Название: Savaş ve Barış I. Cilt
Автор: Лев Толстой
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-50-1
isbn:
Piyer’e ise hiçbir şey söylememişti Prens Vasili; sadece genç adamın kolunu, omuzunun hemen altından dostça sıkmakla yetinmişti.
Piyer ve Anna Mihailovna, petit salona225 geçtiler.
Küçük, yuvarlak salonda Fransız Hekim Lorrain; üzerinde bir çay servisiyle soğuk yiyecekler bulunan masanın önünde ayakta durmakta ve incecik kulpsuz bir Çin fincanından, heyecanını gizlemeye çalışarak çay yudumlamaktaydı. Alçak sesle konuştu:
“Il n’y a rien qui restaure comme une tasse de cet excellent thé russe après une nuit Manche.”226
Kont Bezuhof’un konağında herkes, güç tazelemek amacıyla semaverin başına toplanmıştı o gece. Piyer, bu küçük salonu çok iyi hatırlıyordu. Kont’un evinde balo verildiği geceler, dans etmesini bilmeyen Piyer; bu küçük, aynalı salonda oturur ve sırtlarında balo giysileri, çıplak omuzlarında elmaslar, pırlantalarla salonu kateden hanımların hayallerini defalarca yansıtan parlak ve zengin ışıklarla aydınlatılmış aynalarda kendilerini nasıl süzdüklerini seyrederdi büyük bir zevkle…
Şimdi aynı salon sadece iki mumla aydınlatılmıştı. Vakit gece yarısı olduğu hâlde, küçük bir masanın üzerine karmakarışık bir şekilde bir çay servisiyle birtakım tabaklar konulmuştu. İçeride eğlence dışında bir amaç için buraya gelmiş çeşit çeşit insanlar oturuyor, fısıldayarak birbirleriyle konuşuyordu. Ve hiçbirinin o anda yatak odasında olup bitenleri (ve daha sonra olup bitecek olanları da) katiyen unutmayacağı her hareketlerinden, her sözlerinden belliydi.
Çok istediği hâlde hiçbir şey yemedi Piyer. Kendisini buraya getirmiş olan Anna Mihailovna’yı aradı gözleriyle, bir şey sormak istermiş gibi. Ve kadının, yeniden Prens Vasili ile Büyük Prenses’in baş başa kaldığı kabul salonuna doğru gittiğini gördü. Herhâlde gitmesi gerektiği için gidiyor diye düşündü Piyer, bir an bekledikten sonra da onun arkasından gitti. Delikanlı içeri girdiğinde iki kadın yan yana ayaktaydılar, fısıltıyla konuşuyorlardı. Tartıştıkları belliydi yüz ifadelerinden.
Gerçekten de Büyük Prenses, sinirli sinirli şöyle diyordu:
“Özür dilerim ama Prenses, neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu ben de biliyorum herhâlde!”
Bunu söylerken tıpkı biraz önce odasının kapısını çarparak kapadığı zaman olduğu gibi aşırı gergin olduğu hemen anlaşılıyordu.
Prenses’in, Kont’un yatak odasına gitmesini engelleyecek bir şekilde durmuştu Anna Mihailovna. Yumuşak bir sesle ve inandırıcı olmasına çalıştığı bir tavırla konuşmaktaydı:
“Elbette ama pek değerli Prensesim, talihsiz büyüğümüzün kesinlikle dinlenmesi gereken şu sırada böyle bir şey yersiz olmaz mı acaba? Ruhunun iyice arınıp meleklerle buluşmak üzere hazırlanmış bulunduğu bir anda tutup da dünya işlerinden söz açmak, pek ağır gelmez mi ona?”
Her zamanki kayıtsız tavrıyla bacak bacak üzerine atmış olan Prens Vasili, bir koltuğa oturmuştu. Sinirden, elinde olmaksızın durmadan oynayan yanakları aşağıya doğru sarktığı için alt taraftan bakılınca daha dolgun görünmekteydi. Yanı başındaki heyecanlı tartışma, onu hiç ilgilendirmiyordu adetâ. Nitekim öyle bir rahatlık içinde konuştu:
“Voyons, ma bonne Anna Mihailovna, laissez faire Catiche.227 Kont’un onu ne kadar sevdiğini bilmez değilsiniz.”
Bunun üzerine Büyük Prenses ona doğru döndü ve elinde tuttuğu çantayı göstererek “Bu kâğıtta ne yazılı bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da gerçek vasiyetnamenin çalışma odasında bulunduğudur. Öylece unutulup kalmış bir kâğıt bu çantadaki…”
Bir yandan konuşurken bir yandan da atılıp Anna Mihailovna’nın öbür tarafından geçmek istemişti Prenses ama Anna Mihailovna bunu beklediğinden onun yolunu kesmeyi başardı yeniden. Sonra da tatlı bir sesle “Biliyorum, pek değerli Prensesim.” dedi. “Bilmez olur muyum hiç? Ama inanın, sırası değil…”
Bu arada sımsıkı yakalamıştı çantayı ve kolay kolay bırakacak gibi de değildi. Sözlerinin hiçbir olumlu sonuç vermeyeceğini gayet iyi bildiği hâlde:
“Çok rica ediyorum, Sevgili Prenses, yalvarıyorum size… Ona acıyın lütfen! Je vous en conjure…”228 dedi.
Susuyordu Prenses. Şimdi artık çantayı kapmak için girişilen çekişmenin çıkardığı sesten başka hiçbir ses işitilmemekteydi. Yüz ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla Prenses, konuşmaya başladığı takdirde, Anna Mihailovna için herhâlde pek iyi şeyler söylemeyecekti. Anna Mihailovna ise çantayı büyük bir güç harcayarak sımsıkı tuttuğu hâlde, yine de çok tatlı ve yumuşak bir sesle delikanlıya “Piyer!” dedi. “Buraya gelir misiniz lütfen yavrucuğum.”
Hemen Prens’e dönerek ekledi sonra:
“Sanırım, o da bu aile toplantısında söz sahibidir! Yanılıyor muyum Prens? Öyle değil mi?”
Cevap olarak Prenses hiç beklenmedik bir şekilde “Ne susuyorsunuz, mon cousin?”229 diye bağırdı.
Kendi sesinden korkacak kadar yüksek sesle söylemişti bunu. Ama artık işitilmek önemli değildi:
“Herkes işimize karışmak cüretinde bulunuyor! Can çekişen hastanın kapısında kavga çıkıyor! Ve siz hâlâ susuyorsunuz!”
Bunu söyledikten sonra, çantayı şiddetle çekti. Sonra da ıslık gibi bir sesle “Düzenbaz kadın!” diye fısıldadı.
Anna Mihailovna ise çantayı kaptırmamak için birkaç adım atıp Prenses’in kolunu yakalamıştı ve bırakmıyordu. Prens Vasili şaşkınlık içindeydi. Ayıpladığını gösteren bir tavırla ayağa kalkarak “Aaaa!..” dedi. “C’est ridicule.”230
Sesini biraz daha sertleştirerek devam etti:
“Voyons,231 bırakın! Size söylüyorum…”
Prenses çantayı bıraktı.
Anna Mihailovna’ya döndü Prens Vasili:
“Siz de…”
Dinlemiyordu Anna Mihailovna. Katiyen bırakmak niyetinde değildi çantayı ve susuşuyla bunu belli ediyordu.
Prens Vasili, “Bırakın diyorum size!” dedi yeniden. “Bütün sorumluluğu ben alıyorum üstüme. Gidip kendisine soracağım. Artık yeter!”
Anna Mihailovna, aynı tatlı sesle:
224
“Hadi, Anna Mihailovnacığım, bir şeyler yiyip için yoksa yorgunluğa dayanamazsınız.”
225
Küçük salon.
226
“Uykusuz bir geceden sonra, insanı bu enfes Rus çayı kadar zinde tutan hiçbir şey yoktur.”
227
“Kuzum Anna Mihailovna, bırakın Katiş’i ne istiyorsa yapsın.”
228
“Yalvarıyorum size…”
229
“Kuzenim?”
230
“Gülünç bu!”
231
Hadi.
232
“Ama Prensim…”