Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram страница 18

Название: Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler

Автор: Mikâil Bayram

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-92-0

isbn:

СКАЧАТЬ rel="nofollow" href="#n96" type="note">96 Burada bahsi geçen sur dışındaki Kalenderî dervişler Konya’da Kesikbaş, Kalender Baba ve Ulaş Baba diye anılan zatların türbeleridir. Bugün Kalenderhane denilen mahalle Kalenderî dervişlerin ikamet ettikleri bölge idi. (Bk. Burada Levha, XVII.) Bu Kalenderî dervişler Hululi inanca sahiptiler. Allah’ın eşya ve insanlara hulul ederek belli bir surete ve kalıba girdiğine inanıyorlardı. Bu inanış Mecusilikten gelmektedir. İran kökenli bazı sufilerde bu Mecusi eğilimlerin kuvvetli olduğu görülür.

      Tasavvuf tarihinde ilk büyük ve etkili Hulûliyeci Hüseyin b. Mansur el-Hallâc’dır. Bu felsefe Allah’ın varlıklara ve insana hulul ettiği inancına dayanmaktadır. Hüseyin b. Mansur el-Hallâc o çok meşhur olmuş “Ene’l-Hak”. (Ben Hakk’ım.) sözünü derken bu felsefesini ifade etmektedir. Keza Bâyezid-i Bistâmî, “Cübbemin içinde Allah’tan gayrı nesne yoktur.” derken gene bu hulul felsefesini dile getirmektedir. Yani Allah’ın kendisine hulul etmiş olduğunu ifade etmektedir. Şems-i Tebrizî’nin de Hulûliyye mezhebinden bir mutasavvıf olduğu anlaşılmaktadır.

      Hulûli fikirler genel olarak aşk ve şiire zengin malzeme ihtiva eder. Bu düşüncede olan âşık, sevgilisinin farklı ve cazip görüntüleri ile buluşur. Onun için Şems’in hulûli fikirleri, bir anda Mevlana’yı cezbetmiş ve celbetmiş, dünyasını değiştirmiş ve onda şafak doğmasına vesile olmuştur. Mevlana’daki o zengin ve yüksek hayal gücünün kaynağı buraya dayanmaktadır. Bu felsefi boyutun Mevlana’nın yaradılışından kaynaklanan özel kabiliyeti ile buluşması onu şiir dünyasına götürmüştür. Onun için Şems’in öldürülmesinden sonra Mevlana Şam’a gitmiş ve orada Şems’in şeyhi ve hocası olan Kalenderî şeyhi Şeyh Cemâlüddin-i Savî’nin talebelerinin bulunduğu çevre ile temas kurmuş olmalıdır. Hulûli fikirlere sahip olan şeyh ve dervişler Şems’ten sonra Anadolu’da faaliyet göstermektelerdi. Ebû Bekr-i Niksârî, Şeyh Osman-ı Rumî bunlardandı. Mevlana’nın bunlarla ilgisi de devam etmiştir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Şems-i Tebrizî’ye bağlı olmalarından dolayı kendilerine “Şemsî” denilen dervişler Anadolu’da yaygınlardı. Abdu’l-Vahid Çelebi Menâkıb-ı Hâce-i Cihan ve Netice-i Can adlı eserinde97 onları anlatmaktadır.

      Eflâkî, Şems’in öldürülmesinin sebepleri arasında bardağı taşıran son damla olarak zikrettiği olaydan anladığımıza göre Şems, Nasîrüddin’in yani Ahi Evren’in tekkesinde bulunmuş, orada araştırma ve nakle dayanan ilmî konuşmalar olmuş, Şems de onlara karşı: “Ne zamana kadar şundan bundan rivayet edip övünecek ve atsız eyere binip erlerin meydanında koşacaksınız? İçinizde, kalbim bana şu haberi veriyor diyecek kimse yok mu? Ve ne zamana kadar başkasının asasıyla yürüyeceksiniz?” demiş ve orada bulunanların tepkisiyle karşılaşmıştır. Orada bulunanlardan biri de Adliye Nazırı Nusratüddin Ahmed’dir. Şems bu sözleriyle Ahi Evren’in meşrebine muhalif sözler sarf etmiş yani Hulûl inancını açığa vurmuştur. Bu olaydan üç gün sonra da öldürülmüştür.98

4. Medreseler ve Hanikâhlar

      Selçuklular zamanında Konya’nın fikrî hayatında medreselerin de önemi büyüktür. Anadolu’nun ilk medreseleri Dânişmend Oğulları zamanında ve Dânişmend ilinde yapılmıştır. XIII. yüzyılda Konya’da medreseler inşa edilmiştir. Genel olarak bu medreseleri yaptıranlar medreselerini vakfederek toplumun hizmetine sunmuşlardır. Hemen her medresenin hizmet faaliyetleri, o medresenin “Vakıfnâme”sinde belirtilen esaslara göre yürütülmekteydi. Medrese kurucuları muhkem “Vakıfnâmeler” düzenleyerek medreselerinin hayatiyetini garanti altına almaya çalışmışlardır.

      Moğollar Anadolu’yu işgal edince zaman zaman zenginlerin mallarını müsadere ediyorlardı. Sadreddin Konevî ve Ahi Evren’in dostu olup devrin en zengin ve namlı taciri olan el-Hac Tacüddin-i Kâşi’nin öldürülüp servetinin yağma edildiğini Ahmed Eflâkî yazmaktadır.99 Ahi Evren Tuhfetü’ş-Şekûr adlı eserini bu zata ithaf etmiştir. Bu durumda zenginler mallarını Moğollara kaptırmamak için servetleriyle bir müessese kuruyor ve onu vakfediyorlardı. Bu yüzden Moğolların Anadolu’yu işgal ettikleri dönem olan XIII. yüzyılın ikinci yarısı, Anadolu’da ve Konya’da vakıf kurumlarının hızlı bir şekilde artış gösterdiği bir devredir. Bazen bu tedbir de çare olmuyor, Moğollar bir vakıf kuruluşuna da el koyuyor ve onu vakfın koyduğu şartlara ve belirlediği hizmetlere aykırı tasarruflarda bulunuyorlardı. Bu durumu Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud, Ağaz u Encam adlı eserinde şöyle ifade etmektedir: “Zamanımızın kurt tıynetli yöneticileri, kişilerin vârisleri olsa bile onların mülk ve servetlerine el koymaktalar. Şeriatın hükümleri tamamen ortadan kalktı ve şeriatın sadece adı kaldı.”100

      Medrese ve hanikâhlar, Moğolların ve Moğol yanlısı yöneticilerin bu uygulamalarından daha çok nasip almaktaydı. Bu uygulama toplumda büyük bir güvensizlik, tedirginlik ve hatta karışıklıkların çıkmasına sebep olmaktaydı. Ahilerin elinde ve yönetiminde olan Konya’daki Hanikâh-i Ziya ve Hanikâh-ı Lala, Moğolların Anadolu’ya vezir olarak tayin ettikleri Tâceddin Mu’tez’in iradesi ile sahiplerinin elinden alınması sırasında Konya’da bu uygulamayı protesto gösterileri olmuştur.101 Buna benzer olaylar taşra illerde sık sık meydana gelmiştir. Bu şekilde medreseleri, hanikâh ve iş yerleri ellerinden alınanlar, isyanlar çıkardıkları gibi ülkeyi terk edenler de oluyordu. Ülkeyi terk edenler uç bölgelere göçüyorlar veya Suriye ve Mısır’a gidiyorlardı. Bu uygulamalardan dolayı çok sayıda değerli ilim ve fikir adamları Anadolu’yu terk etmiştir.

5. Eş’arîler ve Şafii Medreseleri

      Genel olarak itikatta Eş’arî olanlar amelde de Şafii mezhebini tercih etmekteler. Diğer bir deyişle Şafii olanlar çoğunlukla Eş’arî mezhebine tabi olmuşlardır. Tarih boyunca böyle olmuştur. Nizamiye medreseleri, itikatta Eş’arî amelde Şafii mezhebini yaymak ve yerleştirmek amacına matuf olarak kurulmuştur. Büyük Selçuklu Devleti’nin dinî politikasını nizamiye medreseleri belirlemiştir. Bu bakımdan Selçuklular asrı dediğimiz yüzyıllarda Eş’arî ve Şafii mezhebi Büyük Selçuklular döneminde devletin himayesinde revaç bulmuş ve yayılmıştır. Anadolu da bundan nasibini almıştır. Selçuklular zamanında Anadolu’da da en yaygın dinî mezhep Eş’arî ve Şafii mezhebidir. Bu durum Konya’da da kendini göstermektedir.

      Konya’daki medreselerde dinî eğitim öğretim faaliyetleri belli bir itikadi ve fıkhi mezhebe göre sürdürülmekteydi. Medreselerin çoğu Eş’arî ve Şafii mezhebini esas almışlardı. Ahiler genel olarak itikatta Eş’arî amelde Şafii idiler. Ahilerin lideri Ahi Evren Menâhic adında bir Şafii ilmihâli yazmıştır, Metali’ül-İman adlı eseri ise Eş’arî mezhebi esasları çerçevesinde iman esaslarına dair bir eserdir. Ünlü Eş’arî kelamcısı Fahreddin-i Râzî’nin pek çok talebesi Anadolu’ya gelmişler ve hocalarının dinî ve felsefi görüşlerini yaymışlar ve başına geçtikleri medreseleri, Eş’arî ve Şafii bir temele oturtmuşlardır. Konya’da Fahreddin-i Râzî’nin talebesi olan müderris ve fikir adamları bulunmaktaydı. Ahi Evren, Seyyid Şerefuddin Herevî, sonradan vezirliğe getirilen Kadı İzzeddin bunlardan birkaçıdır. Malatya, Sivas ve son olarak da uzun bir süre Konya’da kadılık yapan Sirâcüddin Mahmud el-Urmevi de Eş’arî ve Şafii mezhebine mensup idi. Keza Hacı Bektaş’ın Konya’daki temsilcisi Pir Ebi de Fahruddin-i Râzî’ye talebe olmuş bir kişidir. Konya’nın tanınmış tacirlerinden Hâce-i Cihan ve Kaşın Hara’yı yaptıran Hace el-Hac Tacüddin-i Kâşi de Eş’arî ve Şafii mezhebinden idiler.

СКАЧАТЬ



<p>97</p>

Bu eserin değerli bir nüshası Selçuk Merkez Kütüphanesi’nde bulunuyor.

<p>98</p>

Menakibü’l-arifîn, I, 278-279. Ayrıca Bk. Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi, s. 152-157.

<p>99</p>

Menakibü’l-arifîn, II, 99.

<p>100</p>

Ağaz u Encam, Fatih (Süleymaniye) Ktp. No. 5426, 198a.

<p>101</p>

Menakibü’l-arifın, II, 934; 945-946.