Perugino hükmünü vermeden önce iki hanım öne çıktı. Gözleri donmuş bir göl renginde olanla zaten tanışmıştım – tamam, tanışmaktan daha fazlası söz konusuydu. Eğilerek selam verdi ve “Sinyor Raffaello Sanzio, kız kardeşimi takdim edebilir miyim?” dedi.
Diğeri bana bir parça kâğıt uzattı. “Per favore, bir çizim alabilir miyim?”
Perugino’ya özür dilercesine omuz silktim, öte yandan böyle bir talebe tanık olmak zorunda kaldığı için pek de üzülmemiştim aslında. Cebimden bir parça tebeşir çıkardım ve kâğıdı tutan hanımefendiye, “İşte bana hükmedecek, benden daha güçlü bir ilah,” dedim. (Bir Dante alıntısı her zaman, her duruma uygun düşer, sizce de öyle değil mi?) Gözlerimi hanımefendinin yüzünden ayırmadan – çizmek için elime bakmaya çok uzun zamandır, herhalde on yaşımdan beri ihtiyaç duymuyordum – onu çabucak çizdim. “Gözün köşesinin buradaki kıvrımı epey güzel,” dedim tebeşirimle yüzünü işaret ederek. “Bir sonraki Meryem Ana resmime yakından bakın, yüz hatlarında kendinizden bir dokunuş bulabilirsiniz.”
“Ya…” Genç kadın bir zakkum çiçeği gibi pespembe oldu. Resmi aldı ve ikisi de arkadaşlarının yanına koştular.
Gülümseyerek Perugino’ya döndüm, nefes alıp verirken şişkin burnu genişliyordu. İşte o zaman ağzından tek bir kelime çıktı: “Hırsız.”
Çevresindeki diğer adamlar mırıldandı.
Tessa’nın nefesi kesildi.
“Scusi?”19 dedim.
Perugino benden kısaydı ama iri, yuvarlak kafası benimkini gölgede bırakıyordu. “Resmimi çaldın,” dedi.
Boynumdaki alevin soğumasını ve göğsüme geri dönmesini diledim. (Yüz kızarmasını nasıl bastıracağını bilmek, her saray mensubu için paha biçilemez bir beceridir. Krem tonlarındaki bir teni kızarmaktan korumak için nasıl düzgün nefes alacağımı öğreten anneme minnettarım.) “Maestro, benim işim – her zaman olduğu gibi – sana, yeteneğine, nüfuzuna, senin…”
Perugino parmağını salladı. “O altar panosu benimkinin bir kopyasından başka bir şey değil.”
Meryem’in Evliliği resmimi gördünüz mü? Sorun yok; bu resim ta Città di Castello’da, günlük yürüyüşünüzü yaparken denk gelebileceğiniz bir yerde değil yani. Ama kopyalarını gördünüz mü? O zaman suçlamasını reddedemeyeceğimi bilirsiniz. Tam olarak reddedemem. Her iki resim de – onun versiyonu Perugia katedralinde asılıydı – Meryem’in Yusuf’la evliliğini tasvir ediyor, ziyadesiyle yaygın bir konu ama aynı kompozisyonu, aynı ortamı ve – evet – Perugino’nun versiyonundakiyle aynı figürlerin çoğunu kullandım, ama… Ma per carità!20 Perugino’nun figürleri o kadar statik ki ritim yok, ön plandaki figürler tuvale bastırılmış gibi ve arka plandaki tapınak öyle ağır ki kompozisyonu aşağı çekiyor, renkleriyse fena halde zayıf mavi ve pembe tonlarından ibaret. Ne yapmam gerekiyordu, bir resmi nasıl iyileştireceğimi bu kadar net görebildiğim halde öyle kalmasına izin mi verseydim? Bunların hiçbirini yüksek sesle söylemedim elbette. Saraylılar asla kendi düşüncelerini söylemezler, hep başkalarının düşüncelerini söylerler. “Francesco Petrarca, sanatçıların birbirini taklit etme biçimlerinin, arıların bal ve balmumu yapmak için çiçeklerden polen çıkarmasına benzediğini söylemişti. Mesele kopyalama değil. Buradaki mesela, eskiyi alıp daha iyi hale getirmektir.”
“Daha iyi mi? Daha iyi, ha?” Perugino’nun yüzü Paskalya’da yapılan vişne sosunun rengini aldı. “Sana acıyorum Raffaello. Tek istediğin en büyük olmak, ama berbat bir kopyacı asla en büyük olamaz.” Perugino kiliseden çıktı. Diğer adamlar da peşinden gittiler.
Tessa ellerimi tuttu ve ne kadar üzgün olduğunu mırıldandı. “Beni buraya, Meryem ve Yusuf’un sonsuz birleşmelerini gösteren resminin olduğu yere getirmen çok romantik.”
Tessa’ya döndüm. Kahverengi gözleri kocamandı ve parlıyordu. “Che?”21
Kızardı. “Bunu bana söyletmeyeceksin herhalde, değil mi?”
“Neyi?”
“Rafa.” Sesi, Kutsal Perşembe günündeki rahibeler gibi sert çıkmıştı. “Utangaçlık etmene gerek yok. Benim babam yok. Ne erkek kardeşim var ne amcam. Hiç ailem yok. Yani başkasına sormana gerek yok.” Hüzünlü bir ifadeyle parmaklarımı çekiştirdi. “Beni buraya getiren sensin.”
“Seni buraya maestromla tanışman için getirdim. Resmimi beğenip beğenmediğini görmeye…”
Parmakları buz kesti. “Ama bugünün hayatımızı değiştireceğini söyledin. Mükemmelliği yaratacağımızı söyledin. Sonra benden sana San Francesco’ya kadar eşlik etmemi istedin. Sana burasının evlenmek istediğim yer olduğunu söylemiştim.”
“Evlenmek mi?” Ellerini bıraktım.
“Ya da nişanlanmak.”
“Tessa, seninle evleneceğimi nereden çıkardın?”
Göğsünden yukarı bir pembelik yayıldı. Kollarını bağlayıp baktı.
Uffa, 22 atölyemde, ormanda, demircinin dükkânının arkasında yaptıklarımı inkâr edemezdim. “Ben…ben…ben…” Başparmağımdaki yeşil boya lekesini kazımaya başladım. “Bence çok hoşsun.”
Çığlıklara hazırdım ama “Beni kilitli kapılar ve ressamların muşambalarının arkasına saklamayı bırakmanın zamanı geldi, Raffaello Sanzio,” derken sesi sinir bozucu derecede sakindi.
“Mia cara, ben bir ressamım, evlilik ve aile için yaratılmamışım.”
“Diğer ressamlar evleniyor. Atölyeleri, yardımcıları, eşleri, çocukları var.”
“Ben diğer ressamlardan değilim.” Cebime uzandım, babamın eski uzun saplı boya fırçasını çıkardım ve parmaklarımın arasında döndürmeye başladım.
“Erkeklerin miraslarını bırakabilecekleri çocuklara ihtiyaçları var.” Fırçayı döndürmemi durdurmak için elimi tuttu.
“Çocuklar ölüyor,” dedim.
Bu sefer cevap verme sırası ondaydı, “Che?”
“Ve çocuklar yaşasa bile…” Fırçayı tekrar döndürmeye başladım. “Giotto’nun anne babasının adlarını biliyor musun? Ya Donatello’nun? Botticelli’nin? Büyük işler yapsam bile babamın adının gelecek nesillerin dilinden düşmemesini sağlayabilecek miyim? Belki onu onurlandırmak için yeterince şey yaparsam, adı bir yerlerde СКАЧАТЬ
19
İt. Affedersin, pardon. (ç.n.)
20
İt. Aman Tanrım. (ç.n.)
21
İt. Ne? (ç.n.)
22
İt. Uf, of. (ç.n.)