Madam Bovary. Гюстав Флобер
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Madam Bovary - Гюстав Флобер страница 8

Название: Madam Bovary

Автор: Гюстав Флобер

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-966-0

isbn:

СКАЧАТЬ olan damadının durumunun bu gibi münasebetsizliklere müsait olmadığını anlatarak onu bu işten güçlükle vazgeçirdi. Çünkü kuzenin kulağına lakırtı girmiyordu. İçinden Baba Ruolt’a “kibirli” dedi ve bir köşede fiskos eden dört beş davetliye katıldı. Bunlar da sofrada etin hep fena taraflarının kendilerine verildiğinden ve saygısızlığa uğradıklarından bahsederek ev sahibini çekiştiriyorlar ve üstü kapalı sözlerle onun yoksul düşmesi için beddua ediyorlardı.

      Güveyinin annesi Madam Bovary’nin o gün çenesini bıçak açmadı. Ne gelinin tuvaleti ne de ziyafetin düzeni işlerinde onun düşüncesi sorulmuştu. Buna içerlediği için erkenden çekildi. Kocası ise onun arkasından gideceği yerde kendisi için hususi Saint-Viktor sigaralarından aldırtarak bir taraftan da punçla kiraz rakısını karıştırarak sabaha kadar içti. Düğünde kimsenin bilmediği bu karışık içki onda daha derin düşünceler için bir ilham kaynağıydı.

      Charles’ın yaradılışında hiç şakacı taraf yoktu. Düğünde hiç kendini gösteremedi. Sofrada çorba ile beraber başlayan dokunaklı şakalara, kelime oyunlarına, kinayelere, cinaslara, komplimanlara, çapkınlıklara pek basit cevaplar veriyordu. Hâlbuki sosyeteyi şenlendirmek için herkes onu böyle biraz iğnelemek istiyordu.

      Ertesi gün ise sanki bütün bütün başka bir adam oldu. Şimdi o, daha ziyade dünkü bakirenin yerini tutmuş gibi utanıyordu. Hâlbuki gelin, herkesin merakla yüzüne bakarak bir şeyler sezinleyebileceği zamanlarda bile hâlinden hiçbir şey sezdirmiyordu. Kurnaz geçinenler de ne diyeceklerini bilemiyorlar ve gelin yanlarından geçerken ruhlarının ölçüsüz bir gerginliği ile onu süzmekten geri kalmıyorlardı. Charles ise, hiçbir duygusunu saklamıyordu. Emma’ya “karıcığım” diyor, onunla senli benli konuşuyor, herkese onu soruyor, her yerde onu arıyor ve ikide bir koluna takıp onu dışarı çıkarıyordu. Charles’ın orada ağaçların arasında, kolunu beline dolamış ve onun rahipler gibi taktığı kolalı büyük yakasının ütüsünü bozarcasına, başını omzuna dayayıp yürüdüğü uzaktan görülüyordu.

      Düğünden iki gün sonra karı koca şehre indiler. Charles hastalarını daha fazla bırakamazdı. Baba Ruolt kendi arabasıyla onlara Vasonvil’e kadar yoldaşlık etti. Orada kızını sonuncu olarak bir kere daha öptü ve onları bırakarak kendisi arabadan indi. Artık köye dönecekti. Yüz adım kadar yürüdükten sonra durdu, baktı. Fakat tozlu yolda tekerlekleri hızla dönen arabayı görünce derin derin içini çekti. Sonra kendi düğünlerini, eski zamanlarını, karısının ilk gebeliğini hatırladı. Onu babasının evinden alıp ilk defa olarak kendi evine getirdiğini düşündü: Noel zamanları olduğu için kırlar bembeyaz karla örtülüydü. O karlı yollarda onu, atının terkisinde götürürken kendisi de ne kadar sevinçliydi! Karısı bir kolunu beline sarmıştı. Ötekinde de sepeti asılı idi. Rüzgâr, başlığının dantellerini uçuruyor ve ara sıra ağzının üstüne kadar getiriyordu. Başını çevirdiği vakit yanıbaşında omzunun dibinde onun pembe küçük yüzünü, başlığının altın plakası altında sessizce gülerken görüyordu. Parmaklarını ısıtmak için ara sıra mini mini ellerini göğsüne sokuşturmaz mıydı? Bütün bunlar şimdi ne eski hatıralardı! Yaşasaydı şimdi oğulları otuzunda olacaktı!

      Arkasına baktı yolda hiçbir şey görünmüyordu. O zaman boş bir ev gibi içine bir hüzün çöktü. Fazla yiyip içmenin buharı ile gölgelenen beyninde bu tatlı hatıralarla acıları birbirine karışınca kilise tarafına doğru şöyle bir tur yapma isteğine düştü. Fakat bu manzaranın kendisine bütün bütün dokunacağından korktuğu için vazgeçti, doğru evine gitti.

      Mösyö ve Madam Charles akşam saat altıya doğru Tost’a vardıkları vakit komşular, hekimlerinin yeni karısını görmek için pencerelere koştular.

      İhtiyar dadı karşılayarak gelini ağırladı. Yemeğin henüz hazır olmamasından dolayı özür diledi ve genç hanımına yemek hazırlanıncaya kadar evini gezip görmesini teklif etti.

      5

      Evin tuğla yüzü tam sokağın, daha doğrusu yolun üzerindeydi. Kapının arkasında, çiviye asılı, dar yakalı bir palto ile siyah bir deri kasket ve bir köşede kurumuş çamurları ile bir çift çizme duruyordu. Sağ tarafta salon, yani yemek yenilen ve oturulan büyük bir oda vardı. Duvarlarının pek gergin durmayan bazı kaplamaları üzerinde soluk çiçekli pervazıyla kanarya sarısı renginde bir kâğıt baştan başa titriyordu. Kenarları kırmızı şeritli beyaz kaliko perdeler boylu boyunca pencerelerde çaprazlanıyor ve şöminenin dar sövesi üstünde, Hipokrat’ın kafasını temsil eden bir konsol saati beyaz karpuz lambalarıyla bir çift gümüş kaplama şamdan arasında ışıldıyordu.

      Koridorun öbür tarafında aşağı yukarı altı adım genişliğinde küçük bir oda, Charles’ın odası… Bir masa, üç sandalye ve koltuğu ile bir yazıhane. Tıbbi bilgiler sözlüğünün kesilmemiş fakat elden ele geçip satıldıkça yıpranmış formaları, altı gözlü cam kitap dolabının belli başlı bir ziynet eşyasıydı. Mutfakta pişen yemeklerin ve yağda kızartılan salçaların kokusu duvarlardan muayene odasına sindiği gibi, muayene odasından da hastaların öksürükleri ve doktora dert yanmaları mutfaktan duyuluyordu. Sonra kapısı ahırın bulunduğu avluya açılan harap ve büyük bir yer odası geliyordu ki içinde kulla nılmayan bir fırın vardı. Şimdi burası kiler, odunluk, türlü hırdavat, paslı demirler, boş fıçılar, ıskarta edilmiş çift aletleri ve neye yaradıkları bilinmez birçok tozlu eşya ile doluydu.

      Samanlı çamurla sıvanmış iki duvar arasında uzanan bahçe, bahçeyi tarlalardan ayıran dikenli çite kadar gidiyordu. Duvarların dibine ekilen fasulyeler büyüyüp duvarı kaplamıştı. Bahçenin ortasında taştan örme bir kaide üstünde arduaz bir irtifa aleti vardı. Cılız yabani güllerle süslenmiş dört pervaz, bahçenin işe yarayan, ekli ve dört köşe bir parçasını karşılıklı çevirip içine almıştı. Ta dipte, çamların altında, alçıdan bir papaz, elindeki dua kitabını okuyordu.

      Emma, yukarıdaki odalara çıktı. İlk oda hiç döşeli değildi. Fakat gelin odası olan ikincisinin kırmızı kumaşlarla döşenmiş iç bölmesinde bir akaju karyola vardı. Konsolun üstünü, küçük midyelerle işlenmiş bir kutu süslüyordu. Pencerenin yanındaki yazıhanenin üstündeki sürahide, beyaz saten kurdele ile bağlı yapma bir demet portakal çiçeği vardı. Bu gelin demeti besbelli ki ötekine; ilk karısına aitti! Yeni gelin gözünü bu demete dikti. Charles farkına varınca demeti aldı ve tavan arasına götürdü. Emma ise, oturduğu koltukta -eşyası etrafında hazırdı- kendi gelinlik demetini düşünüyor ve şimdi bir mukavva kutu içinde duran bu demeti, yarın kendisine bir hâl olacak olursa, acaba ne yapacaklar diye düşünüyordu.

      İlk günler evde yapacağı değişiklikleri tasarlamakla meşgul oldu. Şamdanların karpuzlarını kaldırdı. Duvarların kâğıtlarını yeniletti. Merdiveni boyattı. Bahçedeki irtifa aletinin etrafına kanepeler yaptırdı. Hatta fıskiyeli, balıklı bir havuz yaptırmanın yollarını soruşturdu. Nihayet kocası da onun araba ile gezmeyi sevdiğini bildiği için kelepir bir araba buldu. Bunun lambalarıyla meşin pike çamurlukları yenilenince iki tekerlekli hafif bir tilbüriye benzedi.

      Charles mesuttu. Dünya umrunda değildi. Başbaşa yenen bir yemek, akşamları cadde üzerinde yapılan bir gezinti, sargılarına bir el atışı, karısının, pencere espanyoletine takılı hasır şapkasının görünüşü ve daha böyle yoktan şeyler ki o zamana kadar zevk alacağı hatırına bile gelmezdi, şimdi mutluluğunun sürekliliği için bir bahane oluyordu. Sabahleyin yatakta, yan yana yatarlarken СКАЧАТЬ