Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 43

Название: Savaş ve Barış I. Cilt

Автор: Лев Толстой

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-50-1

isbn:

СКАЧАТЬ örneğin anılarını yazıyor, yüksek matematik problemleri çözüyor, torna tezgâhında bir sigara kutusu yapıyor, bahçede çalışıyor ya da çiftliğinde birbiri ardı sıra yükselen yapıların inşaatını denetliyordu.

      Her türlü çalışmanın ilk şartının düzenlilik olduğunu kendi adı gibi bellemiş bulunan Prens’in bütün hayatında, noktası noktasına uygulanan bir disiplin gözetilmekteydi. Öyle ki sofraya gelişi bile hep aynı değişmez düzen içindeydi; her gün aynı saatte değil, aynı dakikada sofranın başında olurdu! Kızından uşaklara kadar çevresindeki bütün insanlara daima sert davranan ve onlardan her zaman ve her yerde çok çaba göstermelerini bekleyen Prens; aslında acıma duygusundan yoksun bir adam olmamakla birlikte sırf bu sertliği yüzünden, karşısında bulunanlarda en katı yürekli insanın dahi uyandıramayacağı korkuyla karışık bir saygı uyandırmaktaydı hep. Emekliydi ve artık devlet işlerinde hiçbir önemli rol oynamıyordu. Buna rağmen çiftliğinin bağlı olduğu eyaletteki her yüksek memur, belirli konularda ona fikir danışmayı bir görev sayar ve tıpkı mimarın, bahçıvanın ya da Prenses Mariya’nın yaptığı gibi görüşmenin kararlaştırıldığı saatte gelip o yüksek tavanlı bekleme salonunda, Prens’in çalışma odasından çıkmasını beklerdi.

      Gerçekten de bekleme salonuna alınan her konuk; çalışma odasının o büyük kapısı açılıp da içeriden başında pudralı perukası, küçük, kupkuru elleri ve somurttuğu vakit zeki bakışlarını perdeleyecek kadar aşağıya inen sarkık ağarmış kaşlarıyla o orta boylu ihtiyarın çıktığını görür görmez yüreğinde aynı korkuyla karışık saygıyı duymadan edemezdi…

      Nitekim Prenses Mariya da genç evlilerin gelecekleri günün sabahı her zamanki gibi kararlaştırılan saatte, babasına “günaydın” demek için bekleme salonunda korkuyla haç çıkararak dua ediyordu. Her gün aynı saatte buraya gelir ve babasıyla yapacağı günlük görüşme kazasız belasız sona ersin diye böyle için için dua ederdi.

      Bekleme salonunda görevli, perukası pudralı ihtiyar uşak ağır bir hareketle doğruldu yerinden ve genç kıza, fısıldayarak “Buyurunuz.” dedi.

      Kapının öbür tarafından bir tornanın monoton sesi gelmekteydi. Kayar gibi hareket eden kapıyı çekingen bir tavırla hafifçe çekip açtı Prenses, eşikte durup bekledi.

      Prens, tornanın başında çalışmaktaydı. Kapının açıldığını işitince başını şöyle bir çevirip arkaya baktı, sonra işine devam etti.

      Büyüktü çalışma odası ve sürekli kullanıldıkları belli olan eşyalarla doluydu. Üzerinde yığınla kitap ve planın durduğu büyük masa, kapıları camlı ve anahtarlı yüksek kitap dolapları, üzerinde açık bir defter olan yüksek yazı masası, yan yana konulmuş aletlerle torna tezgâhı, etrafa saçılmış yongalar… Sözün kısası her şey, burada sürekli olarak çeşitli işler yapıldığını ve çok çalışıldığını göstermekteydi.

      Sırma işlemeli Tatar çizmesinin içinde pek büyük durmayan ayağının hareketlerinden, kuru ve damarlı elinin sert bastırışından, Prens’te hâlâ kolay kolay boyun eğmeyen ve daha birçok şeye karşı direnmeye hazır bekleyen zinde bir gücün varlığı sezilmekteydi.

      Prens, birkaç devir yaptıktan sonra ayağını tezgâhın pedalından kaldırıp oyma kalemini sildikten sonra tezgâha bitişik deri cebin içine attı ve masaya doğru ilerleyerek kızını bir baş işaretiyle yanına çağırdı. Hiçbir zaman haç çıkararak kutsamazdı çocuklarını. Dolayısıyla da Mariya’ya, sadece henüz tıraşsız yanağını uzattı. Ciddi ve titiz ama bir o kadar da şefkatli bir bakışla tepeden tırnağa süzdü kızını.

      “İyisin ya?” diye sordu.

      Ve cevap beklemeden ekledi:

      “Hadi gel otur!”

      Üzerine kendi eliyle bir şeyler yazmış olduğu geometri defterini aldı, koltuğunu ayağıyla kendisine çekti. Aceleyle aradığı yaprağı buldu; kalın tırnağıyla bir paragrafın başından öteki paragrafa kadar bir çizgi çekerek işaretledikten sonra “Bu, yarına.” dedi.

      Deftere doğru eğildi Prenses. Aynı anda İhtiyar Prens, masanın üst kısmındaki çekmeceden çıkardığı bir zarfı birdenbire masanın üzerine fırlatarak “Dur!” dedi. “Sana bir mektup var.”

      Prenses mektubu görünce kıpkırmızı olmuştu. Zarfı aldı, eğilerek baktı. Prens hâlâ sağlam, sarımtrak dişlerini gösteren soğuk bir gülümseyişle sordu:

      “Heloise’den mi?”

      Çekingen bir tavırla baktı mektuba Prenses, aynı çekingen tavırla belli belirsiz gülümseyerek cevap verdi:

      “Jülia’dan, evet.”

      Prens, “Bundan sonraki iki mektubu açmam.” dedi. “Ama üçüncüyü mutlaka okuyacağım. Birbirinize saçma sapan şeyler yazmanızdan korkuyorum, anlıyor musun? Bilmiş ol, üçüncüyü okuyacağım!”

      Daha da kızaran Prenses, zarfı babasına uzatarak “Arzu ederseniz bunu da okuyunuz mon pere.”241 diye karşılık verdi.

      Kızının elini itmekle yetindi Prens. Kesin bir tavırla konuştu:

      “Dedim ya, üçüncüyü okuyacağım!”

      Dirseğini masaya dayayıp üzerine geometrik şekiller çizilmiş defteri kendisine doğru çekmişti. Kızına uzanarak bir elini onun oturduğu koltuğun arkasına koyarken “Hadi bakalım…” dedi.

      Yıllardır alıştığı bir kokunun, ihtiyarlara özgü yakıcı tütün kokusunun dört bir yandan kendisini sardığını hissetti Prenses. Prens tamamıyla kendi havasında “Hadi bakalım, küçük hanım…” diye sürdürdü konuşmasını. “Bu üçgenler eşittir. Hemen farkına varırsın biraz dikkat ettiğin takdirde…”

      Prenses, babasının gözlerine bakıyordu korkuyla. Yüzünde yer yer kırmızı lekeler belirmişti. Hiçbir şey anlamadığı ve çok korktuğu hemen belli oluyordu. Bu korku yüzünden, babasının daha sonra söyleyeceklerini anlayamayacağı da belliydi. Suç acaba öğretmende miydi bu işte, yoksa öğrencide mi? Zordu bunu kestirmek. Kesin olan, aynı sahnenin her gün tekrarlandığıydı. Gerçekten de her sabah burada, bu odada, Prenses’in gözleri bulanmaktaydı; hiçbir şey söylemiyordu genç kız, hiçbir şey işitemiyordu; babasının kupkuru sert ifadeli çehresini hissediyordu sadece yanında, tütün kokan soluğunu işitiyordu ve bir an önce çalışma odasından çıkıp giderek problemi kendi odasında rahatça çözmekten başka bir şey düşünemez oluyordu. Bunun üzerine ihtiyar da çileden çıkmaya, koltuğunu gürültüyle bir ileri bir geri çekmeye başlıyor ve öfkeye kapılıp patlamamak için kendisini tutmaya çalışıyordu. Yine de her seferinde öfkeleniyor, genç kızı şiddetle paylıyor, hatta bazen bununla da yatışmayarak defteri elinden alıp duvara fırlatıyordu.

      O sabah da öyle oldu. Prenses yanlış cevap verdi yine ve Prens, defteri elinin tersiyle iterek “Ne budala şeysin sen!” diye bağırdı.

      Hızla arkasını dönüp yerinden kalkmıştı hemen. Bir aşağı bir yukarı dolaştı bir süre, sonra gelip kızının saçlarına şöyle bir dokundu ve yeniden oturdu. Koltuğunu genç kızın СКАЧАТЬ



<p>241</p>

“Baba.”