Sefiller II. Cilt. Виктор Мари Гюго
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 42

Название: Sefiller II. Cilt

Автор: Виктор Мари Гюго

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-61-6

isbn:

СКАЧАТЬ ona şöyle demişti: “Efendiniz çok tuhaf biri.” Kadın ise ona şöyle karşılık vererek ağzını kapatmıştı: “O bir azizdir!”

      Jean Valjean, Cosette ve hizmetçi kadın, üçü de sadece Babylone Sokağı’na açılan kapıyı kullanırlardı. Pencere parmaklığından bakmak şartıyla onları görebilmek mümkündü. Kimse onların Plumet Sokağı’nda oturduklarını düşünemezdi. Bu parmaklık ve demir kapı, sürekli kapalı olurdu. Jean Valjean ilgi çekmemek için bahçeyi olduğu gibi bırakmıştı. Belki de bunu yapması bir hataydı.

      III

      Foliis Ac Frondibus 6

      Yarım asırdan fazla bir süre kendi hâline bırakılan bahçe, olağanüstü ve büyüleyici hâle gelmişti. Kırk yıl önce yoldan geçenler, taze ve yemyeşil derinliklerinde sakladığı sırlardan şüphe duymadan ona bakmaktan vazgeçtiler. O çağın birden fazla hayalperestinin, düşüncelerinin ve gözlerinin; bu eski, asma kilitli, bükülmüş, sendeleyen, iki yeşil ve yosun kaplı sütuna sabitlenmiş, garip bir şekilde anlaşılmaz bir eski moda alınlık ile taçlandırılmış parmaklıkları arasına gizlice girmesine izin vermişti. Bir kenarda taş bir sıra zamanla yosun bağlamış ve yer yer harabe birkaç heykel, duvarda ise yağmur ile kardan kararmış ve çürüyen tahta kafesler görünürdü. Bahçe üzerinde artık ne çiçek tarhları ne de çimenlik alanlar bulunuyordu, bahçenin arasında dolaşılan yollar bile yabani bitkilerle kaplıydı, her yerde ısırgan otları bitmişti. Her ne kadar bakımsız görünse de bu bahçede her şey, yaşama sevincinin o ilahi gayretini gösteriyordu. Doğal gelişme burada egemenlik sürüyor, ağaçlar dikenlere eğiliyor, dikenler ağaçları resmen kucaklıyordu. Yerlerde sürünen bitkiler havalanarak yukarıdaki bitkilere sarılıyor, rüzgârda dalgalanan bitkiler yosunlu topraklara eğiliyordu. Burada bitkiler derin ve sıkıca birbirlerine sarılmış, ayrılmamak üzere tutunmuşlardı. Burası artık bir bahçe değil, büyük bir çalılıktı; yani bir orman gibi içine girilmesi zor, bir şehir gibi kalabalık; bir yuva gibi titreşen, bir kilise gibi loş; bir demet çiçek gibi hoş kokulu, bir mezar gibi ücra ve bir topluluk gibi canlıydı.

      Floréal’de7 kapısının arkasında ve dört duvarı içinde özgür olan bu muazzam çalılık, gizlice filizlenme işine girerdi; yükselen güneşte titrer, neredeyse kozmik aşkın nefeslerini içen ve nisanın öz suyunu hisseden bir hayvan gibi damarlarında yükselir, kaynar ve muazzam harika yeşil buklelerini rüzgâra sallardı; rutubetli toprağa, tahrif edilmiş heykellere, köşkün ufalanan basamaklarına, hatta ıssız sokağın kaldırımına serpilmiş yıldız gibi çiçekler, inci gibi çiy, doğurganlık, güzellik, hayat, neşe, parfüm gibi kokular salınırdı etrafa. Öğle vakti bin beyaz kelebek oraya sığınırdı ve o canlı yaz karının gölgede pullar hâlinde döndüğünü görmek ilahi bir manzaraydı. Orada, yeşilliğin o neşeli gölgelerinde, bir masum ses kalabalığı ruha tatlı bir şekilde konuşur ve cıvıltıların söylemeyi unuttuğunu uğultu tamamlardı. Akşam, bahçeden hülyalı bir buhar çıkar ve bahçeyi sarar; bir sis örtüsü, sakin ve semavi bir hüzün kaplardı onu; hanımeli ve gündüzsefalarının baş döndürücü kokusu, nefis ve ince bir zehir gibi her yerinden fışkırırdı; dallar arasında uyuklarken ağaçkakanların ve kuyruksallayanların son haykırışları duyulurdu; kuşların ve ağaçların kutsal yakınlığını hissederdiniz; gündüz kanatlar yaprakları sevindirir, gece ise yapraklar kanatları korurdu. Kışın çalılık kapkara olurdu; su damlatır, dallar kurur, titrer ve evi biraz görülebilir hâle getirirdi. Dallardaki çiçekler ve çiçeklerdeki çiy yerine sarı yapraklarda oluşan soğuk, kalın örtüde salyangozların uzun gümüşi izleri görünürdü ama herhangi bir biçimde, herhangi bir açıdan, her mevsimde; ilkbahar, kış, yaz, sonbaharda bu küçücük çit, melankoli, tefekkür, yalnızlık, özgürlük, insanın yokluğu, Tanrı’nın mevcudiyeti her yerden ve her zaman fışkırmaya devam ederdi ve paslı eski kapı, “Bu bahçe bana ait.” der gibiydi. Varennes Sokağı’nın o muhteşem ve klasik konaklarının iki adım uzakta yükselmelerine, Invalideslerin kubbesinin biraz ileride görünmesine, çevre caddelerden arabaların hızla geçmelerine rağmen yine de Plumet Sokağı gayet tenha ve sessizdi. Devrimin gelip geçmesi, burada bir zamanlar oturanların ölmeleri, eski servetlerin batması, yokluk, kırk yıldan uzun süre terk edilen bu ayrıcalıklı yerin eğrelti otları, aslankuyrukları, baldıranlar, civanperçemleri, yüksük otları, açık yeşil yapraklı devasa bitkiler, böcekler; bütün bunlar yeniden bu vahşi bahçeye dönmüş, onu ele geçirmişlerdi. Bu geri dönüş, toprağın derinlerinden fışkırıp dört duvar arasında vahşi bir yücelik sağlamış ve insanoğlunun sıradan düzenlenmelerinden hoşlanmayan doğaya ve karıncaya olduğu gibi kartala da istediğini yaptıran doğanın yayıldığı yerde, Paris’in bu ücra sokağındaki şu küçük bahçede yeterince gelişmiş ve burada Yeni Dünya’nın el değmemiş ormanlarının havasını yansıtmaya başlamıştı. Aslında herkes, hiçbir şeyin küçük olmadığını, doğanın o derin kavramı içindeki her şeyin ne kadar derin ve engin olduğunu bilir; felsefi olarak hiçbir doyurucu sonuca varılmasa da nedenler gibi sonuçlar sınırlanmasa da izlemeyi seven ve düşünen biri birliğe varmak için dağılan bu güçler karşısında sarhoşa döner. Bulutlara şiddet uygulanır, yıldızın ışıması güle yarar, hiçbir düşünür akdikenlerin kokularının yıldızlara faydalı olduğunu inkâr edemez. Bir molekülün katettiği mesafeyi kim hesaplayabilir? Sonsuz büyükle sonsuz küçük karşılıklarının metcezirini, nedenlerin uçurumlardaki yankılarını, yaradılışın çağlarını kim tam olarak bilir? Un ve peynirlerde oluşan o küçük kurdun bile önemi vardır; küçük bir büyük, büyük bir küçüktür aslında. Güneşten tutun da çiçeklerin içindeki küçük böceklere kadar kimse kimseyi küçümsemez, her birinin diğerine ihtiyacı vardır çünkü. Aydınlık, dünya kokularını göklere verirken ve gece, uyuyan çiçeklere yıldız özlerini dağıtırken doğa her zaman ne yaptığını gayet iyi bilir. Uçan her kuşun ayağında sonsuzluğun ipliği vardır. Bir solucanın doğuşu, Socrates’in yücelişi ölçüsünde önemlidir. Teleskobun bittiği yerde, mikroskop başlar. Hangisinin daha güçlü bir görüşü olabilir? Bu noktada seçim sizin! Bir küf, çiçeklerden oluşan bir öbektir; bir bulutlanma, yıldızların kıyametidir. Akıl olayları ile madde olaylarının çözümlenemez karışımıdır; ögeler ve prensiplerin iç içe geçişi bu şekilde birleşir, çoğalır, birbirlerine bağlanır ve böylece somut evrenle soyut evreni aynı ışığa çıkarırlar. O geniş kozmik değişmelerde evrensel yaşam, bilinmeyen ölçülerde gelir gider; her şeyi akımların görünmez sırrında yuvarlar, her şeyi kullanır, ne bir hayali ne de bir uykuyu kaybeder. Şuraya küçük bir canlı serper, buraya bir yıldız atar, titreyerek sallanır ve yılan gibi kıvrılarak ışıktan bir güç ve düşünceden bir element yaratır. Ortaya çıkmadan her şeyi eritir. Sadece geometrik bir söz olan “benlikten” başka, her şeyi atoma dönüştürerek Tanrı’nın eliyle çiçeklendirir. Tanrı’nın en tepedekinden en aşağıda olana kadar bütün çalışmaları, baş döndürücü bir sistem karanlığında birbirine bağlıdır. Bu şekilde göklerdeki kuyruklu yıldız dolaşımı, bir damla suyun kaynamasına bağlanır ve akılla yapılmış bir makine, ilk motoru bir yavru sinek ve son tekerleği Zodyak olan devasa bir düzen içinde döner durur.

      IV

      Kapının Değişimi

      Görünüşe göre eski zamanlarda ahlaksız sırları gizlemek için yaratılan bu bahçe, dönüşmüş ve iffetli sırları barındırmaya uygun hâle gelmişti. Artık çardaklar, begonvil alanları, tüneller veya mağaralar yoktu; her şeyin СКАЧАТЬ



<p>6</p>

(Lat.) Yapraklar arasında. (ç.n.)

<p>7</p>

Fransız takviminin sekizinci ayı. (ç.n.)