İnsanı Tanıma Sanatı. Alfred Adler
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanı Tanıma Sanatı - Alfred Adler страница 14

Название: İnsanı Tanıma Sanatı

Автор: Alfred Adler

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258361148

isbn:

СКАЧАТЬ ona bir medyuma rastlamışlardır. Bu bazen güçlerini medyumların üzerinde denemeye çalışan önemli bilim insanlarının deneyi olmuştur.

      Gerçek ile sahtenin tuhaf bir biçimde birbirine karıştığı diğer durumlar da vardır. Medyum, tabiri yerindeyse, aldatılmış bir aldatandır. Kısmen hipnoz edeni kandırır fakat aynı zamanda kendini onun iradesine bağımlı kılar. Anlaşılan burada geçerli olan güç asla hipnoz edenin gücü değil, aksine daima, medyumun kendini bağımlı kılmaya ve boyun eğmeye hazır bulunmasıdır. Hipnoz edenin blöf yapma becerisinin dışında medyumu etkileyen başka hiçbir sihirli güç yoktur. Mantıklı yaşamaya alışkın, kendi kararlarını kendi veren, herhangi birinin sözlerini eleştirmeden yutmayan herkes doğal olarak hipnoz edilemez ve bu yüzden asla herhangi bir telepatik güç sergileme becerisine sahip olamaz. Hipnoz ile telepati sadece kölelere yaraşır itaatkârlığın dışavurumlarıdır.

      Bu noktada telkini de hesaba katmalıyız. Telkin, izlenimlerin ve uyarıcının kategorisine dahil edildiğinde en iyi biçimde anlaşılabilir. Hiçbir insanın yalnızca arada sırada uyarılmadığı, kendiliğinden anlaşılabilir bir durumdur. Hepimiz sürekli olarak dış dünyamızda ortaya çıkan sayısız izlenimin etkisi altındayızdır. Bir uyarıcının mutlak biçimde algılanması hiçbir zaman gerçekleşmez. İzlenim bir kez hissedildiğinde etkisini uygulamaya devam eder. Bu izlenimler bir başka insanın talepleri ve ricaları biçimini aldığında, o insanın ikna etme çabalarının ya da argümanlarının telkin olduğundan bahsedebiliriz. Bu aslında telkin verilen kişide halihazırda mevcut olan bir bakış açısının ya dönüştürülmesi ya da pekiştirilmesi durumudur. Sorun her bireyin dış dünyadan gelen uyarıcılara çok çeşitli biçimlerde tepki vermesi gerçeğiyle gerçekten zorlaşmaya başlar. Kişinin etkilenme derecesi bağımsızlığıyla yakından ilişkilidir. Göz önünde bulundurmamız gereken iki tip insan vardır. Birinci tip daima diğer hemcinsinin görüşlerine fazla değer verir ve bu yüzden ister doğru olsun ister yanlış kendi görüşlerine az değer verir. Böyle bireyler telkin ya da hipnoza son derece duyarlıdırlar. İkinci tip ise her uyarıcıyı ya da telkini bir hakaret olarak görür. İşte bu tip bireyler sadece kendi görüşlerinin doğru olduğunu düşünen ve aslında bunun doğruluğuna ya da yanlışlığına gerçekten aldırmayan kişilerdir. Bir başka insandan çıkan herhangi bir görüşü umursamazlar. Her iki tip de beraberinde bir zayıflık hissi taşır. İkinci tip bu zayıflığı başka birisinden herhangi bir şeyi alamamasıyla gösterir. Bu ikinci kategorinin üyeleri her ne kadar telkinlere karşı açık olmalarıyla övünmelerine karşın genelde çok kavgacı kişilerdir. Ancak, telkine açık ve makul olmaları durumundan sırf yalıtılmış konumlarını pekiştirmek için bahsederler. Gerçekte kendilerine asla yaklaşılamaz ve onlarla bir şey yapmak çok güçtür.

      Beşinci Kısım

      AŞAĞILIK HİSSİ VE İTİBAR ELDE ETME ÇABASI

      I. Erken Çocukluktaki Durum

      Doğa tarafından üvey çocukmuş gibi davranılan çocukların, kendisine çok erken yaşlarda varlığın keyfi lütfedilen bireylere kıyasla hayata ve hemcinslerine karşı tamamen farklı bir tutum takındıkları gerçeğini artık kabul etmeliyiz. Dünyaya organ aşağılığıyla gelen çocukların çok erken bir yaşta çoğunlukla sosyal hislerinin boğulmasıyla sonuçlanan amansız bir varoluş mücadelesinin içine girdikleri temel bir yasa olarak belirtilebilir. Hemcinsleriyle uyum kurmayla ilgilendirmek yerine kendilerini sürekli olarak kendileri ve diğerleri üzerinde bıraktıkları izlenim ile meşgul ederler. Organik aşağılık için geçerli olan şey, dünyaya karşı düşmanca tavır üretme becerisi ve ekstra bir yük olarak kendisini açığa vuran sosyal ya da ekonomik sıkıntı için de geçerlidir. Belirleyici eğilim çok erken bir çağda saptanır. Böyle çocuklar hayatlarının ikinci yılı kadar erken bir dönemde, mücadeleye karşı oyun arkadaşları kadar yeterince hazırlıklı olmadıklarına dair bir duyarlılığa sıklıkla kapılırlar. Alışılmış oyunlara ve eğlencelere kalkışmada kendilerine güvenmezler. Geçmiş mahrumiyetlerinin sonucu olarak, ihmal edildiklerine dair bir hisse kapılırlar. Bu durum onların kaygılı beklentilerinde kendini belli eder. Her çocuğun hayatta aşağılık bir konumda bulunduğunu hatırlamak gerekir. Şayet ailesinin sunduğu belirli bir ölçüdeki sosyal his olmasaydı bağımsız bir varlık olarak kendini gösteremezdi. Her bir çocuğun zayıflığı ve acizliği görüldüğünde, her hayatın başlangıcının az ya da çok derin bir aşağılık hissiyle dolu olduğu anlaşılır. Er ya da geç her çocuk varoluşun zorluklarıyla tek elle mücadele edemeyeceğinin farkına varır. Bu aşağılık hissi her türlü çocuksu çabanın başlangıç noktası ve itici gücüdür. Bu, bireysel olarak çocuğun hayatta nasıl huzur ve güvenliği edindiğini, varlığının yegâne amacını belirler ve bu amaca giden yolu hazırlar.

      Bir çocuğun eğitilebilir olmasının temeli, organik olanaklarıyla yakından ilintili olan bu tuhaf durumda yatar. Eğitilebilir olma durumu iki etmenle yok edilebilir. Bu etmenlerden biri abartılmış, yoğun ve kararsız bir aşağılık hissidir. İkincisi ise sadece emniyet, huzur ve sosyal denge gerektirmekle kalmayıp, ayrıca, çevresinin üzerinde güç gösterme çabasını yani bireyin hemcinsleri üzerinde egemenlik kurma hedefini gerektirir. Böyle bir hedefi olan çocuklar daima kolayca fark edilirler. “Problem” çocuk olurlar çünkü her deneyimi bir yenilgi olarak yorumlarlar ve kendilerini daima hem doğa hem de insanlar tarafından ihmal edilmiş ve farklı tutulmuş olarak görürler. Bir çocuğun hayatında hangi mecburi ihtiyaçla çarpık, yetersiz, hata dolu bir gelişme gerçekleşebileceğinin tüm etmenlerini göz önünde bulundurmak gerekir. Her çocuk hatalı bir gelişim tehlikesi geçirir. Her çocuk günün birinde kendisini tehlikeli olan bir durumda bulur.

      Her çocuk yetişkinlere ait bir ortamda yetişmek zorunda olduğundan dolayı kendisini zayıf, küçük, tek başına yaşamaktan aciz olarak görmeye meyillidir. Birinin hatasız, yanlışsız ya da beceriksiz bir biçimde yapabileceğini düşündüğü basit görevleri yapmada kendisine güvenmez. Eğitimdeki hatalarımızın çoğu bu noktada başlar. Çocuğun yapabileceğinden daha fazlasını talep ederek onun çaresizliği düşüncesi yüzüne çarpılır. Hatta bazı çocukların önemsizliklerini ve çaresizliklerini bilinçli olarak hissetmeleri sağlanır. Başka çocuklar ise oyuncak, canlı oyuncak bebekler olarak görülür. Diğerlerine ise dikkatlice gözlenmesi gereken değerli özel eşyalar gibi davranılır. Diğer yandan, bazılarının da işe yaramaz insan eşyaları gibi hissetmeleri sağlanır. Ebeveynlerin ve yetişkinlerin bu gibi tavırlarının birleşimi, çoğunlukla, çocuğun kendi gücünde sadece iki şeyin olduğuna inanmasına neden olur: ebeveynlerin memnuniyeti ya da memnuniyetsizliği. Ebeveynler tarafından ortaya çıkarılan aşağılık hissi tipi medeniyetimize has bazı tuhaf özelliklerle daha da şiddetlenebilir. Çocukları ciddiye almama alışkanlığı bu kategoriye aittir. Çocuk, neticede, hakları olmayan önemsiz biri olduğu, görülmesi gereken ancak duyulmayan birisi olduğu, hürmetkâr, sessiz ve benzeri özelliklerinin olması gerektiği izlenimini edinir.

      Sayısız çocuk sürekli olarak kendisine gülünme korkusuyla büyür. Çocuklarla dalga geçmek neredeyse bir suç işlemek gibidir. Çocuğun ruhu üzerindeki etkisini kaybetmez ve yetişkinliğinin alışkanlıklarıyla eylemlerine aktarılır. Çocukken kendisine sürekli gülünmüş olan bir yetişkin kolayca fark edilir. Tekrar kendisiyle alay edilme korkusundan kendisini bir türlü kurtaramaz. Çocukları ciddiye almama konusunun bir başka yönü ise çocuklara düpedüz yalan söyleme alışkanlığıdır. Bunun sonucunda çocuk sadece yakın çevresinden şüphe duymakla kalmaz ayrıca hayatın gerçekliğini ve ciddiyetini sorgulamaya başlar.

      Görünüşte hiçbir neden yokken okulda sürekli gülen СКАЧАТЬ