Bol İspanya ve Ren şaraplarıyla, ıstakoz ezmesi çorbaları, badem ezmeleri, Trafalgar pudingleri ve etrafındaki donmuş elmasiyeleri koca tabaklarda titreyen, çeşit çeşit soğuk etleriyle gece yemeği artık sona erince arabalar yolcularını alıp birbiri ardı sıra gitmeye başladılar. Muslin perdenin bir köşesi açılınca bu arabaların karanlıkta parlayan fenerleri sarı ışıklarıyla görülüyordu. Oturanlar azaldı. Oyun masasında birkaç oyuncu daha kalmıştı; mızıkacılar parmaklarının ucunu ağızlarına götürerek üflüyor, ateşini alıyorlardı. Charles, sırtını bir kapıya dayamış uyukluyor gibiydi.
Sabahın saat üçünde sonuncu dans, kotiyon başladı. Emma, vals bilmiyordu. Herkes, hatta Matmazel Anderviliye ve Markiz vals yapıyorlardı. Şatonun on iki kadar misafirinden başka kimse yoktu.
Bununla beraber, kendisine teklifsizce Vikont denilen ve pek açık yeleği göğsüne yapışmış gibi duran bir genç geldi, ikinci defa olarak Emma’yı dansa davet etti. Onu idare edeceğini ve pekâlâ işin içinden çıkabileceğini söylüyordu.
Önce yavaş başladılar, sonra gittikçe hızlandılar. Dönüyorlardı ve her şey onların etrafında dönüyordu; lambalar, mobilyalar, lambriler ve parkeler tıpkı bir mihver üstünde dönen disk gibi dönüyordu. Kapıların yanından geçerken Emma’nın robu kavalyesinin pantolonuna dolaşıyor, bacaklar birbirinin arasına giriyor. Delikanlı gözlerini genç kadına eğiyor, onun gözleri delikanlının gözlerini buluyor ve vücuduna bir uyuşukluk geliyordu. Daha fazla dans edemeyecekti, durdu. Vikont daha hızlı bir hareketle onu çekip götürdü. Kimsenin göremeyeceği bir yere, dehlizin öbür ucuna kadar gittiler. Orada, nefes nefese, Emma az kaldı düşecekti. Bir aralık başını delikanlının göğsüne dayadı. Dinleniyorlardı. Sonra gene, fakat daha yavaş, döne döne delikanlı damını yerine götürdü. Emma’nın dinlenmeye ihtiyacı vardı. Başını arkaya, duvara dayadı. Bir eliyle gözlerini kapadı.
Açtığı vakit salonun ortasında tabureye oturmuş birini gördü. Önüne üç erkek çömelmiş, kendisini dansa davet ediyorlardı. Onlardan biri de Vikont’tu. Kadın, onu seçti ve keman, dans havasıyla, tekrar ortalığı çınlatmaya başladı.
Herkes onlara bakıyordu. Geçiyor, gidiyor, gene geliyorlardı. Kadın çenesini öne eğmiş, dik duruyor, Vikont hep aynı pozda, vücudu öne eğimli, dudakları ileride, kol çepeçevre… Bu kadın, öbürü gibi değil, mükemmel vals biliyordu! Başkaları hemen yorulduğu hâlde onlar uzun müddet devam ettiler.
Birkaç dakika daha konuşuldu ve geceler hayır olsun, daha doğrusu sabahlar hayır olsun dendikten sonra şato misafirleri yatak odalarına çekildiler.
Charles, yerde sürünerek gidiyordu. Sanki dizleri karnına girecekti. Çok yorgundu. Masaların başında ara vermeden beş saat ayakta durmuş, hiçbir şey anlamadığı hâlde vist oynayanları seyretmişti. Onun için botlarını çıkardığında geniş bir nefes aldı.
Emma kocasının omuzlarına bir atkı koyduktan sonra pencereyi açtı ve dirseklerini dayadı.
Gece karanlıktı… Damla damla yağmur düşüyordu… Göz kapaklarına serinlik veren nemli havayı ciğerlerine çekti. Dans havası, balonun müziği hâlâ kulaklarında uğulduyordu. Az zaman sonra bırakıp ayrılacağı bu lüks hayatı biraz daha uzatmak için kendini uyanık tutmaya çalışıyordu.
Tan yeri ağarmaya başladı. Emma, şatonun pencerelerine uzun uzun baktı. Gördüğü kimselerin odalarının hangileri olabileceğini kestirmeye çalıştı. Onların ne hâlde olduklarını bilmek, içlerine girmek, onlara karışmak istiyordu. Fakat soğuktan da titriyordu. Soyundu. Büzülüp yorganın altında Charles’a sokuldu. Charles uyuyordu.
Kahvaltı kalabalık oldu. On dakika sürdü. Likör namına hiçbir şey yoktu. Hekim buna pek şaştı. Matmazel Andervidiye çörek kırıntılarını bir sepete koyarak havuzda yüzen kuğulara götürdü. Sonra sıcak limonluğu görmeye gittiler. Orada acayip şekillerde dikenli, tüylü bitkiler, askılı saksılarda kat kat piramitler vücuda getiriyor ve ağzına kadar dolu yılan yuvaları gibi bu saksılardan taşıp sarkan uzun yeşil kordonların birbirine dolaştığı görülüyordu.
Limonluğun bir ucunda bulunan portakallıktan, başka yerlere geçiliyordu. Marki genç kadını eğlendirmek için ahırları gezdirmeye götürdü. Sepet şeklindeki yemliklerin üstünde siyah yazılarla atların adlarını gösteren porselen plakalar vardı. Hayvanların her biri, yanından geçilirken, dilini şapırdatarak kımıldanıyordu. Eyer takımları konulan yerin zemini, bir salon parkesi parıltısıyla göze çarpıyordu. Arabaların koşumları, ortada dönen iki sütun üzerinden gemler, kamçılar, üzengiler, gem sulukları düz bir sıra hâlinde boylu boyunca duvarda yer almıştı.
Bununla beraber Charles, arabasının hazırlanmasını, bir hizmetçiden rica etti. Biraz sonra tek atlı araba taş merdivenin önüne getirildi. Bütün paketler konduktan sonra, karı koca Bovaryler, ev sahipleri Marki ve Markiz’e teşekkür ederek vedalaştılar. Araba yola çıktı. Tost’a gidiyorlardı.
Emma sessiz, tekerleklerin dönüşüne bakıyordu. Charles peykenin ta kenarına oturmuş, kollarını açarak dizginleri idare ediyor ve küçük beygir, kendisine bol gelen okların arasında eşkin tırıs yapıyordu. Gevşek dizginler hayvanın köpük içinde kalan kıçına çarparken, arabanın arkasına bağlanmış olan çekmece de yanındaki sandığa muntazam darbelerle vurdukça büyük gürültü çıkarıyordu.
Tibuvil tepelerinde idiler. Önlerinden, ağızlarında sigara olan birtakım atlılar geçti. Emma, bunların arasında Vikont’u tanır gibi oldu. Başını çevirdiği vakit hayvanların tırıs veya dörtnala gidişine göre, değişik çapta eğilip kalkan başlarının bu hareketlerinden başka birşey göremedi.
Bir çeyrek fersah daha gidildikten sonra nasılsa kopan arka kayışın iplerle tamiri için, mola vermek lazım geldi.
Charles koşumlara son bir göz attığı sırada, hayvanın ayakları arasında bir şey gördü, eğilip aldı. Bu bir sigara kutusu idi, kenarı yeşil bir ipekle çevrilmiş olan bu kutunun kapağında, araba kapılarında görüldüğü gibi bir arma vardı.
“İçinde iki de sigara var.” dedi. “Bu akşam, yemekten sonra işe yarar.”
Karısı sordu:
“Sen sigara içiyor musun?”
“Ara sıra, fırsat buldukça…”
Kutuyu cebine koydu ve midillinin üstünde kamçısını şaklattı. Eve geldikleri vakit akşam yemeği için hiçbir hazırlık bulamadılar. Madam kızdı. Nastasie aksi aksi cevap veriyordu.
Bunun üzerine Emma, hizmetçiyi evden kovdu:
“Hemen şimdi çıkıp gideceksiniz.” dedi. “Hesabınızı kesiyorum.”
Yemekte soğanlı çorba ile biraz dana eti ve kuzu kulağı vardı. Karşı karşıya oturdukları vakit Charles ellerini ovuşturarak hâlinden memnun:
“İnsan evindeki rahatı hiçbir yerde bulamıyor!” dedi.
Nastasie’nin ağlamaları duyuluyordu. Bu zavallı kızı Charles biraz severdi. O, önceleri işini bitirdikten sonra çok geçmeden gelir Charles’ın yanında oturur, ona arkadaşlık ederdi. СКАЧАТЬ