Название: Üç Silahşörler
Автор: Александр Дюма
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-893-9
isbn:
“O. Hırsız.” diye cevap verdi Dartanyan. “Adi herif!” dedi ve oradan kayboldu.
“Deli adam!” diye homurdandı Treville. “Belki de hedefine ulaşamadığı için kurnazca kaçıyor!”
4
Athos’un Omzu, Porthos’un Kayışı, Aramis’in Mendili
Öfkeli Dartanyan giriş salonunu geçti ve dörder dörder inmeyi planladığı merdivenlere doğru fırladı. Ne var ki dikkatsiz hareket ettiğinden silahşorlerden biriyle çarpıştı. Adamın omzuna aldığı darbe bağırmasına daha doğrusu kükremesine sebep oldu.
“Afedersiniz.” dedi yoluna devam etmeye çalışan Dartanyan. “Kusuruma bakmayın ama acelem var.”
Daha henüz merdivenden aşağı bir adım atmamıştı ki çelik bir bilek onu yakalayarak durdurdu.
“Acelen var öyle mi?” dedi solgun yüzlü bir silahşor. “Bu bahaneyle de bana çarpıyorsun yani. ‘Afedersiniz’ diyorsun ve bunun yeterli olduğuna inanıyorsun. Öyle bir dünya yok genç adam. Mösyö de Treville’in bizimle rahat bir üslupla konuştuğunu işittin diye herkesin bize onun gibi davrandığını mı zannettin? Kendine gel dostum, sen Mösyö de Treville değilsin.”
Dartanyan, kendisiyle konuşan kişinin pansuman yapılmış Athos olduğunu fark etmişti.
“Emin olun ki bunu isteyerek yapmadım. Size ‘Afedersiniz’ dedim. Anladığım kadarıyla bu yeterli değil. Tekrar ediyorum ve bu kez şerefim üzerine söz veriyorum. Sanırım bazen çok aceleci davranıyorum. Beni bırakmanızı rica ediyorum. Bırakın da beni bekleyen işimle meşgul olayım.”
Onu bırakan Athos, “Beyefendi, siz kibar değilsiniz. Uzaklardan geldiğinizi anlamak kolay.” dedi.
Athos son sözünü söylediğinde üç ya da dört basamak inen delikanlı kısa bir süre için durdu.
“Beyefendi!” dedi. “Ne kadar uzaktan gelmiş olsam da bana terbiye dersi vermek sizin işiniz değil. Sizi uyarıyorum.”
“Belki de.” dedi Athos.
“Acelem olmasaydı ve yakalamam gereken biri olmasaydı.” dedi Dartanyan.
“Bay aceleci, beni koşmadan da bulabilirsiniz. Anladınız mı?”
“Peki nerede bulabilirim acaba?
“Carmes-Deschaux yakınlarında.”
“Saat kaçta?”
“Öğlen civarı.”
“Öğlen civarı. Bu olur. Orada olacağım.”
“Beni bekletmeyin. Saat on ikiyi çeyrek geçe siz kaçarken kulaklarınızı kesiyor olacağım.”
“İyi! Saat on ikiye on kala orada olacağım.” diyen Dartanyan, içine şeytan kaçmışçasına koşmaya başladı. Hâlâ Yabancı’yı yakalama ümidindeydi. Yavaş adımları onu çok uzağa götürmüş olamazdı.
Ne var ki Porthos, sokak kapısında bir muhafızla konuşmaktaydı. Aralarında bir adamın geçebileceği kadar mesafe ancak vardı. Dartanyan bunun kendisi için yeterli olacağını düşündü ve ok gibi fırladı. Fakat rüzgârı hesaplamamıştı. Tam da geçmek üzereyken rüzgâr Porthos’un uzun pelerinini havalandırınca delikanlı pelerinin içinde kaldı. Kıyafetine ait bu parçadan vazgeçmek istemeyen Port-hos pelerinini çekmeye başladı. Böylece Dartanyan pelerinin içinde dönmeye başladı.
Silahşorün küfrettiğini işiten Dartanyan kendisini kör eden pelerinden kaçmak istedi. Pelerinin kıvrımları arasından kurtulmaya çalışıyordu. Hepimizin pek iyi tanıdığı kılıç kayışından uzak durmak istiyordu. Ne var ki ürkek bir şekilde gözlerini açtığında Porthos’un kayışını burnunun dibinde buldu.
Görüntüsü dışında hiçbir faydası olmayan birçok şey gibi kılıç kayışının sadece önü altın kaplamaydı. Geri kalanı ise basit deriydi. Mağrur Porthos tamamen altın olan bir kayışa güç yetirememiş, yarı altın bir kayış alabilmişti. Nezle olmasının sebebi de pelerinin gerekliliği de şimdi anlaşılabilir.
Kendisini kıvranan Dartanyan’dan kurtarmak için büyük mücadele veren Porthos, “Kahretsin! İnsanlara bu şekilde çarptığınıza göre çıldırmış olmalısınız.”
“Kusura bakmayın.” dedi Dartanyan. “Ama acelem var. Birini kovalıyordum ve…”
“Koştuğunuz zamanlarda gözlerinizi mi unutursunuz?”
“Hayır.” dedi kendisiyle alay edildiğini düşünen Dartanyan. “Gözlerim sayesinde başka insanların göremediklerini görebiliyorum.”
Onu anlasa da anlamasa da öfkesine yenik düşen Porthos, “Eğer silahşorlere bu şekilde bulaşırsanız sonunuz sopa yemek olur.”
“Sopa yemek mi mösyö?” dedi Dartanyan. “Bu çok kuvvetli bir ifade!”
“Düşmanlarının yüzüne bakan adama layık olan budur.”
“Aman aman! Sizin de düşmanlarınıza arkanızı dönmediğinizi biliyorum.”
Yaptığı espriden hoşlanan genç adam yüksek sesle gülmeye başladı.
Öfkeden köpüren Porthos ise Dartanyan’a bir hareket yaptı.
“Belki sonra!” diye bağırdı delikanlı. “Üzerinizde pelerin yokken.”
“Saat birde, Lüksemburg Sarayı’nın arkasında.”
“Pekâlâ saat birde o zaman.” diye cevap verdi Dartanyan caddenin köşesinden geçerken.
Ne var ki Dartanyan ne geçtiği caddede ne de ilerisinde hiç kimseyi göremedi. Yabancı çok yavaş yürüyor olsa bile çoktan kaybolmuştu. Belki de bir evden içeri girmişti. Dartanyan karşısına çıkan herkese sordu. İskeleye indi. Seine Caddesi ve Croix-Rouge boyunca ilerledi. Ama hiçbir şey bulamadı. Yine de bu kovalamacanın bir faydası olmuştu. Alnından dökülen terler yüreğini soğutuyordu.
Başına gelen çok sayıda uğursuz hadiseyi düşünmeye başladı. Saat daha on bir bile olmadığı hâlde çoktan Mösyö de Treville’in gözünden düşmüştü. Dartanyan adamın yanından az biraz saygısızca ayrıldığını düşünmekten kendini alamadı.
Dahası her biri üç tane Dartanyan’ı öldürme kapasitesinde olan iki iyi adamla düelloya tutuşacaktı. Büyük saygı duyduğu iki silahşorle yani…
Durum vahimdi. Athos’un kendisini öldüreceğinden emin olduğundan Porthos konusunda çok da huzursuz değildi. Ne var ki ümit bir insanın kalbinde yok olan son şey olduğundan büyük yaralar alarak olsa dahi hayatta kalabileceğine dair inancı hâlâ vardı. Olur da yaşamaya devam ederse diye kendini şu şekilde eleştirmeye başladı:
“Nasıl da deli, nasıl da ahmak bir adamım ben! Cesur ve talihsiz Athos’un yaralı omzuna СКАЧАТЬ