Dört bir yandan sesler yükseldi yine:
“Deli misin sen?”
“Bırakmayın onu sakın!”
“Geç arkadaş, senin merdiven çıkarken bile başın dönüyor!”
Piyer âdeta tepinerek haykırıyordu:
“Bir şişe rom, diyorum size! Aynısını yapacağım, diyorum! Bir dikişte boşaltacağım!”
Delikanlıyı kollarından tutup aşağı indirmek istediler ama öylesine acı kuvveti vardı ki yaklaşanları bir hamlede uzaya fırlatıyordu. Piyer’e bu durumda söz dinletmenin imkânsızlığını kavrayan Anatol, “Siz bu işi bana bırakın.” dedi çevresindekilere yavaşça. “Onu kandırmak için başka çare kalmadı.”
Sonra da Piyer’e dönüp yüksek sesle “Tamam, dostum.” dedi. “Şimdi dinle. Seninle ben bahse tutuşuyorum. Ama bu gece için değil, yarın gece için. Kabulse hemen in oradan, bir dostu ziyarete gideceğiz!..”
“Oldu!” diye haykırdı Piyer. “Gidelim hemen! Ama Mişka’yı da beraber götürelim…”
Ve ayıyı belinden tutup havalandırarak odanın ortasında dönmeye başladı.
VII
Prenses Drubetskaya’ya, Anna Pavlovna’nın gece toplantısında sevgili biricik oğlu Boris konusunda vermiş olduğu sözü tutmuştu Prens Vasili. Gerçekten de Boris’in durumu İmparator’a anlatılmış ve delikanlı istisnai bir muameleye tabi tutularak önce Muhafız Alayı’na alınmış, hemen ardından da üsteğmen olarak Semyonovski Alayı’na atanmıştı. Buna karşılık Boris, Anna Mihailovna’nın entrikayla karışık tüm girişimlerine ve uğraşlarına rağmen Kutuzof’un yaverliğine getirilmediği gibi doğrudan doğruya başkumandanın şahsına bağlı bir görevle de sorumlu kılınmamıştı.
Anna Pavlovna’nın toplantısında bulunduktan az zaman sonra Moskova’ya dönmüş ve zengin hısımları Rostofların konağına gelmişti doğrudan doğruya Anna Mihailovna. Moskova’ya her gelişinde onlara uğrardı zaten; sevgili biricik oğlu Boris de çocukluğundan beri o konakta yetişmiş ve orduda üsteğmen rütbesiyle Muhafız Alayı’na atanma şerefine erdiği şu son döneme kadar uzun yıllar o konakta yaşamıştı. 10 Ağustos günü Petersburg’dan ayrılmıştı alay. Teçhizat ve malzemelerini sağlamak için Moskova’da kalmış olan Boris’in ise orduya yolda, Radzivilof’ta katılması gerekiyordu.
Rostoflarda, anne Natalya ile küçük kız Natalya’nın doğum günü şöleni vardı o gün. Kontes Rostof’un Povarskaya Caddesi’ndeki, bütün Moskova’nın dilinde olan büyük konağının önü; sabahtan beri, bu mutlu olayı kutlamaya akın eden ziyaretçilerin arabalarıyla dolup taşmaktaydı. Kontes; yanında güzelliğiyle hemen dikkati çeken büyük kızı olduğu hâlde, konağın misafir salonunda kabul ediyordu ziyaretçileri.
Kontes; Doğulu hanımlar gibi kuru yüzlü ve doğurduğu on iki çocuğun yükü altında vaktinden önce çökmüş, kırk beş yaşlarında bir kadındı. Konuşma ve hareketlerindeki güçsüzlükten ileri gelen yavaşlık; saygıdeğer, önemli bir kişi havası veriyordu ona.
Kutlamaları kabul sırasında, evin devamlı misafiri sıfatıyla Anna Mihailovna Drubetskaya da hazır bulunmakta ve ziyaretçilerin ağırlanmasına yardımcı olmaktaydı. Gençler, bu törene katılmayı gereksiz görmüş ve dipteki odalara çekilmişlerdi. Konukları bizzat Kont karşılamakta ve uğurlamaktaydı. Teker teker herkesi akşam yemeğine çağırmayı ihmal etmiyordu.
“Gerek kendi adıma gerekse yaş günlerini kutladığımız eşim ve küçük kızım adına çok, gerçekten çok minnettarım, ma chère (ya da mon cher)!” Bunu dedikten sonra herkese -mevkice ondan üstün olanlara olduğu gibi onun altında bulunanlara da- hiçbir fark gözetmeksizin, hiçbir ayrım yapmaksızın ma chère ya da mon cher121 diye hitap ediyordu. “Sakın gelmezlik etmeyin akşam yemeğine. Yoksa pek üzülürüm, mon cher. Bütün aile adına dostça rica ediyorum, ma chère.”
İşte bu sözleri; tombul, neşeli ve sinekkaydı tıraşlı yüzünde hep aynı ifadeyle ve aralıksız tekrarlanan selamların eşlik ettiği aynı enerjik tokalaşmayla, istisnasız herkese ve hiçbir değişikliğe uğratmaksızın yöneltmekteydi Kont. Böylece gideni uğurladıktan sonra salonda kalanın yanına dönüyor, bir koltuk çekip oturuyordu rahatça ve konuk kim olursa olsun umursamaksızın bacaklarını açıp ellerini dizlerinin üzerine koyarak yaşamasını seven ve de bilen güngörmüş bir adam edasıyla iki yanına sallanarak bazen Rusça bazen de çok kötü ama güven dolu Fransızcasıyla hava tahminleri yapıyor, sağlık durumu hakkında bilgi verip öğüt alıyor; sonra da yorgun ama ödevini yapma konusunda kesin kararlı bir erkek sıfatıyla ve dazlak kafasında artakalmış tek tük gri saçları elleriyle düzeltmeyi ve akşam yemeği davetini yenilemeyi unutmadan geçiriyordu konuklarını. Holden döndükten sonra, arada bir, kış bahçesinden ve kilerden dolanıp tam seksen kişilik yemek sofrasının kurulduğu büyük mermerli salona yöneliyor; gümüş ve porselen takımları taşıyan, masaları yerleştiren, damasko çiçekli masa örtülerini yayan hizmetçileri denetliyor ve bütün işlerini yürüten soylu Dimitri Vasilyeviç’i çağırıp şöyle diyordu:
“Eveeet Mitenka, güzeeel! Her şeyin yerli yerinde olmasına dikkat et lütfen…”
Birbirine eklenmiş masalardan oluşan dev sofraya bir kez daha zevkle baktıktan sonra da ekliyordu:
“Mükemmel, mükemmel doğrusu! Sofra dediğinin işte böyle kusursuz olması gerek…”
Ve içten bir memnunluk duygusuyla içini çekerek misafir salonunun yolunu tutuyordu.
Kontes’in iri yarı uşağı, salonun kapısında belirmiş ve davudi sesiyle ilan etmişti: “Maria Lvona Karagina ve kızı!”
Şöyle bir düşündü Kontes ve kocasının portresiyle süslü altın tabakadan bir sarımlık tütün aldıktan sonra “Bütün bu ziyaretler beni bitkin düşürdü!” dedi. “Artık bu son olsun… Nasıl da kendini beğenmiştir ey Tanrı’m! Al içeri…”
“Tamam, öldürebilirsin beni!” der gibi hüzünlü bir sesle söylemişti bu son sözleri.
Uzun boylu, iri yapılı, her hâlinden kibir akan bir kadın ve güler yüzlü kızı, giysilerinden yükselen hışırtıların eşliğinde salona girdiler. Ve oradan oraya çekilen sandalyelerin gürültüsüne karışan heyecanlı kadın sesleri kapladı ortalığı:
“Chère comtesse il y a si longtemps…”122
“Elle a été alitée, la pauvre enfant…”123
“…au bal des Razoumovsky…”124
“…et la Comtesse Apraksine…”125
“J’ai été si heureuse…”126
Giysilerin СКАЧАТЬ
121
Azizem ya da azizim.
122
“Sevgili Kontes, ne kadar zaman oldu…”
123
“Hastaydı zavallı yavrucak, yataktan başını kaldıramıyordu…”
124
“Razumovskilerin balosunda…”
125
“Ve sonra Kontes Apraksin…”
126
“Nasıl mutlu oldum bilseniz…”