Bu çizimler sergilendiğinde, biz sanatçılar oturup kopyalarını çıkarırken, büyük kalabalıklar belediye binasına girip çıkıyor ve ağızları açık kalıyordu. Yabancılar zamanlarını iki çizim arasında eşit olarak böldüler, ama biz Floransa’dan gelenler olarak Michelangelo’nunkine odaklandık – onun ne zaman dönüp hepimizi kovalayacağını kim bilebilirdi? Andrea della Robbia hep aynı yerde, ortanın hemen sağında oturuyordu. Sarto yüzüstü yatmış, çizimlerinin sayfalarını teker teker buruşturuyordu. Davide Ghirlandaio hızlanmıştı. Düzgün tebeşir ve eskiz kâğıdımla ilk gelen ve en son giden bendim. Ya da en azından ben öyle sanıyordum, ta ki…
Çizimlerin sergilenmesinden yaklaşık iki hafta sonra Büyük Salon’a girdiğimde Michelangelo’nun çiziminin sağ alt köşesinin yırtılmış olduğunu gördüm. Kayıp parçada, arka planda uzanan çıplak bir askerin bacaklarının kısaltılmış hali vardı, mükemmel bir rakursi34 örneğiydi. Diğer ressamlar geldiğinde “Nereye gitti?” diye sordum.
Kimse cevap vermedi.
Diğer herkesle oturup çizmeye devam edebilirdim – yeni bir aciliyet duygusu bariz hale gelmişti; yapabiliyorken kopyalamalıydım ama bunun yerine, olayı bildirmek için oradan ayrıldım. Gonfaloniere benimle görüşmedi ama bir not bıraktım. Sonraki iki gece Büyük Salon’da kamp kurdum, neredeyse kırk sekiz saat aralıksız uyanık kaldım – çizdim, volta attım, Leonardo’nun düzensiz malzeme kutularını düzenledim – ama iki gün hiçbir olay çıkmayınca dinlenmek, üzerimi değiştirmek ve parmaklarımdaki tebeşir kalıntılarını ovmak için eve gittim. Döndüğümde o çizimin bir köşesi daha gitmişti; Arno’nun yanında diz çökmüş, çorabını çeken bir askerin olduğu kısım yoktu. “Bu parçaları kim çalıyor?”
Andrea della Robbia sola geçti ama onun dışında kimse kaybın farkında değildi.
Michelangelo’ya yazmayı düşündüm ama o ta Roma’daydı, ayrıca benden gelen bir mektubu neden okuyacaktı ki? Belediyeye nöbetçi koymaları için dilekçe verdim ama yetkililer tartışırken çizimin parçaları kaybolmaya devam etti. Ben oradayken kimse dokunmuyordu; çizimin parçaları uyumak, yemek yemek, yıkanmak veya tuvaletimi yapmak için çıktığımda kayboluyordu. Biri parça parça alıp götürüyor muydu yoksa her bir parçayı farklı bir ressam mı cebine atıyordu? (Bir sonraki bölümü Michelangelo’ya kelimesi kelimesine tekrarlamanızı istiyorum; gerekirse yazın. Başka bir sanatçıyı kopyaladığımda, evet, çizgileri tekrarlıyorum ama bunu onların yaptıklarını geliştirmek amacıyla yapıyorum. Kendi dokunuşunuzu katma niyeti olmadan başka birinin çalışmasını kopyalamak, zamanı çöpe atmak demektir. Yalnızca onu yeni bir şey yaratmak için kullanmak, bu alıştırmayı yaratıcı hale getirir. Evet, mükemmele daha yakın bir şey yaratmak için Perugino, Pinturicchio, Leonardo ve Michelangelo’dan unsurları birleştiriyorum ama o hâlâ benim, bu yüzden sürekli hırsızlıkla suçlanmak beni incitiyor. Taslaklarını asla çalmazdım. Benim veya bir başkasının çıkardığı kopyalar, onun nabzı atan çizgilerini, kıvrımlı ritimlerini, ruhunu yakalayamaz. Hayır. Onlar gitti. Sonsuza kadar.)
Bir gün Büyük Salon’a girdiğimde Leonardo’yu bir zamanlar Michelangelo’nun çiziminin asılı durduğu yerin önünde dikilirken buldum. Tek bir pürüzlü kâğıt parçası bile kalmamıştı. Leonardo, “Fırsatın varken bir parçasını hatıra olarak almalıydın,” dedi.
“Bunu yapan sen miydin?” diye sordum.
“Onun artıklarına ihtiyacım yok. Ama diğerleri…” Leonardo avuçlarını gökyüzüne kaldırdı. “Hayranlık, insanlara garip şeyler yaptırır.”
“Bu dünya sanata da yaşam kadar düşüncesizce yaklaşıyor,” diye mırıldandım ve yeniden çizmek için oturdum, bu kez yalnızca bir anıyı kopyalıyordum.
Leonardo’nun iki kolumu sıvayıp, bileğimi döndürüp sayfama dikkatli çizgiler çizmeye başladığımı izlediğini hissettim. Daha yakından bakmak için karşıya geçti. “O kısımda biraz daha çalış,” dedi.
“Böyle mi?”
“Balıklar suyu hafifçe okşayarak yüzmezler. Suyu iterek yüzerler.”
Bu adama bayılıyordum ama bazen beyni konunun etrafından dolanmayı seviyordu. “Cosa?”
Leonardo elimi tuttu ve tebeşirimi sayfaya sıkıca bastırdı. “İncelik her zaman hafif bir dokunuştan gelmez.” Elimi birkaç vuruş için yönlendirdi ve sonra bıraktı.
Baskısını birkaç kez taklit ettim ama… “Yanından bile geçmiyorum, değil mi?”
“Biraz daha yaklaştın.”
“Ama mükemmel değilim.”
“Henüz değil.” Leonardo oturdu. “Neden hâlâ buradasın genç serçe? Floransa, uzun bir gecenin sonundaki ay gibi batıyor ve yerine yenisinin doğma zamanı geliyor. Perugino, Pinturicchio, Signorelli, Michelangelo, hepsi Roma’da çalışıyor.”
“Umarım gideceğini söylemeye çalışmıyorsundur maestro. Sanki Floransa parça parça götürüldü ve sen de kalan çizimin son parçasısın. Eğer gidersen kopyalanacak bir şey kalmayacak.”
“Burada konu ben değilim. Bu, karşı konulamaz cazibeni Roma’ya taşımakla ilgili.”
Tırnaklarımdan birinin altından biraz pembe boya çıkarmaya başladım. “Şey, Roma hakkında korkunç şeyler duyuyorum. Tehlikeli, kirli, rekabetçi; kardinallerin seni kutsamak kadar zehirleme ihtimalleri de varmış. B-ben gitmek istemiyorum.”
“Ya…” Leonardo’nun sesi sanki yeni bir böcek türü keşfetmiş gibi titriyordu. “Demek bu yüzden hâlâ buradasın, öyle mi? Papa cenapları seni davet etmedi.”
Pembe boyayı sertçe ovuşturdum ama çıkmıyordu. “Henüz değil.”
“Bu papayla birlikte Roma’da sanatsal üstünlük kazanılacak,” dedi Leonardo. “Papanın seni Roma’ya aldırmasını sağlamak senin elinde.”
“Ama maestro, papadan bahsediyoruz. Bir şey yapmasını nasıl sağlayabilirim?”
“Ah, genç serçem, bunu sana söyleyemem. Ne de olsa hiçbir kuş bir başkası için uçmayı öğrenemez.”
VIII. Bölüm
34
Perspektif kısaltım. Bir nesnenin perspektif kurallarına uygun olarak kısaltılıp gösterilmesi. (ç.n.)