Masaccio’nun Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’unun önünde diz çökerek bir tebeşir parçası çıkardım, kollarımı sıvadım, bileğimi şöyle bir döndürdüm ve ezberimden Michelangelo’nun figürlerini çizmeye başladım, ama günün son ışıkları da kaybolmaya başlayınca ayağa kalktım. O kilisenin içinde görmek istediğim bir şey daha vardı: Domenico Ghirlandaio’nun ana şapeldeki freskleri – Vaftizci Yahya ve Meryem’in hayatlarından sahneler. Floransa’ya geldiğimden beri o fresklerin kopyasını birkaç kez çıkarmıştım ama bu sefer, daha önce bulmayı hiç düşünmediğim bir şeyi arıyordum. Masumların Katliamı tablosu umut verici görünüyordu – kıvrılan, yalpalayan figürlerle dramatik bir sahneydi. Ghirlandaio’nun en ünlü çırağının resmettiği parça bu muydu? Bunlar Michelangelo tarafından bir duvara sürülen ilk boyalar mıydı?
Michelangelo, Ghirlandaio’nun atölyesine katıldığında ve o şapelin dekorasyonuna yardım ettiğinde on üç yaşındaydı – öksüz kaldığım zamanki yaşımdan iki yaş büyüktü ama hâlâ gençti. Rakipleri onu aşağılık bir taş yontucusu olarak görebilirdi ama o, Floransa’nın tanıdığı en büyük freskçilerden birinin yanında ressamlık eğitimi almıştı. Michelangelo resim yapmayı biliyordu.
Karanlık çökerken, kasabadan atölyeme geri döndüm. Ön kapıyı açtım – eşiği geçmeden önce ayaklarımı iki kez sildim – ve atölyemin ön kısmına girdim. Kovalara, halatlara, paçavralara, kavanozlara ve fırçalara dikkat ederek yürüdüm; asistanlarım burayı çok dağıtıyordu. Hiç Michelangelo’nun böyle bir bottega32 hakkında sızlandığını duydunuz mu? Çırakların tek bir ustanın tasarımlarını gerçekleştirmek için birlikte çalışması fikrini iğrenç bulduğunu açıkça belirtiyor: “Hayal gücü ve yeniliklere zaman ayırmadan, hepsi tek bir ustanın tasarımlarına dayanan parçalar üretiliyor ama ne için? Satmak için mi? Kime? Tüccarlar ve çevrelerindeki yapışkanlara mı?” Öf, herkes onun gibi katedrallerden ve belediye meclislerinden düzenli olarak kazançlı işler alabildiği zaman hiçbirimizin küçük dükkânlarımıza ihtiyacımız olmayacak. Ama o zamana kadar… Bir arka kapıdan eğilerek geçtim.
Burası benim özel alanımdı, burada bottega tasarımları üzerinde ve kendi yaptığım bir tabloya yeterince yüksek fiyat ödeyenler için komisyonlu işler üzerinde çalışıyordum: Zengin Doni ailesi, Urbino’daki düküm, İngiltere Kralı’nın bir elçisi. (O sırada hâlâ VII. Henry kraldı, en azından bir süre daha. Kaç yılı kalmıştı? Dört veya beş yıl mı?) Atölyenin bu bölümünde her şey düzenliydi: Kıl boyuna göre düzenlenip kusursuz şekilde sıralanmış fırçalar; renk ve tonlarına göre düzenlenmiş pigment kavanozları; ahşap türüne göre gruplandırılmış panel yığınları ve konuya göre düzenli yığınlar halinde kataloglanmış çizimler. Ve duvarlara asılı, sandalyelere yaslanmış ve şövalelere dayanmış resimlerim: Meryem, bir Meryem daha, bir tane daha…
Mumları yaktım ve Michelangelo’nunki kadar heykelsi figürler yapmak için oturdum. Sonraki birkaç hafta boyunca tavernaya gitmedim ya da vaftizhane kapılarının yanında diğerleriyle kiraz kırmızısı şarap içmedim. Hayır. Odamda kaldım, gerektiği kadar az uyudum ve Michelangelo’nun taslağından hatırladığım ayrıntıları mükemmelleştirmeye çalıştım: Hamle yapan figürler, kıvrılan kaslar, çıkıntı yapan kemikler… Hiç bu kadar hassas bir şekilde resmedilen karın, ayak bileği veya eklemler görmemiştim. (Evet, Michelangelo’nun insan anatomisini incelemek için ölüleri kesmek üzere morglara girdiğine dair söylentileri sizin gibi ben de duydum. Tüm o kan ve pis kokuyu hayal edebiliyor musunuz? Ne zaman göğüs kemiğine bir keski saplamayı düşünsem… Uffa! Ölüleri incelemek yerine, sanırım başkalarının çalışmalarını incelemeye devam edeceğim.) Michelangelo’nun daha büyük ve şişkin, dizleri daha sıkı bükülmüş ve gövdeleri daha uzağa dönen figürlerinin kaslarını, mümkün olduğunca yaklaştığımı hissedene kadar çizmeye çalıştım. Sonra yüzlerce ek eskiz çizdim ve bu figürleri adım adım kendi zevklerime göre ayarladım: Kasları uzattım, kıvrımları yumuşattım, eti yumuşattım, yüzleri idealleştirdim, savaşın ritminden dansa doğru ilerledim. Ama tüm bunlardan sonra bile onun enerjisini, tutkusunu, onun…onun… O iyiydi. Çok iyi.
Bir gün Sarto, atölyeme kafasını uzattı. “Michelangelo Roma’ya gidiyor,” dedi.
Parmaklarım zonkluyordu ama tebeşirimi bırakmıyordum. Henüz. “Neden?”
“Papa’ya mermerden bir mezar yapmak için.”
Parmaklarım biraz gevşedi. “Mermerden mi?”
“Tabii ki mermerden. Söylentiye göre kırk mermer heykelle dolu üç katlı bir cephesi olacakmış. Kırk. Onu oymak bir ömür sürer. Olur da bitirebilirse yani.”
“Peki ya belediye binasındaki fresk?” diye sordum.
“Başlamadan bıraktı.”
Sarto haberi yaymaya devam ederken tebeşirimi bıraktım ve kramp giren ellerimi gerdim. Michelangelo mermere dönecekti. Derin bir nefes verdim. Meryem Ana’ya, Kutsanmış Oğluna, Kutsanmış Mavi Cüppesine, Mübarek Parmaklarına ve hatta Mübarek Ayak Parmaklarına şükürler olsun ki heykeltıraş ressam olmayacaktı.
VII. Bölüm
Gonfaloniere Piero Soderini, Ponte Vecchio’ya sıra sıra dizilmiş balıkçıların ve kasapların kakofonisi eşliğinde yürüdüğümüz esnada “Çizimini göstermem için beni ikna etmeye çalışıyorsan bilgin olsun, bana gizlilik yemini ettirdi,” dedi.
“Tasarımlarını çalmaya çalışmıyorum Gonfaloniere.” Kalçasında bir sepet uskumru taşıyan bir hizmetçiye çarptım. Gözünün önüne gelen saçları savurdu. Güzeldi, bu yüzden Soderini’yi takibe devam etmeden önce başımı sallayarak hızlıca özür diledim. “Freski bitirmek için hizmetlerimi sunuyorum.”
“Herkes seni seviyor Sanzio ama bu iş Michelangelo’nun.” Soderini, babasının tezgâhıyla ilgilenen bir kıza, “Bir şişe balık sosu ver oğlum,” dedi. Kız bir porsiyon fermente balık sosu alıp bir şişeye doldurdu. Oğlanların taktığına benzer bir şapka takmıştı ama yüz hatlarına bir kez bakınca kız olduğundan asla şüphe duymazdınız. Bazı insanların bu denli açık şeyleri görmeyi reddetmesi inanılmaz, değil mi?
Sesime biraz da şüphe katarak “Michelangelo’nun Floransa’ya geri döneceğine gerçekten inanmıyorsun, değil mi?” diye sordum. “Platon’un dediği gibi, ‘Aldatmaların en kötüsü, kendini aldatmaktır.’”
Soderini’nin kaşları çatıldı. “Michelangelo’nun geri dönmeyeceğini mi düşünüyorsun? Hiçbir zaman dönmeyecek mi?” Elinde sadece değersiz bir soldo33 vardı, ben de genç hanımın masasına iki madeni para daha attım. Gülümsedi ve fazladan bir damla balık sosu ekledi.
“Anladığım СКАЧАТЬ
32
İt. Dükkân. (ç.n.)
33
İt. Para. (ç.n.)