Название: Sefiller II. Cilt
Автор: Виктор Мари Гюго
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-61-6
isbn:
Ama kız onu duymuyor gibiydi.
“Bu güzel! Bana Éponine dediniz!”
Marius aynı anda iki kolunu da kavradı.
“Ama Tanrı adına bana cevap ver! Sana söylediklerime dikkat et, bildiğin bu adresi babana söylemeyeceğine yemin et!”
“Babam!” dedi o. “Ah, evet babacığım! İçiniz rahat olsun. O tecritte. Ayrıca babamın umurunda bile değilim!”
“Ama bana söz vermiyorsun!” diye haykırdı Marius.
“Bırak beni!” dedi bir kahkaha patlatarak. “Beni nasıl sarsıyorsun! Evet! Evet! Buna söz veriyorum! Sana yemin ederim! Bu beni ilgilendirmiyor zaten! Babama adresi söylemeyeceğim. Orası! Bu doğru mu? Bu mu?”
“Hiç kimseye de söylemeyeceksin!” dedi Marius.
“Hiç kimseye.”
“Şimdi.” diye devam etti Marius. “Beni oraya götür.”
“Hemen mi?”
“Hemen.”
“Gelin. Ah! Ne kadar memnun olmuş!” dedi kız tekrar.
Birkaç adım sonra durdu.
“Beni çok yakından takip ediyorsunuz Mösyö Marius. İzin verin, devam edeyim ve öyleymiş gibi görünmeden beni takip edin. Sizin gibi hoş bir genç adam benim gibi bir kadınla görülmemeli.”
Hiçbir dil, o çocuk tarafından böyle telaffuz edilen o kelimede yatan şeyleri ifade edemez: bir kadın… Birkaç adım ilerledi ve sonra bir kez daha durdu, Marius da ona katıldı. Ona yan yan seslendi ve ona dönmeden:
“Bu arada bana bir söz vermiştin, biliyorsun?”
Marius cebini karıştırdı. Dünyada sahip olduğu tek şey, Thénardier’ye tahsis edilen beş franktı. Onları aldı ve Éponine’in eline verdi. Kız parmaklarını açtı, madenî paranın yere düşmesine izin verdi ve ona üzgün bir şekilde baktı.
“Senin paranı istemiyorum.” dedi.
Üçüncü Kitap
Plumet Sokağı’ndaki Ev
I
Sırrı Olan Ev
Geçen asrın ortalarına doğru, Paris Parlamentosunda bir daire başkanı, metresini herkesten gizlemek için yaptırmıştı burayı ve o çağlarda aristokratlar, büyük soylular metreslerini göz önünde tutmaktan çekinmezken şehirliler sevdiklerini gizlerlerdi. Bugünlerde Plumet Sokağı olarak anılan Saint-Germain Mahallesi’nde, eski Blomet Sokağı’nda yükseliyordu burası ve ayrıca konum olarak o zamanlar hayvan dövüşlerinin yapıldığı alana da çok yakındı.
Bu ev iki katlı bir köşkten oluşuyordu; zemin katta iki oda, birinci katta iki oda, merdivenlerden aşağıda bir mutfak, merdivenlerden yukarıda bir yatak odası, çatı altında bir çatı katı, caddeye açılan büyük bir kapısı ve önünde bahçesi olan bir binaydı. Bu bahçe yaklaşık bir buçuk dönüm büyüklüğündeydi. Yoldan geçenlerin görebildiği tek şey buydu ama köşkün arkasında dar bir avlu ve avlunun sonunda iki oda ve bir mahzenden oluşan alçak bir yapı, ihtiyaç hâlinde bir çocuk ve sütanneyi gizlemek için yapılmış bir tür müştemilat vardı. Bu bina arkadan, gizli bir yay tarafından açılan; uzun, dar, taş döşeli, dolambaçlı, iki yüksek duvarla çevrili, harika bir ustalıkla gizlenmiş ve kaybolan maskeli bir kapıyla bağlantılıydı. Bahçe çitleri ve ekili arazi arasındaydı, tüm köşeleri ve dolambaçları takip ettiği başka bir kapıyla sona eriyordu; yine bir çeyrek fersah ötede, neredeyse başka bir mahallede, Babylone Sokağı’nın ıssız ucuna açılan gizli bir kilitli kapısı vardı. Bu sayede Başyargıç içeri girerdi. Böylece onu gözetleyenler ve izleyenler bile adaletin her gün gizemli bir şekilde bir yerlere saptığını gözlemleyecek, Babylone’a gitmenin aslında Blomet Sokağı’na gitmek olduğundan asla şüphe etmeyeceklerdi. Akıllı arazi alıcıları sayesinde Yargıç, kendi mülkü üzerinde ve dolayısıyla müdahale olmaksızın gizli, lağım benzeri bir geçit yapabilmişti. Daha sonra bahçeler ve pazar bahçeleri için küçük parseller hâlinde, koridora bitişik arsalar satmıştı ve bu arsaların her iki taraftaki sahipleri, gözlerinin önünde bir parti duvarı olduğunu düşündüler; çiçek tarhları ve meyve bahçeleri içinde, iki duvar arasına döşeli şerit sarmal gizli geçitten hiç şüphelenmediler bile. Bu gizli yolu sadece kuşlar biliyordu. Geçen yüzyılın tarihçilerinin Başyargıç hakkında çok fazla dedikodu yapması muhtemeldir. Mansard taşından inşa edilmiş, Watteau tarzında lambri kaplı, içi modern, dışı eski moda, üçlü bir çiçek çitiyle çevrili köşk; aşk ve hâkimiyet kaprislerine yakışır bir şekilde ihtiyatlı, cilveli ve ciddi bir havaya sahipti.
Bu köşk ve bu gizli dehliz, bugün yoktur ancak on beş yıl öncesine kadar hâlâ dimdik ayakta durmayı başarmıştı. 1793’te, bir bakırcı burayı yıktırmak için satın almış fakat köşkün parasını tam ödeyemediğinden iflas etmişti. O günden bu yana evde kimse oturmuyordu. İlgisizlik sonucu giderek virane hâline gelmeye başladı; insanların hayat katamadıkları bütün o boş evlerin sonu, bu köşkün de makûs kaderi oldu. Köşk hâlâ o eski eşyalarıyla kiralanmayı ya da satılmayı bekliyor. Şu tenha Plumet Sokağı’ndan geçen on veya on beş kişi, paslı demir kapıda asılı bir ilandan bunu okurlardı. “Satılık ve Kiralık” levhası, 1810 yılından beri duruyordu.
Restorasyon’un bitimine doğru, yine oradan geçenler artık ilanın olmadığını gördüler ve köşkün ilk katındaki panjurların açık olduğunu fark ettiler. Evde artık birileri vardı. Pencerelerde hoş tül perdeler takılıydı, bu da evde bir kadının yaşadığını belli ediyordu. 1829 yılının Ekim ayında orta yaşı geçkin birisi, evi olduğu gibi kiralamıştı. Köşk derken o bahçeyi ve gizli dehlizden ulaşılan o iki odalı ekleri de bu mülkün içerisinde dâhil ediyoruz elbette. Dehlizin kapılarının kilitleri onarılmış, bazı tamiratlar yapılmış, avlunun aşınmış taşlarının yerine yenileri konulmuştu. Daha önce belirttiğimiz üzere köşk, eski yargıcın eşyalarıyla döşeliydi. Yeni kiracı, bu eski eşyaların da bir kısmını onartmış ve nihayet buraya yerleşmeye karar vermişti. Kimsenin dikkatini çekmeyecek biçimde, sanki kendi eski evine dönen birisi gibi ihtiyar bir adam, yanında genç bir kız ve yaşlı bir hizmetçi ile eve taşınmıştı. Komşulardan hiç ses çıkmadı çünkü komşuları yoktu. Bu kiracı, dostumuz Jean Valjean; genç kız ise Cosette idi. Hizmetçi kadın ise Jean Valjean’ın hastanede bulduğu ve yoksulluktan kurtardığı hastalıklı, kız kurusu, yaşlı bir kadındı. Bu üç özelliği, Jean Valjean’ın onu yanına almasını sağlamıştı. O evi Mösyö Fauchelevent ismiyle kiralamıştı. Tüm bu anlattıklarımızdan sonra herhâlde okurlarımız Jean Valjean’ı, Thénardier’den çok daha hızlı hatırlamıştır. Jean Valjean, Petit Picpus Manastırı’ndan niye ayrılmıştı? Neler olmuştu? Hiçbir şey olmamıştı aslında. Jean Valjean manastırda mutluydu, aslında o kadar mutluydu ki günün birinde vicdanı bu yüzden rahatsızlanmaya başladı. Her gün Cosette’i görüyor, ruhu her geçen gün bu çocuğu daha fazla benimsediğinden babalık sevgisinin içinde giderek geliştiğini hissediyordu. Kendi kendine Cosette’in kendisine ait olduğunu ve kimsenin onu alamayacağını söylüyordu. СКАЧАТЬ