Akşam yemeğinin ardından kızlara arabalarına kadar eşlik eden Henry eve dönünce, “Bu kızları sevmeye başladım ablacığım.” dedi, “İkisi de çok zarif ve hoş.”
“Gerçekten de öyleler. Böyle düşünmene sevindim. Ancak eminim Julia’dan daha fazla hoşlanmışsındır.”
“Tabii! Julia’dan daha fazla hoşlandım.”
“Emin misin? Yani genelde Miss Bertram’ı daha güzel bulurlar da…”
“Bence de öyle. Her açıdan daha üstün, ancak ben Julia’yı beğendim. Miss Bertram daha güzel, daha hoş olmasına rağmen ben Julia’dan hoşlanacağım. Emir büyük yerden geldi!”
“Ben sana bir şey demiyorum Henry, ama er geç Julia’dan daha fazla hoşlanacağını biliyorum.”
“Ben baştan söyledim ya!”
“Dahası, Miss Bertram nişanlı. Bunu sakın aklından çıkarma sevgili kardeşim. O seçimini çoktan yaptı.”
“Evet, zaten bu yüzden sevdim onu. Nişanlı bir kız her zaman için bekâr bir kızdan daha hoştur. Çünkü hâlinden memnundur. Kaygılanmasına gerek kalmamıştır. Kimsenin dikkatini çekmeden gönül eğlendirebilir. Karşındaki kız nişanlıysa başın belaya girmez.”
“Bu arada Mr. Rushworth de gayet iyi bir delikanlıdır. Birbirlerine de pek yakışıyorlar.”
“Ancak Miss Bertram onu pek umursamıyor sanki, yakın dostunuz hakkındaki düşünceniz bu, değil mi? Ancak ben hemfikir değilim. Bence Miss Bertram, Mr. Rushworth’e çok bağlı. Adını duyduğu an gözleri parlıyor. Zaten Miss Bertram gibi iyi birinin âşık olmadan evleneceğine ihtimal veremem.”
“Mary, bu çocukla nasıl başa çıkacağız?”
“Kendi hâline bırak! Konuşmak bir işe yaramıyor. Er geç onu da birisi kafesleyecektir nasılsa.”
“Ancak ben onun kafeslenmesini istemem. Doğru dürüst ve onurlu bir evlilik gerçekleştirmeli.”
“Canım benim! Kaderine razı olsun o da… Kim olursan ol fark etmez. Herkes er geç kafeslenecektir.”
“Evlilikte böyle değildir sevgili Mary.”
“Özellikle de evlilikte böyledir. Sözüm meclisten dışarı sevgili Mrs. Grant, ama erkeklerin de kadınların da yüzde biri bile kafeslenmeden evlenmez. Bence öyle, zaten öyle de olması gerekiyor. İlişkileri düşününce, insanların karşısındakinden en çok şey beklediği, kendisini en çok kandırdığı kurum evliliktir.”
“Hill Caddesi’nde evliliği sana yanlış öğrettikleri belli.”
“Zavallı yengemin evlilik kurumunu sevmesini sağlayacak pek bir neden yoktu. Ancak kendi gözlemlerime dayanarak da evliliğin bir aldatmaca olduğunu söyleyebilirim. İyi bir insan bulduğuna, mutlu olacağına, başarıya ulaşacağına inanan, büyük hayallerle evlenen bir yığın kişi tanıyorum. Hepsi de aldatıldığının farkına varmasına rağmen bu duruma katlanmaya mecbur kaldı. Bu kafeslenmek değil de nedir?”
“Sevgili küçüğüm, bunlar senin kuruntuların. Kusura bakma ama sana inanmakta güçlük çekiyorum. Hep bardağın boş tarafını görüyorsun. Kötülükleri görüyorsun da güzel yanlarını göremiyorsun. Her yerde sorunlar, hayal kırıklıkları vardır. Evet, hepimiz büyük beklentiler içine girmeye eğilimliyiz. Ancak mutluluk planları başarısızlığa uğrayan insan, doğası gereği başka bir plana yönelir. İlk seferde yanlış hesap yapmış olabiliriz ancak ikincisinde daha iyi hesaplarız. Ne yapar eder mutluluğu buluruz. Sevgili Mary, oturduğu yerden pireyi deve yapan kötü niyetliler, evlenenlere oranla daha çok aldanırlar.”
“Bravo abla! Dayanışma ruhunu takdir ediyorum. Evlendiğimde ben de evlilik kurumuna senin kadar sadık kalacağım. Çevremdeki herkesin de bu şekilde davranması için çabalayacağım. Bu sayede birçok yürek yarasının önüne geçeceğim.”
“Sen de en az ağabeyin kadar fenasın Mary, ama ikinizi de tedavi edeceğiz. Mansfield ikinize de iyi gelecek, üstelik kafeslenmeden… Burada kalın da kendinize gelin.”
Crawford kardeşlerin tedavi olmaya niyetleri olmasa da kalmaya bir itirazları yoktu. Mary’nin papaz evinde keyfi yerindeydi. Henry de bu ziyareti biraz daha uzatma niyetindeydi. Buraya gelirken birkaç gün kalıp dönmeyi düşünüyordu. Ancak Mansfield umut vadediyordu. Hem başka yerde onu bekleyen bir şey de yoktu. İkisinin de kalmaya karar vermesi Mrs. Grant’i çok mutlu etmişti. Dr. Grant de bu durumdan ziyadesiyle memnundu. Miss Crawford gibi konuşkan, genç bir kızın varlığı üşengeç, evinden çıkmayan bu adama iyi geliyordu. Mr. Crawford’ın misafirliği de her gün Bordeaux şarabı içmelerine bahane oluyordu.
Bertram kardeşlerin Mr. Crawford’a olan hayranlığı, Miss Crawford’ın bugüne dek herhangi birine hissettiklerinin çok ötesindeydi. Öte yandan o da Bertram kardeşlerin çok hoş delikanlılar olduğunu, böylesine hoş iki genci bir arada bulmanın Londra’da bile kolay olmadığını düşünüyordu. Özellikle de büyük olanı çok kibardı. Büyük kardeş Tom, Edmund’a oranla Londra’da daha çok bulunmuştu. Kardeşinden daha cesur ve hayat doluydu. Dolayısıyla bir seçim yapacak olsa, Miss Crawford’ın tercihi Tom olurdu. Büyük kardeş olması da onu seçmesini sağlayan nedenlerden biriydi. Hisleri, büyük kardeşi daha çok sevmesi gerektiğini söylüyordu. Kendisi açısından en doğrusu buydu.
Tom’u kim olsa beğenirdi. Herkese kendisini sevdiren tiplerdendi. Rahat tavırlı, neşeli, çevresi geniş, ağzı iyi laf yapan, hoş bir delikanlıydı. Mansfield Park’ın ve baronet payesinin vârisi olması da pek fena bir şey sayılmazdı. Miss Crawford, Tom Bertram’ın kişiliğiyle, toplumdaki konumuyla kendisi için uygun olduğuna karar vermişti. Çevresinde gördüğü her şey de tercihini ondan yana kullanması gerektiğini gösterir nitelikteydi. Arazisi sekiz kilometreyi bulan gerçek bir park; nefis konumuyla, manzarasıyla kraliyetteki en güzel taşra evlerini tasvir eden gravür koleksiyonuna girmeyi hak eden, tek ihtiyacı baştan döşenmek olan, geniş, modern bir ev; sevimli kız kardeşler ve sessiz sakin bir anne… Üstelik babasına kumarı bırakma sözü vermişti ve günün birinde Sör Thomas’ın yerini alacaktı. Bu iş olur gibi görünüyordu. Onunla evlenmesine engel teşkil edecek bir durum yok gibiydi. Bu nedenle yarışlara katılan atıyla daha fazla ilgilenmeye karar verdi.
Tanışmalarından kısa bir süre sonra Tom, bu yarışlar için evden ayrılmıştı. Huyunu bilen aile üyeleri, birkaç haftadan evvel dönmeyeceğini düşünüyordu. Bu ayrılık Tom’un tutkusunun da sınanmasını sağlayacaktı. Tom, Miss Crawford’ı yarışlara gelmeye ikna etmek için epey dil döktü, kalabalık bir grup hâlinde gitme planları yapıldı, ancak hepsi lafta kaldı.
Ya Fanny? O ne yapıyor, ne düşünüyordu o sıralar? Aralarına yeni katılan insanlar hakkındaki fikri neydi? On sekiz yaşına gelip de Fanny kadar az danışılan, konuşulan bir kız pek yoktur. Yeni gelenleri uzaktan uzağa, sessizce gözleyen Fanny, Miss Crawford’ın güzelliğine hayran kalmıştı. Kuzenleri sürekli olarak tam aksini savunsa da Mr. Crawford’ı hâlâ çirkin buluyor, onun adını dahi ağzına almıyordu. Fanny’nin onlar üzerinde uyandırdığı izlenim ise СКАЧАТЬ