Edmund, hayranlık duyduğu Miss Crawford’ın, amcasından, herkesin ortasında böyle saygısız bir şekilde bahsetmesinden rahatsız olmuştu. Bu davranışı kabul edilemez bulan Edmund suskunlaştı. Ancak Miss Crawford’ın gülümsemesi, neşesi, Edmund’a meseleyi unutturmaya yetti.
Miss Crawford, “Mr. Bertram!” dedi, “Nihayet arpımdan haber alabildim. Sapasağlam hâlde Northampton’a ulaşmış. Bize bugüne dek tam aksini söyledikleri hâlde, meğer on gündür oradaymış!” Edmund bu habere çok sevindiğini söyledi.
“Aslında bizzat kendimiz araştırmıştık. Hizmetçiyi göndermiş, kendimiz de gitmiştik. Meğer bu yöntemler Londra dışında bir işe yaramıyormuş. Doğru yöntemi bu sabah öğrendik. Bir çiftçi görmüş ve değirmenciye söylemiş, değirmenci kasaba anlatmış, kasabın damadı da mağazaya haber vermiş.”
“Bir şekilde haber almış olmanıza sevindim. Umarım daha faza gecikme yaşanmaz.”
“Yarın elime ulaşacak. Ama bilin bakalım nasıl geliyor? Köyde tek bir at arabası bulamadık. Hamal ve el arabası ayarlamam gerekiyormuş.”
“Korkarım ki hasat zamanı at arabası bulmanız pek kolay olmaz.”
“Nasıl uğraştım bilemezsiniz! Taşrada bir at arabası bulamayacağım hayatta aklıma gelmezdi. Hizmetçimden gidip bir araba getirmesini istemiştim. Odamın penceresinden bir yığın çiftlik görünce ve fidanlıkta gezinirken bir sürü çiftliğe denk gelince, kime sorsam verir diye düşünmüş, hepsini birden kiralayamayacağım için üzülmüştüm. Meğer dünyanın en saçma, en imkânsız şeyini istiyormuşum. Çiftçileri, ırgatları, tarladaki ekinleri kızdırıyormuşum. Yaşadığım şaşkınlığı tahmin edebilirsiniz. Keşke Dr. Grant’in kâhyasını bu işe hiç bulaştırmasaydım. Genelde gayet kibar biri olan eniştem, ne işlere kalkıştığımı öğrenince küplere bindi.”
“Böyle olacağını bilemezdiniz elbette. Ancak düşününce hasat zamanının ne kadar önemli olduğunu anlamanız gerekirdi. Dilediğiniz an bir at arabası bulmak, sandığınız kadar kolay olmayabilir. Çiftçilerimizin zaten at arabalarını kiralamak gibi bir âdeti yoktur ancak hasat zamanında atlarını isteseler de veremezler.”
“Âdetlerinizi zamanla öğreneceğim. Ancak Londra’da ‘her şey paraya bakar’ anlayışına alışkın biri olarak taşra âdetlerinizi görünce kendimden utandım. Sonuçta arpım yarın elime geçecek. İyi yürekli Henry, kendi faytonuyla getirmeyi teklif etti. Tam arpıma layık bir taşıt, değil mi?”
Edmund, arpın en sevdiği çalgı olduğunu belirterek, en kısa zamanda dinlemeyi umduğunu söyledi. Bugüne dek hiç arp dinlememiş olan Fanny de bunun için can atıyordu.
“Her ikinize de çalmaktan mutluluk duyarım.” dedi Miss Crawford, “En azından dinlemeye katlandığınız sürece… Aslında katlanamasanız da çalmaya devam edebilirim, zira müziğe bayılıyorum. Hele ki beğeni sahibi bir dinleyici bulan müzisyen, her açıdan tatmin olacaktır. Neyse, Mr. Bertram, eğer ağabeyinize mektup yazacak olursanız, yalvarırım arpımın geleceğini de belirtin. Çektiğim sıkıntılarla kafasını az şişirmedim. Dilerseniz, döndüğünde en hüzünlü nağmelerimi onun için çalacağımı da ekleyin. Ne de olsa atı yarışı kaybedecek.”
“Olur da yazarsam, dilediğiniz her şeyi anlatırım elbette. Ancak şu an mektup yazmak için bir neden göremiyorum.”
“Hayır, korkarım ki bir yıllığına gitse dahi mecbur kalmadıkça ne siz ona yazarsınız ne de o size yazar. Mecbur bırakacak bir neden de göremezsiniz. Bu erkek kardeşler ne garip mahluklar böyle! Bilmem hangi atın hasta olduğu, bilmem hangi akrabanın öldüğünü bildirmek için elinize kalem aldığınızda, kısacık bir mektupla yetinirsiniz. Hepiniz aynısınız. Her anlamda ideal bir ağabey diyebileceğim, bana çok düşkün olan, her konuda bana danışan, bana sırlarını açan, benimle saatlerce konuşan Henry, henüz bana bir sayfadan uzun bir mektup yazmamıştır. Yazdıkları da ne ki ‘Sevgili Mary, az önce ulaştım. Kaplıca kalabalık, her şey bildiğin gibi… Sevgilerimle…’ Erkek tarzı işte! Ağabey mektuplarının tipik bir örneği…”
William’ı anımsayan Fanny, “Ailelerinden uzakta olduklarında…” dedi, “Uzun mektuplar da yazabilirler.”
Edmund, “Miss Price’ın ağabeyi denizde.” dedi, “Ağabeyinin mektup yazmadaki ustalığı, Fanny’nin bu konuda çok acımasız olduğunuzu düşünmesine yol açtı.”
“Denizde mi? Kraliyetin hizmetindedir elbette?”
Fanny, Edmund’ın kendi yerine anlatmasını tercih ederdi. Ancak Edmund’ın sustuğunu görünce ağabeyinin durumunu anlatmaya mecbur kaldı. Kardeşinin işinden, gittiği yabancı ülkelerdeki limanlardan söz ederken sesi canlanmıştı. Kaç yıldır uzakta olduğunu anlattığında ise gözlerinden yaşlar boşaldı. Miss Crawford nazik bir ifadeyle ağabeyinin bir an önce terfi etmesi temennisinde bulundu.
“Kuzenimin kaptanını tanıyor musunuz?” diye sordu Edmund, “Yüzbaşı Marshall… Donanmada birçok tanıdığınız olsa gerek.”
Miss Crawford kibirli bir edayla, “Amirallerin çoğunu tanırım.” dedi, “Ama düşük rütbeli subayları pek tanımayız. Yüzbaşılar da eminim iyi insanlardır ancak bizim dengimiz sayılmazlar. Amiralleri sorsaydınız haklarında her şeyi anlatabilirdim. Nasıl insanlar olduklarını, flamalarını, maaş farklarını, atışmalarını, kıskançlıklarını… Hepsi de kendisine haksızlık edildiğinden, layık oldukları yerde bulunmadıklarından yakınır. Amcamla yaşadığım dönemde birçok amiralle bizzat tanıştım. Tanıdığım tuğamiral ve tümamirallerin sayısını unuttum.”
Edmund yine daraldığını hissetti. “Çok asil bir meslek.” demekle yetindi.
“Evet, bir mesleğin iyi olarak nitelenmesinin iki koşulu vardır: İyi para kazandırmalı ve o işi yapan kişi de bu parayı sağduyulu bir şekilde kullanmalı. Özetle, bana göre bir iş değil. Bana hiçbir zaman cazip gelmemiştir.”
Edmund tekrar arp konusunu açtı. Onu dinlemekten büyük mutluluk duyacaktı.
Diğerleri ise hâlen yapılacak düzenlemeleri konuşuyordu. Mrs. Grant, Miss Julia Bertram’a odaklanmış olan erkek kardeşinin dikkatini başka yöne çekme mecburiyeti hissetti.
“Sevgili Henry, senin bu konuda söyleyecek bir şeyin yok mu? Sen de bu işi yapmıştın. Duyduğum kadarıyla Everingham, İngiltere’deki tüm evlerle boy ölçüşebilecek güzellikteymiş. Doğal güzellikleri de cabası. Hatırladığım kadarıyla eski hâli de çok güzeldi. O tepeler… Koruluklar… Oraları tekrar görebilmek için neler vermezdim!”
Henry, “Senden bunları duymak beni çok sevindirdi.” diye karşılık verdi, “Ancak hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Umduğun gibi çıkmayabilir. Pek büyük bir yer sayılmaz. Ne kadar küçük olduğunu görsen şaşarsın. Dekorasyonu konusunda da bana pek iş düşmedi. Keşke elimden daha fazlası gelebilseydi…”
Julia, “Bu tür şeylere meraklı mısınız?” diye sordu.
“Hem de nasıl! Ancak o kadar güzel bir doğası var ki benim gibi bir acemi bile altından kalkabildi. Everingham’da neler yapacağıma aslında СКАЧАТЬ