kuvvetli bir şekilde yükseldi. Ayrılık acısı giderek artmış ve yoğunlaşmış gibiydi. Derken hüzünlü müzik, bu tarifsiz acıyı anlatmaya mecalleri olmadığından yakınan minör akorlar halinde uzaklara doğru gidip sessizliğe gömüldü. Ah! Bu dostlarına veda etmiyordu yalnızca. Yok olmuş bir cennete, çocukluğun kayıp cennet bahçesine hıçkırıklarla söylenen veda sözcükleriydi bunlar. Bugün o cennetteki hayatı sona ermişti, çünkü dünyadaki işleri başlıyordu.

      İkinci Kısım

      Mozart’ın Gençliği: İtalya Dönemi

      Birinci Bölüm

      Akşam Alacası ve Sabah Kızılı

      1770 senesinin Mart ayında ışıl ışıl bir gündü. Altın güneş ışığı ünlü Bologna kentine akın ediyordu. İtalya gökleri o koyu mavi gözleriyle sanki bir sevgiliye gülümser gibi gülümsüyordu kente. Fakat semanın bu sevgi dolu bakışına, aynı şefkatle karşılık verilmiş değildi. Zira Bologna bu gökyüzünün altında uzanıyordu. Bütün o sarayları, manastırları ve kiliselerinin arasında, karanlık ve amansızdı. Çoktan geride kalmış yüzyıllara dair kasvetli düşüncelere dalıp gitmişti. Sanki ortaçağın taşa dönmüş imgesi gibiydi.

      Yüksek binaların hepsi gösterişsiz ortaçağ mimarisini sergiliyordu. Her evin ağır bir verandası vardı. Bu verandaların her sütunu yoğun bir gölgeyle destekleniyordu. Bu yüzden sokakların neredeyse kasvetli bir ifadesi vardı.

      İnsanların tüm davranışları ve yaşamlarını da ortaçağdan kalma bir hava istila etmiş gibiydi. Cüppeli keşişler ve mağrur rahiplerden oluşan grupların sokaklar ve meydanlardan sık sık ve sessizce geçişiyle kuvvetlenen bir görüntüydü bu.

      Sözünü ettiğimiz dönemde İtalya’da hâkim olan gerçek yaşam ve kültüre dair en iyi kanıt, Bologna çevresinde yaşayan zenginlerin köşklerinde görülüyordu. Şehirden çok uzakta olmayan böyle köşklerden birinin giriş kapısında asil ve görkemli bir adam, içeri girmeden önce bir süre bekledi. Çünkü öğle güneşinin bütün ışığını Bologna’nın СКАЧАТЬ



<p>13</p>

Müzik eseri. (ç.n.)