Üç Silahşörler. Александр Дюма
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Üç Silahşörler - Александр Дюма страница 5

Название: Üç Silahşörler

Автор: Александр Дюма

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-893-9

isbn:

СКАЧАТЬ severdi. Bu çıkarlarına yönelik bir kraliyet usulü sevgiydi. Yine de bir sevgiydi. Talihsiz zamanlarda Treville gibi adamları etrafında bulundurmak akıllıca bir seçimdi. Birçok insan Treville’in sloganlarından GÜÇLÜ sıfatına haiz olabilirdi. Ne var ki ancak çok az beyefendi SADIK sıfatını üzerinde taşıyabilirdi. Treville bu sıfatlardan ikincisine sahipti. Ender rastlanan özellikleri vardı. Köpek misali itaatkârdı. Kör cesareti, çevik gözleri, tez elleri vardı. Öyle ki Kral’ın hoşnutsuz olduğu kişileri kolayca görüp onları yok etmek konusunda iyiydi. Kısacası o zamana kadar Treville’in fırsat dışında her şey geçmişti eline. Öyle ki fırsat ulaşabileceği bir noktaya geldiğinde onu saçlarından yakalayacağına dair kendine söz vermişti. XIII. Louis nihayet Treville’i krallarına sadık silahşorlerinin lideri yapmıştı.

      Bu konuda Kardinal de Kral’dan geri kalmamıştı. O da kendisine ait savaşçıları olması gerektiğini düşünüyordu. Bu sebepten tıpkı Kral gibi o da kendi silahşor ekibini kurdu. Böylece bu iki güçlü rakip silahşorler sadece Fransa’da değil yabancı ülkelerde de aralarına alacakları iyi savaşçıları bulmak üzere mücadele etmeye başladılar. Richelieu ve XIII. Louis’in akşamları satranç oynadıkları sırada kendi savaşçılarının meziyetleri üzerine anlaşmazlığa düşmeleri nadiren gerçekleşen bir şey değildi. Her biri kendi adamlarının cesareti ve gücüyle övünüyordu. Her ne kadar düelloya ve kavgaya karşı olduklarını yüksek sesle ilan ediyor olsalar da onları gizliden kavgaya teşvik ediyorlardı. Kendi savaşçılarının galibiyetinden haz alıp yenilgilerine üzülüyorlardı.

      Treville, efendisinin zayıf yönünü biliyordu. Bu sebepten sadakat konusunda iyi bir itibarı olmayan Kral’ın sürekli inayetine sahip olmayı başarmıştı. Silahşorlerini, Kardinal Armand Duplessis’in önünde küstah bir tavırla yürüttüğünde din adamının gri bıyıklarının öfkeyle kıvrılmasına sebep olmuştu. Treville o zamanın savaş yöntemini çözmüştü: Düşmanın pahasına yaşayamıyorsan kendi vatandaşlarının pahasına yaşayabilirsin. Kendisi dışında hiç kimseye itaat etmeyen başıboş bir ekip kurmuştu.

      Kral’ın, daha doğrusu Treville’in gevşek, yarı ayyaş silahşorleri kabarelerde, kamuya ait yollarda, spor müsabakalarında fink atıyor, Kardinal’in adamlarını kızdırmaktan büyük zevk alıyorlardı. Daha sonra sokaklara dağılıyor, bazen öldürülseler de intikam alıp gözyaşı döküyorlardı. Sık sık başkalarını katletseler dahi hiçbir türlü hapislerde çürümüyorlardı. Çünkü Mösyö de Treville onlara sahip çıkmaktaydı. Bu sebepten en çok Treville’i övüyor ve seviyorlardı. Kendileri kabadayı olan bu adamlar Treville’in karşısında öğretmeninden korkan bir öğrenci misali titriyorlardı. En ufak bir sözüne dahi itaat ediyorlardı. En ufak bir hakaret için dahi kendilerini feda etmeye hazırlardı.

      Mösyö de Treville elindeki bu silahı öncelikle Kral için, sonra Kral’ın arkadaşları için en nihayetinde de kendisi ve arkadaşları için kullanıyordu. Düşmanı çok olan beyefendiyi bu durumdan dolayı suçlayan bir tane dahi hatırata rastlamak mümkün değil. Treville’in adamları aracılığı ile menfaat elde ettiğine dair hiçbir örnek yok. Entrikaya bu kadar meyilli dehasına rağmen kendisi dürüst bir adam olarak kaldı. Zayıflatan kılıç darbelerine ve yorucu antrenmanlara rağmen zevk âlemlerinin müdavimi bir çapkın olmayı başarmıştır. İşte böyle… Silahşorlerin lideri hem hayranlık uyandıran, hem korkulan hem de sevilen bir adamdı ki bu bir insanın sahip olabileceği talihin zirve noktasıydı.

      Treville’in evinin avlusu askerî bir karargâhı andırıyordu. Elli ya da altmış kadar silah kuşanmış adam sürekli nöbet değiştiriyor, her an savaşa hazır vaziyette sırada bekliyordu. Modern medeniyetin üzerine ayrı bir ev inşa edebileceği devasa merdivenlerden ricada bulunmaya gelen insanlar, silahşorlere katılmak isteyen farklı illerden gelmiş beyefendiler, Mösyö de Treville ile silahşorleri arasındaki haberleşmeyi temin eden hizmetçiler inip çıkıyordu. Evin girişindeki salonda “seçkin” diye adlandırılan kişiler oturmaktaydı. Bu evde sabahtan akşama kadar devam eden bir gürültü vardı. Mösyö de Treville, giriş salonuna yakın ofisinde ziyaretçileri kabul ediyor, şikâyetleri dinliyor, emirler veriyordu. Tıpkı Louvre’daki Kral’ın balkonda oturması misali pencerenin yanına kurulmuştu. Hem adamlarını hem de silahları inceliyordu.

      Dartanyan’ın ziyarete geldiği gün müthiş bir kalabalık vardı. Özellikle de taşradan gelen biri için fazla kalabalıktı. Bu taşralının bir Gascon olduğu doğrudur. Üstelik o zaman için Dartanyan’ın hemşehrileri, gözlerinin kolay kolay korkmamasıyla nam salmıştır. Büyük kapıdan içeri girdiğinde birbirine sataşan, bağırıp çağıran, dövüşen ve şakalaşan savaşçıların arasına düştü. Böylesi bir karmaşa ortamından geçebilmek için bir insanın ya bir subay, ya mühim bir soylu ya da güzel bir kadın olması gerekiyordu.

      Genç adam işte böyle bir arbede ve düzensizlik ortamında ilerlemek zorunda kalmıştı. Kalbi küt küt atıyordu. Uzun kılıcını ince bacaklarına hizalamıştı ve bir eliyle de şapkasının kenarını tutuyordu. Yüzünde huzursuzluğunu belli etmemeye çalışan bir taşralının hafif gülümsemesi vardı. Her bir grup savaşçıyı geçtiğinde derin bir nefes alıyordu. Ne var ki adamların dönüp ona baktığı gözünden kaçmadı. O güne kadar kendisine dair olumlu fikirleri olan Dartanyan şapşal hissetmekten kendini alamadı.

      Ne var ki merdivenler daha kötüydü. Dört silahşor tuhaf bir şekilde eğleniyordu. Bu arada on ya da on iki kadar savaşçı da sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu.

      Merdivenin üst tarafındaki bir silahşor elindeki kılıçla diğer üçünün yukarı çıkmasını engelliyor daha doğrusu engellemeye çalışıyordu. Diğer üçü ise ellerindeki çevik kılıçlarla mücadele ediyordu.

      Dartanyan ilk bakışta bu kılıçların uçları düğmeli eskrim kılıcı olduğunu zannetse de daha sonra gördüğü sıyrıklar üzerine her bir kılıcın sivriltilmiş ve bilenmiş olduğunu anladı. Her bir sıyrık üzerine sadece izleyiciler değil aynı zamanda savaşçılar da kahkahalar patlatıyordu. Âdeta çılgın gibi…

      O sırada merdivenin üst kısmında bulunan savaşçı rakiplerini mükemmel bir şekilde hizada tutmayı başarıyordu. Oyunun kuralları gereği darbe alan kişi yerini darbeyi vuran rakibine bırakıyordu. Beş dakika içinde tam üç kişi ufak yaralar aldı. Biri elinden, diğeri kulağından… Merdiveni savunan ve hiçbir yara almayan savaşçı ise kurallar gereği üç kez kazanmış oluyordu.

      Her ne kadar kendisini şaşırtmak zor olsa da (ya da kendisi zor şaşıran biri olduğunu iddia etse de) genç gezginimiz bu oyun karşısında fazlasıyla şaşırmıştı. Herkesin kolayca sinir harbine tutulduğu memleketinde birkaç düello başlangıcına şahit olmuştu. Fakat bu dört kılıç ustasının mücadelesi Gaskonya’dakilerden bile daha güçlü görünmüştü gözüne. Bir an için kendini Güliver’in meşhur Devler Ülkesi’ne gelmiş gibi hissedip korksa da henüz hedefine ulaşmamıştı. Hâlâ geçmesi gereken merdiven ve giriş salonu vardı.

      Merdiven girişindeki kavga bitmişti ve birbirlerine kadınlarla ilgili hikâyeler anlatıyorlardı. Giriş salonunda ise sarayla ilgili konular konuşuluyordu. Merdiven sahanlığında kızaran Dartanyan giriş salonunda ürperdi. Gaskonya’da kendisine zorlu hizmetçiler hatta bazen onların hanımlarını getiren hercai hayal dünyası, burada bazı tanınmış insanlarla ilgili konuşulan aşk hikâyelerinin yarısını bir hezeyan hâlinde dahi üretemezdi. Ne var ki merdiven sahanlığında ahlaki değerleri hayrete düşerken giriş salonunda, Kardinal’e olan saygısı yerle bir olmuştu. Dartanyan bütün Avrupa’yı СКАЧАТЬ