Название: Jo'nun Oğulları
Автор: Луиза Мэй Олкотт
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-69-3
isbn:
Jo için olanlar hep umduğunun aksi olurdu. Üzerinde uzun yıllar harcadığı onun ilk kitabı; gençliğin büyük umutları ve ihtiraslı hayalleriyle piyasaya sürülmüş, uzun süren yolculuğunda zaman zaman bataklığa saplanmış, epey sonra bile bu enkaz su üstünde batmadan durmaya devam etmiş ve en azından yayıncının kâr etmesini sağlamıştı. Apar topar yazılmış bu hikâye, getireceği birkaç dolar dışında başka bir şey düşünülmeden gönderilmişti ama açık ve güneşli havada dümeninde akıllı bir kaptan ile denize açılarak halkın sevgisini kazanmıştı. Bunun sonucunda altın ve zaferle dolu beklenmedik bir kargo oldukça yüklü bir hâlde limana yanaşmıştı.
Herhâlde yeryüzü Josephine Bhaer kadar afallamış bir kadını bünyesinde taşımıyordu o an. Ufak gemisi limana yanaştığında âdeta bütün bayraklar dalgalanıyor, daha önce sessizliğini koruyan toplar şimdi neşeyle bombardıman ediyordu ve hepsinden önemlisi, bütün iyi niyetli arkadaşları onunla bayram ediyor, candan tebriklerle onun ellerini kendi ellerinde oldukça dostane şekilde sıkı sıkı tutuyorlardı. Bundan sonra bütün olay sadece denize açılmaktı ve tek yapması gereken şey, gemilerini yükleyip müreffeh yolculuklarına uğurlamaktı, böylelikle sevdikleri ve çok emek harcadığı kişiler için bolca rahatlık sağlamış olacaktı.
Şöhreti hiçbir zaman kolay kolay kabullenemedi, ateş olmayan yerden duman çıkmaz deyimine günümüzde birçok örnek verilebilirdi ama Jo’ya göre bir zafer kazanmanın yolu, kötü üne sahip olmaktan geçmiyordu. Şansına şüpheyle bakmıyor, minnettarlıkla kabul ediyordu, gerçi etrafındaki cömert insanların söylediğine göre alması gerekenin yarısını bile almamasına rağmen gelgitlerin artık yükselişe geçmesi, olayların gidişatını bütünüyle değiştirmiş ve ailenin güvenli bir limana batmadan rahatlıkla ulaşabilmesini sağlamıştı. Artık ailenin yaşlı bireyleri fırtınadan uzak güvenli bölgeye alınmış, gençleri ise hayat yolculuklarında gemilerini kızaktan suya indirebilmişlerdi.
Her türlü mutluluk, barış ve bolluk, bereket yaşandı o yıllarda. Sabırla bekleyenlerin, ümitle çalışanların duaları kabul olundu. Tıpkı bize hayal kırıklıkları, sefaleti ve üzüntüyü yaşatarak başarıyı tattığımızda onun değerini daha iyi anlamamızı sağlayan Tanrı’nın bilgeliği ile adaletine samimi bir şekilde inananların dualarının kabul olunduğu gibi. Bütün dünya bu halkın refahına tanık oldu ve iyi niyetli insanlar, ailenin düzelmiş maddi imkânları karşısında bayram ettiler ama Jo’nun en değer verdiği başarısı, hiçbir şeyin değiştiremeyeceği ya da elinden alıp götüremeyeceği mutluluğunu çok az insan biliyordu.
Bu da annesinin son yıllarında mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamasını sağlayabilme gücüydü, sonsuza kadar bakmakla yükümlü olduğu kişilerden kurtarmak, yorgun ellerini rahatlatmak, o güzelim yüzü her türlü kaygıdan uzaklaştırmak ve o iyiliksever kalbinin büyük haz aldığı akıllıca hayır işleri yapabilme özgürlüğünü gönlünce yapabilmesiydi. Genç bir kızken Jo’nun en büyük hayali Marmee’nin zor ve cesur hayatından sonra huzur içinde oturabileceği ve yaşamın tadını çıkarabileceği bir odası olmasıydı. Artık o hayali gerçek olmuştu, Marmee her türlü konforun ve lüksün sağlandığı o sevimli odasında oturabiliyordu, hastalıkları arttıkça onu çok seven kızları etrafında pervane oluyorlardı ve üzerine yaslanabileceği sadık bir dosttu. Hayatını neşelendirecek saygılı torunların şefkatiyle geçiriyordu günlerini. Hepsi için oldukça paha biçilmez zamanlardı bunlar ve çocukları hayatta iyi şanslarla karşılaştıklarında anneler ne kadar mutlu oluyorsa o da bir o kadar mutlu oluyordu onlar için. Ektiğini biçtiğini görecek kadar yaşadı; ettiği duaların cevaplandığını, ümitlerin yeşerdiğini ve yarattığı yuvanın meyvesini vererek huzurun ve maddi rahatlığın hediye edildiğini görebilmişti ama sonra bir gün dünyada işi bitmiş, cesur, sabırlı bir melek gibi huzur içinde yatmanın mutluluğuyla yüzünü gökyüzüne doğru çevirmişti.
Onun huzura kavuşması hayatımızdaki bu değişimin tatlı ve kutsal yanıydı ama garip ve çelişkili bir süreçti, tıpkı bizim sahip olduğumuz bu ilginç dünyadaki diğer olaylar gibi. Yaşadığımız bu ilk sürprizden sonra insan doğasına özgü nankörlük duygusuyla Jo, birdenbire kuşku ile sevinci bir arada yaşamaya başladı ve ünlü olmaktan usanmış, kaybettiği özgürlüğüne içerlemeye başlamıştı. Ona hayran olan halk, zınk diye onu sahiplenmiş ve geçmişte, günümüzde ve gelecekteki meseleleriyle yakından ilgilenmeye başlamışlardı. Yabancılar ona bakmaya, soru sormaya, öğütler vermeye, ikazlarda bulunmaya, tebrik etmeye ve iyi niyetli ama çok usandırıcı bir ilgiyle onu çileden çıkarmayı görev bildiler. Eğer kalbini bu insanlara açmayı reddederse onlar serzenişte bulundular; eğer hayvan hakları cemiyetlerine bağışta bulunmayı, özel isteklere çare bulmayı, insanlık namına bilinen her hastalık ve dert ile ilgili duygularını paylaşmayı kabul etmezse ona taş kalpli, bencil ve mağrur dediler. Eğer yığınla kendisine gönderilen mektuplara cevap vermeye imkânsız gözüyle bakıyorsa ona hayran olan halkına karşı görevlerini savsaklamakla suçladılar. Ve eğer podyum üzerinde poz vermesi için ricada bulunduklarında evinin mahremiyetini tercih ediyorsa “Bu edebiyatla ilgilenenlerin yanına, havalarından yanaşılmıyor.” şeklinde özgürce eleştirilerde bulundular.
Elinden gelenin en iyisini çocukları için yapmaya çalıştı, aslında yazdığı hikâyelerdeki karakterler onların ta kendileriydi ve doymak bilmez bu gençlerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla son derece azimle çalışmaya devam etti. “Daha çok hikâye istiyoruz, hem de derhâl!” Onların uğruna yaptığı bu fedakârlıklara tabii ailesi razı olmuyordu ve zamanla sağlığı da bunun sonuçlarını çekti ama yine de bir süre daha gençlikle ilgili eserlerini yazmaya devam ederek bu uğurda kendini feda etti. Bu genç arkadaşlara çok şey borçlu olduğunu düşünüyordu, ne de olsa yirmi yıllık bir çabanın ardından onların gösterdikleri merhametleriyle tedavi edilmişti.
Ne var ki bir süre sonra sabrı tükenmeye başladı, aslan olmaktan yoruldu ve bir ayıya dönüşerek doğal olarak mağarasına çekildi, onu da oradan çıkartmak istediklerinde ise çok kötü şekilde kükredi. Aslında ailesi eğleniyordu ama onun çektiği acıları pek anlayamıyorlardı. Jo’ya göre hiç hayatında bu kadar zor duruma düşmemişti. Özgür olmak onun en çok önem verdiği değerdi ve öyle görünüyordu ki elinden çok çabuk kayıp gidiyordu. Fanusta yaşamak bir süre sonra çekiciliğini yitiriyordu ve böyle hayatını sürdürmek için Jo fazla yaşlı, fazla yorgun ve fazla meşguldü. Elinden gelen her şeyi yaptığına ve akla uygun çözümler bulduğuna inanıyordu. Özellikle imza günleri, fotoğraf çekimleri ve otobiyografik hikâyelerinin tüm memleketin yayın programlarında uygun şekilde hazırlanmasında; sanatçılar onun evinin her tarafını kullandıklarında; gazeteciler, sabrı zorlayan durumlarda ona gaddarca saldırdıklarında; yatılı okuldan gelen bir sürü coşku dolu öğrencinin bir hatıra bulmak için arazilerini harap ettiklerinde; evine sabit bir akış sağlayan cana yakın seyyahların saygıdeğer ayaklarıyla kapı girişini aşındırdıklarında; bir haftalık deneme süresinde sürekli zilin çalınmasından dolayı hizmetkârlar istifa ettiklerinde; yemek zamanlarında kocasının onu kurtarmak için nöbet tuttuğunda; başına gelen bazı musibetler karşısında oğulları arka pencerelerden kaçması için onu kolladıklarında ve özellikle cesur misafirlerin, en talihsiz anlarda haber vermeden geldiklerinde olduğu gibi.
Bir gün başına gelenlerden örnek verecek olursak durumları daha iyi anlamanızı sağlayabilir, bu mutsuz kadını mazur görmeniz için bir neden olabilir ve imza almaya çalışan canavar ruhlu bir kimse yüzünden artık arazilerinin etrafının neden duvarlarla СКАЧАТЬ