Название: Otuz Yaşındaki Kadın
Автор: Оноре де Бальзак
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99850-4-6
isbn:
O zaman büyük düşüncelerin hareketliliğine karşı aşağılık fakat hareketsiz bir düşüncenin doğal zaferini elde ederler. Onun için bu boş kafaları yargılamak, onların olumsuz değerlerini tartmak için bir gözlemcinin üstün olmaktan çok ince bir zekâya, geniş bir görüşten çok sabra, yüksek ve büyük düşüncelerden çok kurnazlık ve ölçüye sahip olması gerektir. Bununla birlikte, zayıf yönlerini savunurken; bu dalavereciler ne denli ustalık gösterirlerse göstersinler eşlerini, annelerini, çocuklarını veya aile dostunu aldatmaları çok güçtür. Fakat az çok ortak şerefe dokunan bir konu üzerinde bu insanlar, hemen daima onların sırlarını saklarlar hatta çoğu zaman da bunların el âleme böyle caka satmalarında onlara yardımcı olurlar.
Aile arasında çevrilen bu dolaplar sayesinde birçok hödük kendilerini üstün kişiler diye yuttururlar ve böylece, herkesin hödük sandığı üstün kişilerin sayısını karşılamış olurlar. Bu yüzden toplum da hep aynı sayıda yetenekli insan yığınına sahipmiş gibi görünür. Şimdi de böyle bir kocanın karşısında akıllı, duygulu bir kadının oynaması gereken rolü düşünün. Acılarla, sevgi bağları ile dolu yaşantılar görmez misiniz? Bunların sevgi ve incelikle dolu gönüllerini yeryüzünde hiçbir şey mükâfatlandıramaz. Karakteri kuvvetli bir kadın böyle korkunç bir duruma düştü mü cinayetle sıyrılır bundan. Tıpkı Rus Çariçesi Katerina gibi ki ona da “büyük” demişlerdi oysa. Fakat bütün kadınlar bir taht üzerinde oturmamaktadırlar. Onun için de birtakım aile mutsuzlukları ile kıvranıp dururlar. Göze çarpmamakla birlikte, yine de korkunçtur bu mutsuzluklar. Yeryüzünde dertlerini hemen giderecek avuntular arayan kadınlar, görevlerine bağlı kalmak isteyince bir başka biçimde acı çekmekten gayri şey yapmazlar. Veya yerleşip kökleşmiş kuralları zevklerinin yararına çiğnerlerse, birtakım hatalar işlemiş olurlar. Bu düşüncelerin hepsi de Julie’nin gizli hikâyesine uygulanabilir.
Birçokları gibi albay ve iyi emir subayı olan, tehlikeli bir görevi çok iyi yerine getiren fakat az çok önemli bir kumandanlığı başarmaktan âciz olan Kont d’Aiglemont’ya, Napolyon iktidarda kaldığı sürece kimse imrenmedi. Herkes imparatorun tuttuğu; kendi hâlinde insanlardan biri saydı onu, askerlerin kendi aralarında, öteden beri iyi çocuk diye adlandırdıkları birisiydi o. Yeniden kurulan krallık rejimi, marki unvanını ona geri verdi, o da nankörlük etmedi hiç. Napolyon, Elbe Adası’ndan geri gelip yüz gün iktidarda kalınca, o da Bourbon’ların peşinden Belçika’daki Gand şehrine gitti. Bu mantık ve efendilerine bağlılık dolu davranış, vaktiyle, “Bizim damat, hep albay kalacak.” diyen kaynatasının kehanetini yalancı çıkardı. İkinci dönüşte tüm generalliğe yükseltilen, tekrar marki olan M. d’Aiglemont, üst meclise üye olma hevesine kapıldı, aşırı kralcıların gazetesi olan “Conservateur”nün düşünceleriyle politikasını benimsedi. Hiçbir şeyi gizlemeyen bir esrar havasına büründü. Ciddi ve sorguya çeken, az konuşkan tavırlar takındı, herkes de derin bir adam sandı onu.
Boyuna terbiyeli tavırların ardına gizleniyor, birtakım kurallara bağlı kalıyor, Paris’te Tanrı’nın günü piyasaya sürülen basmakalıp lafları ezberleyip bol bol harcıyordu ki bu laflar birtakım aptallara, büyük düşünceleri veya olayları anlatıyorlarmış gibi ufak para misali dağıtılır. Bu hâli gören kibar insanlar da zevk, bilgi sahibi bir kimse diye adını çıkardılar onun. Asillikle ilgili düşüncelerinde direndiği için, yüksek karakter sahibi olarak gösterildi. Eskisi gibi gamsız veya neşeli göründüğü zamanlar sözlerinin anlamsızlığında veya aptallığında başkaları üstü kapalı, diplomatça edalar seziyorlar; çoğu kimse, Ancak söylemek istediğini söylüyor o, diye düşünüyorlardı.
Meziyetleri de kusurları da işine yarıyordu. Yiğitliği askerlik alanında kendisine büyük bir ün sağlıyor, bunu da hiçbir şey yalancı çıkarmıyordu. Hiçbir zaman şef olarak kumanda etmemişti çünkü. Erkek ve soylu yüzünde geniş düşüncelerin ifadesi vardı, çehresindeki sahteliği ise yalnız karısı fark ediyordu. Adı var kendi yok meziyetlerini herkesin övdüğünü işittikçe, Marki d’Aiglemont sarayın en göze çarpan insanlarından biri olduğuna kendisi de inandı sonunda. Dış görünüşü sayesinde sarayda hoşa gitmesini bildi ve çeşitli değerli yönleri, itirazsız kabul edildi orada.
Bununla birlikte M. d’Aiglemont, evde alçak gönüllüydü. Karısı ne denli genç olursa olsun, onun üstünlüğünü içgüdüyle hissediyordu evde. Elinde olmadan gösterdiği saygıdan gizli bir kudret doğdu, markiz de yükü altına girmemek için gösterdiği bütün çabalara rağmen, bunu kabullenmek zorunda kaldı. Kocasının akıl hocası oldu, onun davranışlarını ve servetini yönetti. Bu tabiata aykırı etki onun için bir çeşit aşağılık durumu yarattı, yüreğine gömmekte olduğu birçok acının da kaynağı oldu. Başlangıçta, onda çok ince olan o kadınlık içgüdüsü, bir aptalı çekip çevirmektense değerli bir adama boyun eğmenin çok daha güzel şey olduğunu; erkek gibi düşünüp davranmak zorunda olan genç bir eşin ne kadın ne erkek olduğunu; kadınlığa özgü bütün dertleri yitirerek onun sevimliliklerinden de sıyrıldığını; toplum kurallarımızın yalnız erkeklere verdiği imtiyazlardan hiçbirine kadının sahip olamadığım hissettirdi ona.
Yaşantısında çok acı bir gülünçlük gizliydi. Kof bir puta tapmak, kendi koruyucusunu korumak zorunda değil miydi? O zavallı yaratık da sürekli bir bağlılığın karşılığı olarak onun önüne kocaların bencil sevgisini atıyor, onu yalnız kadın olarak görüyor; nelerden zevk aldığını öğrenmeye tenezzül etmiyor yahut çalışmıyor -ki bu da öbürü kadar derin bir hakaretti- kederli oluşunun, sararıp soluşunun neden ileri geldiğini araştırmıyordu. Kendilerinden daha akıllı bir kimsenin boyunduruğu altında olduklarını hisseden kocaların çoğu gibi Marki de Julie’deki beden zayıflığına bakıp ruhunun da zayıf olduğu sonucuna vararak kendi onurunu kurtarıyor; eş olarak kendisine hastalıklı bir genç kız verdi diye talihine küsüyordu. Sözün kısası, cellat olduğu hâlde kurban yerine koyuyordu kendini. Omuzlarına bu kasvetli yaşantının bütün felaketleri çökmüş olduğu hâlde markiz, üstelik o aptal kocasına gülümsemek, yas dolu bir evi çiçeklerle süslemek, gizli acıların sarartıp soldurduğu bir yüzde mutluluğun ışıltısını göstermek zorundaydı.
Bu şeref sorumluluğu, bu yüce fedakârlık genç markize kendisi de farkında olmadan kadınca bir vakar, bir namus bilinci verdi; bunlar da toplumun tehlikelerine karşı onu korumaya yaradı. Sonra bu yüreği derinliğine yoklamış olmak için söyleyelim, ilk ve saf genç kız aşkının sonuçlandığı gizli kapaklı mutsuzluk da gönül maceralarından soğuttu onu belki. O bunların ne büyüsünü ne de yasak fakat çıldırtıcı zevklerini kavrayabildi ki bunlar kimi kadınlara toplumun üzerine kurulu bulunduğu sağduyu kurallarını, namus ilkelerini unuttururlar. Madam de Listomere -Landon’nun eski tecrübesine dayanarak ona vadetmiş olduğu o tatlı anlardan, o hoş ahenkten bir rüyadaki gibi vazgeçti ve genç yaşta ölmeyi umarak acılarının sona ermesini boynu bükük bekledi. Touraine’den döndüğünden beri sağlık durumu her gün daha da kötüye gitmişti, yaşamak da çektiği acı ile ölçülü imiş gibi geliyordu ona. Hoş bir acı çekişti bu, görünürde zevkli bir hastalıktı hemen hemen işin derinine varmayanlar da şımarık bir metresin fantezisi sanabilirlerdi.
Hekimler, markize hep bir divana uzanıp yatmasını öğütlemişlerdi. O da çevresindeki çiçeklerin arasında, tıpkı onlar gibi sararıp soluyordu. Güçsüzlüğünden ötürü yürüyüşe çıkamıyor, hava alamıyordu. Kapalı bir araba ile dışarıya çıkabiliyordu ancak. СКАЧАТЬ