İnsanı Tanıma Sanatı. Alfred Adler
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanı Tanıma Sanatı - Alfred Adler страница 10

Название: İnsanı Tanıma Sanatı

Автор: Alfred Adler

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258361148

isbn:

СКАЧАТЬ Bu algıların tam olarak gerçeklikle aynı olması gerekmez. Herkes dış dünyayla bağlarını hayat örüntüsüne uyacak biçimde yeniden şekillendirip düzenleyebilir. Bir insanın bireyselliğiyle emsalsizliği neyi algıladığına ve nasıl algıladığına bağlıdır. Algı basitçe fiziksel bir olgudan ötedir. İç yaşamla ilgili en kapsamlı sonuçları çıkarabileceğimiz ruhsal bir işlevdir.

      B. Hafıza

      Ruhun gelişimi, algının gerçekleri temeline kurulan aktivite gereksinimiyle yakından ilişkilidir. Ruh ise doğal olarak insan organizmasının hareketliliğiyle ilişkili olup aktiviteleri bu hareketliliğin hedefi ve amacıyla belirlenir. İnsanın, içinde yaşadığı dünyaya yönelik uyarıcılarını ve ilişkilerini edinip düzenlemesi gerekir. Bununla beraber, bir uyum organı olarak ruhunun savunmasında önemli bir rol oynayan ve ayrıca, varlığını sürdürmesinde etkin olan tüm bu yetileri geliştirmesi gerekir.

      Artık hayatın sorunlarına karşı ruhun bireysel tepkisinin ruhun yapılandırmasında izler bıraktığı açıkça anlaşılmaktadır. Hafıza ve değerlendirmenin işlevlerine uyum zorunluluğu yön vermektedir. Hafıza olmadan geleceğe dair herhangi bir önlem almak imkânsız olurdu. Bütün hatıraların kendi içinde bilinçdışı bir hedefleri olduğu sonucuna varabiliriz. Hatırlar rastlantısal olgular değildir. Aksine, açıkça bir cesaretlendirme ya da uyarı niteliği taşırlar. Önemsiz ya da anlamsız hiçbir hatıra yoktur. Kişi bir anıyı ancak onun hangi amaca ya da hedefe hizmet ettiğini belirlediğinde değerlendirebilir. Kişinin neden bazı şeyleri hatırlayıp diğerlerini unuttuğunu bilmek önemli değildir. Hatırası belirli bir ruhsal eğilim için önemli olan olayları hatırlarız çünkü bu hatıralar önemli bir temel hareketi kolaylaştırır. Benzer biçimde bir planın yerine getirilmesinden bizi uzaklaştırdığı için diğer tüm olayları unuturuz. Böylece, hatıranın amaca bağlı uyum görevine tabi olduğunu görürüz. Ayrıca, her bir hatıra bütün olarak kişiliğin yönlendirilmesine neden olan hedef düşüncenin kontrolü altına girer. Hatıraların çoğunlukla tek taraflı bir önyargıyla doldurulduğu çocukluk döneminde sıkça olduğu gibi, kalıcı bir hatıra her ne kadar yanlış bir hatıra da olsa bilinç alanından dışarı aktarılabilir. Ayrıca, kalıcı bir hatıra arzulanan hedefe ulaşmak için gerekliyse bir tutum, duygusal bir eda ve hatta felsefi bir bakış açısı olarak belirebilir.

      C. Hayal Gücü

      Bireyin eşsiz varlığı, onun fantezisinin ve hayal gücünün ürünlerinden başka hiçbir yerde daha net bir biçimde kendisini göstermez. Hayal gücüyle kastettiğimiz şey, ortaya çıkmasına neden olan nesnenin var olmadığı durumda o nesneye dair algının yeniden üretilmesidir. Diğer bir deyişle, hayal gücü yeniden üretilmiş algıdır. Yani ruhun yaratıcı yetisinin başka bir kanıtıdır. Hayal gücünün üretimi, sadece bir algının (kendi içinde, ruhun yaratıcı gücünün bir ürünüdür) tekrarı olmayıp aksine, algı temeline dayanan tamamen yeni ve eşsiz bir üründür. Tıpkı algının fiziksel duyular temeli üzerine yaratılmış olması gibi.

      Bu bağlamda, odaklanma keskinliği bakımından alışılmış hayal gücünün çok ötesine ulaşan fanteziler vardır. Böylesi imgelemlerin ana hatları o kadar keskin bir biçimde belirlenir ki hayali ürünlerin değerine sahip olmaz. Aksine, sanki mevcut olmayan uyarıcı nesne gerçekten varmış gibi bireyin davranışını etkilerler. Fanteziler gerçekten var olan bir uyarıcının sonucuymuş gibi olduğunda artık sanrılardan (halüsinasyon) bahsediyoruz demektir. Sanrıların belirdiği durumlar asla fantastik hayallere neden olanlardan farklı değildir. Her sanrı ruhun sanatsal bir yaratımıdır ve onu kuran bireyin amaç ve hedeflerine göre biçimlenip kümelenir. Bunu bir örnekle açıklığa kavuşturalım.

      Zeki ve genç bir hanım ebeveynlerinin tavsiyelerine karşı gelerek bir evlilik gerçekleştirmiş. Ebeveynleri onun bu uygunsuz evliliğine o kadar çok kızmışlar ki onunla tüm ilişkilerini koparmışlar. Zamanla genç hanım ebeveynlerinin kendisine önceden de iyi davranmadıklarına kanaat getirmiş. Halbuki uzlaşmaya yönelik birçok girişim her iki tarafın gururu ve dik kafalılığı yüzünden başarısız olmuş. Onurlu ve varlıklı bir aileden gelen bu genç hanım, evliliğinin sonucu olarak yoksulluğa düşmüş. Yine de dışarıdan bakıldığında, evlilikle ilgili ilişkilerinde hiçbir mutsuzluk işareti gözlemlenememiş. Şayet hayatında çok tuhaf bir olgu ortaya çıkmamış olsaydı hayata çok iyi uyum sağladığı kolaylıkla düşünülebilirdi.

      Bir kız, babasının en sevdiği çocuk olarak yetiştirilmiş. İlişkileri öyle yakınmış ki yaşadıkları kırılma daha dikkate değer bir hal almış. Ancak, evlilik durumu babasının ona çok kötü davranmasına neden olmuş ve ilişkilerindeki kopukluk derinleşmiş. Hatta kızın çocuğu doğduğunda bile ebeveynleri kızlarını ziyaret etmek ya da çocuğu görmek istememişler. Ebeveynlerinin acımasız tavrı genç hanıma daha çok dokunmuş çünkü ebeveynlerinin ona gayet düşünceli davranılabileceği bir durumda böyle acımasız bir tavırla karşılaşmış olmak onu çok etkilemiş ve hırslandırmış.

      Bu genç hanımın ruh halinin tamamen hırsının egemenliği altına girdiğini unutmamalıyız. Ebeveynleriyle arasının bozulmasının onu bu kadar derinden etkilemesinin nedenlerini anlamamızı sağlayan işte bu karakter özelliğidir. Annesi her ne kadar ona zorbalık yapmış olsa da birçok güzel niteliğe sahip olan katı ve erdemli bir kadınmış. En azından dış görünümler söz konusu olduğunda gerçekten kendi rütbesinden vazgeçmeden kocasına nasıl boyun eğdireceğini biliyormuş. Aslında, kesin bir gururla, kendisine boyun eğilmesi için dikkatleri üzerine çekiyormuş ve bunu bir onur farz ediyormuş. Şimdi bu ailede, babasına çeken ve ailenin isminin gelecekteki varisi sayılan bir oğulun olduğunu düşünelim. Bir şekilde, erkek evladın genç kızımızdan daha değerli görüldüğü gerçeği kızın hırsını kamçılamaktan başka bir işe yaramamış. Tüm hayatı boyunca görece korunaklı bir ortamda eğitilmiş bu kızın evliliğinde tecrübe etmekte olduğu zorluklar ve yoksulluk, artık ebeveynlerinden gördüğü kötü davranışları sürekli ve her geçen gün şiddetlenen bir öfkeyle düşünmesine neden olmuş.

      Kız bir gece uykuya dalmadan önce bir kapı açılmış ve Meryem Ana yatağına gelip ona “Seni çok sevdiğim için aralık ayının ortasında öleceğini söylemeliyim. Hazırlıksız yakalanmasını istemiyorum,” demiş.

      Genç hanım bu hayaletten korkmamış ancak kocasını uyandırıp her şeyi anlatmış. Ertesi gün doktora gidip olanlardan bahsetmiş. Bunun bir sanrı olduğu cevabını almış. Genç hanım her şeyi oldukça net bir biçimde görüp işittiğini iddia etmiş. İlk bakışta bu imkânsız gibi görünmektedir. Ancak bildiklerimizin en önemli kısmını uyguladığımızda bunu pekâlâ anlayabiliriz. Durum şöyle: Çok hırslı ve incelemelerimizin gösterdiğine göre etrafındaki herkesin üzerinde egemenlik kurmak isteyen genç bir hanım ebeveynleriyle ilişkisini koparır ve kendisini yoksulluk içinde bulur. İçinde yaşadığı fiziksel çevredeki her şeyi ele geçirme çabasında olan bir insanın Tanrı’ya yaklaşması ve onunla sohbet etmesi oldukça anlaşılabilir bir durumdur. Şayet Meryem Ana (ibadette olduğu gibi) sadece hayali bir figür olarak kalsaydı hiç kimse bu olayda kayda değer bir şey bulamazdı. Ancak bu genç hanımın daha güçlü iddialara ihtiyacı vardı.

      Bu olgu ruhun ne gibi hileler üretebilme kapasitesinde olduğunu anladığımızda tüm gizemini yitirmektedir. Rüya gören her insan benzer bir durumda değil midir? Aslında tek fark şu: Bu genç hanımın uyanık iken rüya görebilmesidir. Şunu da eklememiz gerekir: Depresyon hissi, hırsını daha büyük bir stres СКАЧАТЬ