Название: Savaş ve Barış I. Cilt
Автор: Лев Толстой
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-50-1
isbn:
Prens Andrey’e baktı Piyer ve bu konuşmanın, arkadaşının hoşuna gitmediğini sezerek cevap vermekten kaçındı.
“Ne zaman gidiyorsunuz?”
Piyer sormuştu bunu. Prenses, Anna Pavlovna’nın salonunda Hippolyte’le konuşurken takındığı ama şimdi Piyer’in de olduğu aile ortamına hiç de uygun düşmeyen işveli ve şen şakrak bir havayla konuştu:
“Ah! Ne me parlez pas de ce départ, ne m’en parlez pas. Je ne veux pas en entendre parler…104 Bütün sevgili ahbaplarımdan uzakta kalacağımı düşünüyorum da… Sonra, gayet iyi biliyorsun ki André…”105
Kocasına anlamlı bir şekilde göz kırparak kesmişti konuşmasını. Ürperir gibi oldu ve sözlerini mırıldanarak tamamladı:
“J’ai peur, j’ai peur!”106
Odada kendisinden ve Piyer’den başka bir varlık daha varmış da yeni fark ediyormuş gibi şaşkın bir hâlde karısına baktı Prens. Sonra da nazik ama soğuk bir sesle sordu:
“Neden korkuyorsun Lise? Bunu bir türlü anlayamıyorum.”
“İşte bütün erkeklere özgü bencillik çıktı yine ortaya! Hepiniz, evet, istisnasız hepiniz bencilsiniz! Sırf kapris olsun diye bırakıp gidiyor beni, tek başıma çiftliğe hapsediyor.”
“Babam ve kız kardeşimle birlikte, unutma.”
Soğuk bir sesle söylemişti bunu Prens Andrey.
“Evet ama ben yine kendi dostlarımdan uzakta, yapayalnız kalacağım.” diye atıldı Prenses. “Ve o, yine korkmamamı bekliyor!”
Hüzünlüydü sesi bu sefer, üst dudağı yukarı doğru kıvrılmış ve yüzündeki neşeli ifade değişmişti; bu hâliyle bir sincabı andırıyordu. Piyer’in önünde gebeliğinden söz etmeyi uygunsuz buluyormuş gibi susmuştu birden. Oysa bütün korkusu, bundan ileri geliyordu.
Gözlerini karısının gözlerinden ayırmaksızın ağır ağır konuştu Prens Andrey:
“De quoi vous avez peur107 ben yine de anlamadım.”
Kıpkırmızı kesildi Prenses. Ellerini şiddetli bir hareketle salladı.
“Non, André, je dis que vous avez tellement changé.”108 dedi.
Prens Andrey, gözlerini yine karısının gözlerinden ayırmaksızın “Doktor sana erkenden yatmanı öğütlemişti. Çoktan yatağa girmiş olman gerekiyordu bu saatte.” dedi.
Hiçbir şey söylemedi Prenses. Ama ayva tüyüyle kaplı üst dudağı birdenbire titremeye başlamıştı. Prens, omuz silkerek ayağa kalktı ve birkaç adım yürüdü odanın ortasına doğru.
Şaşkın ve çocuksu bir havaya bürünmüştü Piyer. Gözlüklerinin ardından bir ona bir öbürüne bakıyordu. Bir ara ayağa kalkmaya davrandı ama sonra vazgeçti. Tam o sırada Küçük Prenses, “Bay Piyer’in burada olması bir şeyi değiştirmez.” dedi.
Birden gerginleşmişti güzel yüzü. Ağlamamak için kendisini zor tutarak şöyle devam etti: “Uzun süreden beridir sormak istiyordum sana Andrey, niçin bana karşı bu kadar değiştin? Ne yaptım ki sana ben? Tutturmuş, ille de savaşa gideceğim diyorsun. Bana hiç acımıyorsun, kabul ama niçin?”
“Lise!” demekle yetindi Prens Andrey.
Ama bu sözde hem bir rica hem bir tehdit ve özellikle de genç Prenses’in kendi sözlerinden pişmanlık duyacağı kanaati gizliydi. Ancak Prenses, yine de soluk soluğa devam etti: “Hastaymışım ya da bir çocukmuşum gibi davranıyorsun bana. Her şeyi görüyor ve değerlendiriyorum. Altı ay önce böyle miydin?”
Prens Andrey, daha da katı bir tonla konuştu: “Lise, lütfen kes artık!”
Arkadaşıyla karısı arasındaki bu gergin konuşma sırasında sinirleri iyice bozulan Piyer, ayağa kalkmış ve Prenses’e doğru ilerlemişti. Gözyaşı görmeye katlanamıyor gibi bir hâli vardı, neredeyse ağlayacaktı o da.
“Sakin olun, Prenses.” dedi. “Siz öyle sanıyorsunuz… Sanırım aldanıyorsunuz… Yani eminim… Eminim zira ben de… Şey… Hayır hayır… Hiçbir şey yok… Bağışlayın beni ne olur… Burada bir üçüncü kişi fazla… Lütfen sakin olun… İyi akşamlar…”
Prens Andrey, kolundan yakalamıştı onu.
“Hayır dur, Piyer. Prenses, geceyi seninle birlikte geçirmek zevkinden beni yoksun bırakmayacak kadar iyi bir insandır.”
Gözyaşlarını zapt etmeye gerek duymadan konuştu Prenses: “İşte, sadece kendiSİni düşündüğü meydanda!”
“Lise!”
Artık sabrının tükendiğini belirten yüksek ve buz gibi bir sesle söylemişti bunu Prens Andrey. Ve Prenses’in güzel yüzündeki küskün sincap ifadesi, birdenbire kaybolup yerini ancak acıma uyandırabilecek bir korku ifadesine bırakmıştı. Güzel gözleriyle kaçamak bir bakış attı kocasına. Suçlu olduğunu sezerek kuyruğunu hızla sallamaya başlayan köpeklere özgü bir ürkeklik çökmüştü davranışlarına. Giysisinin kıvrımlarından tutarken “Mon Dieu, mon Dieu!”109 diyebildi ancak.
Ve bir çırpıda Prens’e yaklaşıp onu alnından öptü.
“Bonsoir, Lise.”110 dedi Prens Andrey.
Aynı zamanda ayağa kalkıp Prenses’e doğru ilerlemiş ve büyük bir nezaketle tıpkı yabancı bir kadının elini öper gibi onun elini öpmüştü.
İkisi de susuyordu. Ne biri ne öteki niyetliydi sessizliği bozmaya. Piyer zaman zaman kaçamak bakışlar atıyordu Prens Andrey’e. Prens ise küçük eliyle alnını ovuşturuyordu.
Derin bir iç geçirdikten sonra ayağa kalktı Prens nihayet ve kapıya doğru yürürken “Gidip bir şeyler yiyelim bari.” dedi.
Baştan başa yenilenip görkemli bir şekilde döşenmiş olan yemek salonuna geçtiler. Peçetelerden gümüş sofraya ve billur içki takımlarına kadar her şey, genç evlilerde hep rastlanan gösteriş düşkünlüğünün belirgin damgasını taşıyordu.
Yemeğin ortasına gelmişlerdi ki Prens Andrey; dirseğini masaya, başını da avucuna dayadı ve tıpkı içinde uzun zamandır bir dert taşıyıp da artık dayanamayarak bundan kurtulmaya karar veren kimseler gibi birdenbire konuşmaya başladı:
“Sakın evlenme dostum, asla evlenme! İşte sana verebileceğim en iyi öğüt! СКАЧАТЬ
104
“Ne olur o yolculuktan söz açmayın bana, lütfen söz açmayın! Sözünün edildiğini dahi işitmek istemiyorum…”
105
Andrey.
106
“Korkuyorum, korkuyorum!”
107
“Neden korktuğunuzu…”
108
“Hayır, Andrey; tanınmayacak kadar değiştiğinizi söylüyorum ben.”
109
“Tanrı’m, ulu Tanrı’m!”
110
“İyi akşamlar, Lise.”