Название: Otuz Yaşındaki Kadın
Автор: Оноре де Бальзак
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99850-4-6
isbn:
Nihayet bir gün Julie, teyzesinin şaşkın gözleri önünde evliliği büsbütün unutmuş gibi bir tavır takındı; yaramaz bir genç kız gibi çılgınlıklar yaptı, küçük yaştakilere yaraşan bir düşüncesizlik, bir çocukluk gösterdi ki bütün bu ince, bazen de çok derin davranışlar, Fransa’da genç insanların ayırıcı vasfıdır. Bunun üzerine Madam de Listomere, en tabii hâli duygularını anlaşılmaz bir biçimde gizlemek olan bu ruhun sırlarını çözmeye karar verdi. Neredeyse gece olacaktı, iki kadın sokağa bakan bir pencerenin önünde oturmuşlardı. Julie yine düşünceli bir tavır takınmıştı, o sırada sokaktan bir atlı geçti.
Yaşlı hanım, “İşte senin kurbanlarından biri.” dedi.
Madam d’Aiglemont kaygıyla karışık bir şaşkınlık göstererek teyzeye baktı.
‘‘Genç bir İngiliz’dir bu. Kişizadedir, saygıdeğer Arthur Osmond, Lord Grenville’in büyük oğlu. İlginç bir hikâyesi var: Montpellier’ye 1802’de gelmiş. Hekimler yollamışlar onu. Buranın havasının ciğerlerindeki, ölümüne yol açacak bir hastalığı iyileştireceğini umuyorlarmış. Savaş sırasında Bonapart, bütün yurttaşları gibi onu da tutuklatmış: Bu canavar savaşmadan edemez çünkü. Bu genç İngiliz de vakit geçirmek için öldürücü sanılan kendi hastalığını incelemeye koyulmuş. Kendi de farkında olmaksızın anatomiden, tıptan hoşlanmaya başlamış. Bu bilim kollarına büyük ilgi duymuş ki yüksek sınıftan bir kimse için bu, çok olağanüstü bir şeydir. Fakat kral naibi de kimyaya merak sardırmıştı ya! Sözün kısası, Mr. Arthur, Montpellier’deki profesörleri bile şaşırtan ilerlemeler kaydetmiş. Öğrenim, ona tutsaklığının acısını unutturmuş, aynı zamanda da tamamen iyileşmiş. Söylendiğine göre iki yıl hiç konuşmadan durmuş, seyrek soluk almış, bir ahırda yatmış hep, İsviçre’den gelen bir ineğin sütünü içmiş, dereotu yiyerek karnını doyurmuş. Tours’a geleli beri hiç kimseyle görüşmedi, tavus kuşu gibi kurumlu. Ama muhakkak ki onun gönlünü çaldın sen. Buraya geldin geleli bizim pencerelerin önünden günde iki kez benim için geçmiyor herhâlde… Kuşku yok, seviyor seni.”
Bu son sözler kontesi sanki büyülü bir tarzda uyandırıverdi. Elinde olmadan bir hareket yaptı, gülümsedi, bu hâli de markizi şaşırttı. En ciddi kadın bile bir erkeğin kendisi yüzünden acı çektiğini öğrenince içgüdüsel bir hoşnutluk duyar. Bu tür bir hoşnutluk göstermek şöyle dursun, Julie’nin bakışı donuktu, soğuktu. Yüzünde dehşete yakın bir tiksinme duygusu belirmişti. Onun bu hâli, bir tek insanın yararına olarak herkesten uzak duran bir kadına yaraşır cinsten değildi. Böyle bir kadın bu gibi bin hâlde gülmesini, şakalaşmasını bilir. Oysa hayır, Julie’nin o anda çok yakın bir tehlikenin kendisini hâlâ hissettiren acısını duyar gibi bir hâli vardı. Gelininin, yeğenini sevmediğini iyice anlamış olan teyze, onun hiç kimseyi sevmediğini keşfedince şaştı kaldı. Jülie’de kırık bir gönül; bir günlük, belki bir gecelik denemeyle Victor’un hiçliğini anlayabilmiş bir genç kadın kişiliğini sezmenin korkusuyla titredi, Julie onu tanıdıysa benim yeğen çok geçmeden evliliğin sakıncalarına katlanacak, diye düşündü.
Madam de Listomere o sıralarda Julie’yi de XV. Louis Dönemi’nin kralcı doktrinlerinden yana etmeyi tasarlıyordu. Fakat birkaç saat sonra kontesin mahzunluğuna yol açan ve toplum içinde epey sık rastlanan durumu öğrendi, daha doğrusu sezdi.
Birdenbire düşünceli bir hâl alan Julie, odasına her zamankinden daha erken çekildi. Oda hizmetçisi onu soyup yatmaya hazır hâlde bırakınca sarı kadifeden bir şezlonga uzanmış olduğu hâlde ateşin karşısında kalakaldı. Bu modası geçmiş mobilya, üzgün insanların olduğu kadar mutlu kişilerin de işine yarar. Genç kadın ağladı, sızladı, düşündü… Sonra bir küçük masanın başına geçti, bir kâğıt alarak bir şeyler yazmaya başladı. Saatler çabucak geçti. Julie’nin bu mektupta açıkladığı şeylerin kendisini çok sıkar gibi bir hâli vardı. Her cümleden sonra uzun uzun hayallere dalıyordu. Genç kadın birdenbire hüngür hüngür ağlamaya başlayarak durdu. O sırada da saatler ikiyi çaldı. Can çekişen bir kadınınki gibi ağırlaşan başı, göğsüne doğru eğildi. Sonra başını kaldırınca Julie, teyzesinin birdenbire çıkageldiğini gördü. Sanki duvarda asılı halılardan ayrılıp çıkıvermiş bir kimse hâli vardı onda.
Teyze, “Neyin var yavrum?” dedi ona. “Niçin bu saatlere dek uyumadın, hele sen yaşta bir kimse tek başına ağlar mı hiç?”
Teklifsiz bir tavırla gelininin yanına oturdu, onun yazmaya başladığı mektuba yiyecek gibi baktı.
“Kocana mı mektup yazıyordun?”
Kontes, “Nerede olduğunu biliyor muyum?” dedi.
Teyze kâğıdı alıp okudu. Gözlüklerini getirmişti, önceden tasarlamıştı bu işi. Zavallı Julie, onun mektubu elinden alışına hiç ses çıkarmadı. Kendisini iradeden böyle tamamen yoksun bırakan şey ne haysiyet yokluğu ne de gizli bir suçluluk duygusu idi. Hayır, teyzesi o anda ruhun zembereğinin boşandığı, insanın iyi veya kötü hiçbir şeye, sessizliğe de güven duygusuna da aldırmadığı bunalım anlarından biriyle karşılaşmıştı. Sevgilisini küçümseyen fakat geceleyin kendisini çok kederli, çok kimsesiz bulduğu için onu arzulayan; acılarına ortak olacak bir gönüle rastlamak isteyen namuslu bir kız gibi Julie de nezaket kuralları gereğince açık da olsa okunmaması gereken bir mektubun okunmasına tek söz söylemeden razı oldu. Markiz mektubu okurken o da sessiz sessiz durdu.
Sevgili Louisa, diyordu mektup… Yüzü gözü açılmamış iki genç kızın birbirlerine verdikleri çok ihtiyatsızca bir sözün ille de tutulmasını niçin bunca defa istemeli? “Sorduklarıma altı aydır neden cevap vermedi acaba, deyip duruyorum kendi kendime.” diye yazıyorsun. Susuşumun nedenini anlamadınsa açıklayacağım sırları öğrenerek bunu bugün kavrayacaksın belki. Yakında evleneceğini haber vermeseydin ben bu sırları bir daha açıklamamacasına yüreğimin derinliklerine gömecektim.
Demek evleneceksin Louisa. Bu düşünce irkiltiyor beni. Evlen bakalım, zavallı yavrucak! Sonra birkaç ay geçince, eski hâlimizi anımsayarak çok iç burkucu pişmanlıklardan birini duyacaksın. Hani Ecouen’daydık da bir akşam ikimiz de dağdaki en ulu meşelerin altına gelmiştik. Ayaklarımızın altında uzanan güzel vadiye bakmış, batan güneşin bizi parıltılarıyla saran ışınlarını hayran hayran seyretmiştik.
Bir kayanın üstüne oturduk, kendimizden geçtik âdeta, peşinden de çok tatlı bir hüzün kapladı içimizi. Uzaklardaki bu güneşin bize geleceği haber verdiğini ilk bulan, sen oldun. Çok meraklıydık, çok çılgındık o zamanlar! Bütün o çılgınlıklarımızı hatırlıyor musun? “İki sevgili gibi kucaklaşıp öpüştük.” diyorduk. İçimizden ilk evlenecek olanın evliliğin sırlarını, çocuksu ruhlarımızın bize çok tatlı şeyler gibi gösterdiği o sevinçleri ötekine olduğu gibi anlatacağına ant içtik. O geceyi yaşayınca umutsuzluğa kapılacaksın Louisa. O zamanlar gençtin, СКАЧАТЬ