Название: Jo'nun Oğulları
Автор: Луиза Мэй Олкотт
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-69-3
isbn:
“Pişman olmaz mısın?” diye sordu yabancı, o simsiyah gözlerinin içi gülüyordu yukarı baktığında, çok uzun bir sakalın arasında dişleri parlıyor ve öfkeli kadına cesaretle yaklaşırken iki elini de ona doğru uzatıyordu.
Bayan Jo, onu delici bakışlarla inceledi, ne de olsa bu ses ona çok tanıdık geliyordu; sonra da Mary’nin şaşkınlığı karşısında her iki kolunu bu eşkıya kılıklı adamın boynuna sardı ve neşeyle çığlık attı. “Sevgili oğlum, sen nereden çıktın?”
“Kaliforniya’dan ve özellikle seni görmek için geldim Bhaer anne. Şimdi beni buradan gönderseydin pişman olmaz mıydın?” diye cevap verdi Dan, çok içten bir öpücükle.
“Son bir yıldır sen benim burnumda tüterken seni evimden attırabileceğimi hiç düşünemiyorum bile!” diyerek kahkahalar attı Bayan Jo. Yaptığı şakadan fazlasıyla memnundu ve yuvasına dönen gezginle rahatça konuşabilmek için merdivenlerden indi.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DAN
Bayan Jo, Dan’de Kızılderili kanı olduğunu sık sık düşünürdü, sadece yaban ve gezginci bir hayata âşık olduğundan değil, onun dış görünüşü de bunun bir kanıtıydı ve büyüdükçe bu huyu göze çarpan bir özelliği hâline gelmişti. Yirmi beşindeydi, çok uzun boyluydu, kuvvetli bacaklara, ince ve koyu tenli bir yüze sahipti. Dikkat çeken bakışlarıyla tüm duyularının zinde olduğu havasını veriyordu. Tavırları biraz kabaydı, enerji doluydu, hızlı konuşur çabuk sinirlenirdi, gözleri alev topu gibiydi ve sanki birine karşı gardını almak istercesine her zaman dikkatle etrafına bakınırdı. Genel olarak dinç ve taptaze bir havası vardı ve onun macera dolu hayatının tehlikelerini ve mutluluklarını yakından bilen insanlara bu çok büyüleyici geliyordu. “Bhaer anne” ile oturup sohbet ederken Dan, göz kamaştıracak kadar iyi görünüyordu. Güçlü koyu tenli elini, Bayan Jo’nun elinin üzerine koymuş, şefkat dolu ses tonuyla onunla konuşmasını sürdürüyordu.
“Eski dostları unutmak mı! Şimdiye kadar tek bildiğim yuvamı nasıl unutabilirim? Hatta yaşadığım bir dizi şanslı olayı anlatmak için öyle alelacele buraya geldim ki kendime çekidüzen vermek için uğraşmadım bile, hem de hiç olmadığım kadar vahşi bir bufaloya benzeteceğinizi bile bile!” Sonra da taranmamış siyah saçlarını sallayarak, sakallarını çekiştirerek öyle bir kahkaha attı ki bütün odayı çınlattı.
“Benim hoşuma gitti, her zaman haydutlara karşı bir zaafım olmuştur. Ve sen de tıpkı onlardan birine benziyorsun. Aramıza yeni katılan Mary, senin bakışlarından ve tavırlarından çok korkmuştu. Josie seni bilmez bile ama o koca sakalın ve dalgalanan yelene rağmen Ted, hemen Danny’sini tanır. Herkes pek yakında seni karşılamak için buraya gelecektir, o yüzden onlar doluşmadan bana kendinden biraz daha söz et. Ah, Dan, bir tanem, buraya en son neredeyse iki yıl önce gelmiştin! Her şey yolunda mı peki?” diye sordu Bayan Jo, bir taraftan Kaliforniya’daki hayatını bir taraftan da ufak bir yatırımdan beklenmedik bir kâr elde ettiğini anaç bir ilgiyle dinliyordu.
“Hem de üstün başarıyla! Biliyorsun, paranın benim için pek önemi yok. Kendi masraflarımı karşılayacak cüzi bir miktar benim için yeterli. Yani hayatıma devam ettikçe elime bir şeyler geçsin yeter, bir anda çok fazla para kazanıp onun derdiyle uğraşmak istemiyorum. Eğlenceli olan, oradan zaman zaman elime paranın geçmesi ve benim de istediğim gibi onu savurabilmem. İşte bu hoşuma gidiyor. Onları biriktirmenin hiç anlamı yok, yaşlanacak ve ona ihtiyacım olacak kadar yaşamayacağımı biliyorum. Benim gibi tipler böyle işte.” dedi Dan, elde ettiği o ufak servetin içini daralttığı izlenimini verdi.
“Ama evlenip bir yere yerleşirsen, ki böyle olmasını ümit ediyorum, o zaman başlangıçta biraz paraya ihtiyacın olacak, oğlum. Bu nedenle hesabını bil ve yatırım yap, hemen har vurup harman savurmaya kalkışma, zor günler hepimizin başına gelebilir ve birine bağımlı olmak senin için zor olabilir, buna dayanamazsın.” diyerek bilgece bir cevap verdi Bayan Jo. Gerçi bir taraftan çok para kazanan şanslı oğlunun şımarmadığını görmek onu mutlu etmişti.
Dan kafasını sallayıp odaya göz gezdirdi, sanki oraya çok uzun süredir hapsedilmiş de tekrar açık havaya çıkmak ister gibi bir tavır içindeydi.
“Benim gibi bir eşekle kim evlenir ki? Kadınlar istikrarlı erkeklerden hoşlanır ve ben de asla öyle biri olamayacağım.”
“Sevgili oğlum, ben genç bir kızken senin gibi macera peşinden koşan delikanlılardan hoşlanırdım. Yeni ve cesaret gerektiren, özgür ve romantik olan her şey, biz kadınları her zaman cezbetmiştir. Sakın cesaretin kırılmasın, bir gün demirleyecek bir liman bulacaksın. Sonra bir de bakmışsın, daha kısa yolculuklara çıkıyorsun ve evine daha çok yük götürüyorsun!..”
“Bir gün sana Kızılderili bir kadını eş diye getirsem ne dersin?” diye sordu Dan. Odanın köşesinde bembeyaz parlayan ve çok hoş bir görüntüye sahip olan mermerden yapılmış Galatea’nın büstüne bakarken gözlerinde haylazlığın pırıltıları okunuyordu.
“Eğer iyi biriyse onu tüm kalbimle kabullenirdim. Öyle bir olasılık mı var?” Ve Bayan Jo, edebiyatla ilgilenen kadınların bile aşk meselelerinin meraklarını uyandırdığını gösterircesine ona dikkatle baktı.
“Şu an öyle bir şey yok, teşekkür ederim ama ben almayayım. Ted’in hep dediği gibi şu an ‘fink atmakla’ meşgulüm. Sahi, bizim oğlan neler yapıyor?” diye sordu Dan. Yeterince duygusal konular konuşmaktan usanmıştı ve büyük bir maharetle sohbetlerini başka yöne çevirmişti.
Bundan sonra Bayan Jo, makineli tüfek gibi konuşmaya başladı ve oğulları aniden içeri girip de iki sevgi dolu genç birer ayı gibi Dan’in üstüne atlayana kadar çocuklarının becerilerini ve erdemlerini ayrıntısıyla anlatmaya başladı. Sevinçli duygularını dışa vurmak istercesine Dan ile arkadaşça bir güreş müsabakasına tutuştular ve doğal olarak her ikisi de yenilgiye uğratıldı, ne de olsa bizim avcı, onların çaresine bakmakta gecikmedi. Bu olayın üzerine Profesör eve geldi ve çakıldaklar gibi susmak bilmediler. Mary’nin bile neşesi yerine geldi ve aşçı da olağanüstü bir akşam yemeği hazırlamak için kolları sıvadı, sezgisel olarak kehanette bulunup bu misafirin nezaketle karşılanması gerektiğini anlayarak.
Çaydan sonra sohbet ederlerken Dan, upuzun odalarda bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Temiz hava almak için ara sıra koridora çıkıp geziniyordu, sanki bu medeni insanlara göre onun ciğerlerinin daha çok havaya ihtiyacı varmış gibi. Yaptığı bu kısa turların birinde kapı boşluğunun karanlığında beyaz bir figürün durduğunu gördü ve ona bakmak için duraksadı. O sırada Bess de duraksadı, eski arkadaşını tanıyamamıştı. Orada öylece durarak ne kadar hoş bir manzara yarattığının farkında bile değildi. Uzun boyluydu, hatları ince ve zarifti, o hafif kasvetli yaz gecesine ters düşecek şekilde altın sarısı saçları kafasının etrafını hâle gibi çevrelemiş, koridorda esen serin rüzgâr sayesinde üzerine giydiği beyaz şalın uçları birer kanatmış gibi bir görüntü veriyordu.
“Sen misin, Dan?” diye sordu Bess. Zarif bir gülümsemeyle yanına gitmiş, elini uzatmıştı.
“Öyle görünüyor ama ben seni hiç tanıyamadım, prenses. Senin bir СКАЧАТЬ