“Evet efendim, halı var.”
“Her odada mı?”
Nancy birdenbire tavan arasındaki çıplak sevimsiz odayı hatırladığı için asık bir yüzle: “Hemen hemen her odada halı var.” dedi.
Küçük kız sevinçle ellerini çırparak: “Aman ne iyi, ne iyi!” diye haykırdı. “Çok sevindim. Halıları öyle de severim ki! Bizim halımız yoktu. Bir keresinde misyonerler fıçıdan çıkan iki küçük kilimi bize vermişlerdi. Bir tanesinin üzeri mürekkep lekeleriyle doluydu. Bayan White’ın resimleri de vardı. Çok güzel resimlerdi bunlar. Güllerin, diz çökmüş kızların, çayırda otlayan kuzuların, ormanda uyuyan aslanların resimleri… Siz de resim sever misiniz?”
“Bilmem ki, Küçük Hanım, bunu hiç düşünmedim.”
“Ben severim. Bizim evde resim de yoktu. Biliyor musunuz, yardım sandıklarından hiç resim çıkmaz. Bir keresinde nasılsa iki tane çıkmıştı. Bir tanesi öyle güzeldi ki babam bunu satıp bana pabuç almıştı. Öbürünün ise daha duvara asmadan, üzerindeki boyalar döküldü. Yolda gelirken camı kırılmıştı. O zaman çok ağlamış, üzülmüştüm ama şimdi ‘İyi ki öyle güzel eşyamız yoktu.’ diye düşünüp seviniyorum, çünkü böylece Polly teyzeminkileri daha çok sevebileceğim… Daha önceden iyi şeyler görmeye alışmadığım için demek istiyorum. Aman, ne güzel, ne şahane bir ev bu!”
Araba köşkün köşesini dönüyordu. En sonunda evin önünde durdukları zaman, küçüğün sandığını çıkarırken, Nancy bir fırsatını bulup delikanlının kulağına eğildi:
“Sakın ha, işi bırakmaya kalkışayım demeyesin Timothy. Üste para da versen ben çıkmam.”
Delikanlı gülerek: “İşten çıkmak mı?” dedi. “Yok canım! Sen kovsan da ben gitmem. Bu çocuk buradayken her Tanrı’nın günü evin içinde insan sinemaya gitmiş kadar eğlenecek.”
Nancy öfkeli öfkeli: “Eğlenmek, eğlenmek ha?” diye mırıldandı. “Bu güzelim çocuk için eğlenceden çok daha başka şeyler olacaktır. Hele teyze yeğen bir çatı altında yaşamaya başlasınlar da bak, o zaman görürüz. Çocukcağızın başı sıkışınca sığınacak bir kucak bulması gerekiyor. İşte o sığınak ben olacağım. Timothy, göreceksin bak, onu nasıl koruyacağım!”
Nancy sözlerini bitirdikten sonra Pollyanna’yı geniş merdivenlerden eve doğru götürdü.
POLLY TEYZE
Teyze, yeğenini karşılamak üzere, kalkmak zahmetine katlandı. Nancy ile küçük kız oturma odasının kapısında belirince başını önündeki kitaptan kaldırdı, buz gibi soğuk bir tavırla uzattığı elinin her bir parmağında da sanki kocaman harflerle “görev” kelimesi yazılıydı.
“Hoş geldin, Pollyanna. Nasılsın? Ben…”
Daha fazla konuşmaya fırsat bulamadı, çünkü Pollyanna bir rüzgâr gibi odayı geçmiş, hemen kendini teyzesinin kucağına atmış, hıçkırıyordu.
“Ah teyzeciğim, ah teyzeciğim! Beni yanınıza almak istemenize nasıl sevindim, bilemezsiniz. Yardımsever bayanlardan sonra Nancy’nin yanına, sizin yanınıza gelmek ne demektir, bunu bilemezsiniz.”
Bayan Polly, boynuna kenetlenmiş olan küçük parmakları açmaya çalışıp boynuna sarılan minik kollardan kurtulmaya uğraşırken: “Elbette.” dedi. “Yalnız, yardımsever bayanlarla tanışmak onuruna sahip olamadım.”
Sonra kapıda durmakta olan Nancy’ye ters ters bakarak: “Şimdilik sana ihtiyacım yok Nancy, gidebilirsin.” dedi. “Pollyanna, lütfen sen de kendini topla. Doğru dürüst ayakta dur bakayım. Daha yüzünü bile pek göremedim.”
Pollyanna sinirli sinirli gülerek doğruldu, teyzesi kendisini iyice görebilsin diye biraz geri çekildi.
“Hayır, göremediniz elbette.” diye mırıldandı. “Zaten yüzümün de pek görülecek hâli yok ya… Çillerden görülmüyor ki. A, durun, önce size siyah yerine niçin kırmızı basma elbise giydiğimi, beyaz noktalı siyah kadife ceketi anlatmalıyım. Babamın sözlerini Nancy’ye anlattım.”
Bayan Polly yeğeninin sözünü kesti.
“Neyse, sen şimdi babanın sözlerini bırak, bunların bizim için önemi yok. Yanılmıyorsam, bir sandığın var, değil mi?”
“A, evet Polly teyze, yardımsever bayanlar bana güzel bir sandık almışlardı. Yalnız, içinde bir şey yok… Bana ait olan demek istiyorum. Son günlerde yardım sandıklarından küçük kızların işine yarayacak bir şey pek çıkmıyordu. Yalnız babamın kitapları vardı. Bayan White gelirken onları da yanıma almam gerektiğini söylemişti. Ben de öyle yaptım. Biliyor musunuz, babam…”
Teyze, sert bir tavırla yeğeninin sözünü kesti.
“Pollyanna, seninle aramızda bir meseleyi halletmemiz gerekiyor. Hem de derhâl. Bana ikide bir babandan söz etmeyeceksin, anlaşıldı mı?”
Küçük kız titreyerek içini çekti:
“Yani, Polly teyze, şey… Demek istiyorum ki…”
Polly teyze küçük kızın daha fazla konuşmasına fırsat vermedi.
“Şimdi yukarıya, senin odana çıkacağız.” dedi.
“Sandığını çıkarmışlardır bile. Sandığın varsa yukarı çıkarmasını söylemiştim Timothy’ye. Hadi bakalım, Pollyanna, peşim sıra yürü bakalım.”
Pollyanna hiç konuşmadan teyzesinin arkasından yürüdü. Gözleri yaşarmıştı ama çenesi dimdik yukarıdaydı. İçinden şöyle düşünüyordu: “Neyse babamdan konuşmamı istememesine sevindim. Belki de böyle daha kolay olur. Teyzem de onun için babamın adını duymak istemiyordur.”
Küçük kız, teyzesinin sert davranışını iyi kalpliliğe yorduktan sonra rahatladı. Gözlerindeki yaşlar kurudu; istekli, meraklı bakışlarla çevresine bakınmaya başladı.
Şimdi merdivendeydiler. Önündeki teyzesinin siyah ipekli eteği hışırdayarak yerleri süpürüyordu. Onun arkasında açık bir kapının ardından soluk renkli halılar, ipekli kumaşla kaplı koltuklar görünüyordu. Ayağının altında görülmemiş derecede güzel bir halı uzanıyordu. Halının tüyleri yosun kadar yumuşaktı. Her yandan, bürümcük kadar ince perdelerden, duvarlardaki yaldızlı çerçevelerden güneş, gözlerinin içine gülüyordu.
Pollyanna, kendinden geçmişti; sanki bir masal ülkesindeymiş gibiydi.
“Ah, ah, Polly teyze!” diye mırıldandı. “Ne sevimli bir ev burası! Bu kadar zengin olduğunuz için kim bilir ne seviniyorsunuzdur!”
Teyzesi o sırada merdivenin üst başına çıkmıştı, başını sert bir tavırla geriye çevirdi:
“Pollyanna!” diye bağırdı. “Doğrusu şaşırttın beni! O ne biçim söz öyle?”
Bu СКАЧАТЬ