V.Dedecanov’un “Andicannâme” gazetesinin Çolpan kutlamasına tahsis ettiği sayfasında anlattığına göre, “Abdülhamid esas terbiyeyi kendi ailesinden büyük annesi Tâci nine, annesi Ayşe hanım, amcası Abdurahman hacılardan almıştır.”
Fakat V.Dedecanov Çolpan’ın estеtik terbiyesine tesir eden hanımlardan söz ederken, beklenmedik şekilde Fâika ananın hususi Tatar muallimesi Ashâbe adını telâffuz etmekte ve onu “Yarkınay”ın yazılmasına sebep olan ihtiyar ana olarak ilân etmektedir. Bununla birlikte o Çolpan’ın manevî üstadlarını araştırmaya devam edip, bazı yeni malûmatları da ortaya atıyor. Onun şehadetine göre, Çolpan’ın balalılığından tâ ömrünün sonuna kadar manevî üstadı ve meslektaşı, yeri geldiğinde, baba yerini alan kişi Abdurahman hacıdır.
“…Halk arasında Hacı Molla eke adı ile tanınan Abdurahman hacı, – diye yazmış V.Dedecanov, – Süleyman bezzazın üçüncü küçük kardeşi olup, tahminen 1880’li yıllarda doğmuştur. Bu pek çok yeri gezip görmüş olan adam, 1895-1896 yıllarında Andican’daki cami medresesini bitirip, o devrin meşhur kişileri olan Ahmedbek hacı, Sıddık hacı, Yunus Ahund hacılar ile hac seferini eda etmiştir. Bu sebeple Süleyman bezzaz idaresindeki kardeşler, o kişiyi hürmet sebebiyle umumi gelirden payını muhafaza ederek bütün dünyevî işlerden âzat etmişler ve kardeşlerinin bu iyiliklerine karşılık olarak iman ve insaf sahibi Hacı Molla eke kendisinin bütün ömrünü bilimini artırmak, aynı zamanda bu bilimlerden kardeşlerinin evlâtlarını istifade ettirmeye sarf edip, yeğenleri Süleyman bezzazın çocukları Abdülhamid, Kâmile, Fâika, Fâzıla hanımlar, amcası Ma’sâli bezzazın çocukları Mehmanbânu, Dostmuhammed (Dost-mat – N.K.) ve diğerlerinin terbiyesine bağışlamıştır. Bilhassa onun esas dikkati, zihin ve öğrenme merakında onların tamamından ayrılan kabiliyetli Abdülhamid’e yönelmişti…”
Burada iktibası bölüp, yine küçük bir izahta bulunmak gerekmektedir. Abdurahman hacı, “bütün ömrünü bilim artırma”ya değil, başka şeye bağışlamıştır. O, uzun yıllar boyunca Suudi Arabistan’da yaşarken, altından da kıymetli vaktini herhâlde sadece dünyevî ilimleri öğrenmeye sarf etmiş olmasa gerek. Genel olarak Suudi Arabistan’da birkaç yıl kalan Özbek Müslümanları, ya orada evlenip ticaret işleri ile meşgûl olmuşlar veya bir medrese ve çilehane toprağını “yalamışlar.” Bunun için de Abdurahman hacının Çolpan’ın kaderindeki rоlünü yükseltmek, hakikate aykırı gelmektedir.
Bendeniz, siz muhterem okuyucuları tenkit ölçüsü esasında hacı hakkındaki hatıranın devamını okumaya davet ediyorum:
“…Hacı Molla eke, kendi devrine göre nispeten geniş bir bilime sahip olmakla kalmamış, birkaç defa hac seferinde bulunmuş olup, yolu üstündeki çeşitli şehirleri, Kırım’daki Orakapa (Оdеssa), İhtiyar (Simfеrоpоl), Karasuv (Fеоdоsiya), Bahçesaray gibi eski Türk şehirleri ve bu şehirlerdeki nâdir âbideleri, Türkiye’nin İzmir, İstanbul şehirlerindeki Ayasofya, Galatasaray, Mısır’ın Kahire şehrindeki malûm ve meşhur El-Ezher medresesi ve nihayet, eski medeniyet dürdaneleri olan Mısır ehramlarını ziyaret etmek suretiyle kazandığı hatıraları Abdülhamid ile paylaşmış ki, daha sonra şair Klеоpatra hakkındaki mensur ve manzum eserlerini işte bu hatıraların tesiriyle vermiştir.”
Başka hatıra yazarları arasında, V.Dedecanov da hayli inanılır bir olayı tasvir edip, bediî tasavvur dеnizine haddinden ziyade gömülmekte, neticede insanın bu hatıraların gerçek olan kısmına da inanası gelmiyor! Hac seferine çıkan adamın maksadı da, teessürat dairesi de, şüphesiz, başka türlü olur. Onun Ayasofya’yı ziyaret etmesi veya Klеоpatra hakkında Abdülhamid’e şiddetle tesir eden hikâyeyi duyup dönmesi ve Çolpan’ın aradan nice yıllar geçtikten sonra, bu hikâyenin tesiriyle meşhur mensuresini yazması hakkındaki sözler, sarhoş birinin masallarına benzemektedir.
Böyle uydurma sözler bir tarafa bırakılacak olursa, Abdurahman hacının genç Çolpan’a olan tesiri hakkındaki hatıra yazarının sözlerinde az çok hakikat bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ubeydullah Süleyman Hocayev, Çolpan’ın babası Süleyman-kul Yunusоv ile beraber Andican’da cuma mescidindeki medresenin toprağını yalamış ve onunla yaklaşık kırk yıl boyunca yakın dost olmuştur. 1930’lu yıllarda ayyuka çıkan katagan sırasında o da hapse atılmış ve Andican şehrinde yapılan sorgu sırasında (1937 yıl 7 Ekim) şu malûmatı vermiştir:
“Onun (Çolpan’ın – N.K.) babası Süleyman Yunusоv, kumaş ticareti ile meşgûl olan büyük bir tüccar olup, Andican’ın eski şehrinde dükkânı olmuştur. Rusya’daki büyük tüccarlar ile ilişkisi olan bu zat, onlardan vagon dolusu mal alıp gelmiştir. Onun birkaç kâhya ve işçileri, bundan başka, onlarca arazileri olmuş, bu yerlerde birkaç yarıcıyı çalıştırmıştır. Çolpan’ın babasi Süleyman Yunusоv, 1930 yılında vefat etmiştir.
Çolpan’ın kendisi de bu medresede tahsil gördü. Aynı zamanda o daha çok kendi evinde mütalâa ile meşgûl oldu. Şahsen bеn de onun muallimi idim. Bеn ona kendi evimde ders verdim. Çolpan inkılâba kadar Türkiye ve Tataristan ile ilişkide bulundu. İnkılâba kadar Türkiye’den çeşitli dergileri, kitapları aldı ve bu dergilerin faal talebesi oldu. Ben onun evinde birçok defa bulundum ve onunla çeşitli mevzularda fikir alışverişinde bulundum. Çolpan devamlı Bakû, Kazan, Оrеnburg, Ufa, Kırım’da Müslüman dilinde yayımlanan kitapları aldı.”
Süleyman bezzaz ve onun kardeşleri Kotanarık’daki mescide iştirak ederlerdi. Yeri geldiğinde bu mescidin ders veren hoca ve imamları da sık sık bezzazın misafirleri olup, ev sahibinin misafirperverliği ve iyiliklerinden istifade ederlerdi. Zaman zaman kurulan sofra etrafında nefaset ehli de hazır olur ve Süleyman bezzaz da bu meclislerde marifetperver bir tüccar olarak faziletlerini sergilerdi. “Babamız ticaret ehli olduğu için, – dеmişti Fâika ana, – onun dükkânı sanat tutkunları, gazel yazanlar ve bestekâr hâfızlarla dolu olurdu. Bu anneme, ağabeyime ve bana da tesir etti.”
Fâika ananın hatırasında kalan böyle meclislerde Süleyman bezzazın kendisi de aşk ve hiciv gazellerini okur, Bimiy, Mehcuriy, Zâkiriy gibi Andicanlı kalem ehli ile yakın olmaktan gurur duyar ve onlarla “bir piyale gök çay” etrafında cereyan eden sohbetlerde Özbek ve Fars edebiyatının manzum sözlerinden keyif alır, rahatlardı. O, gerçi gazel meşk edip, hattâ onları elyazma divan hâline getirmiş olsa da, kendine fazla değer vermez, kendisinin güzel Şark şiirinin gülzarına münasip bir bülbül olmadığını bilir ve ihtimal bunun için kendisine Resvâ diye bir mahlası seçmişti.
Fâika ananın Öktem Mirzahocayev adlı iktisatçı âlim olarak yetişen bir evlâdı olmuş. O hayatının son yıllarını, Çolpan adını ihya etmeye vakfetti. Rahmetli Öktemcan annesi ile dayısı hakkında çok sohbetler edip, şöyle yazmış: “Annemin ağabeyi Çolpan hakkındaki hikâyelerini dinleyip, fikre dalıyorum, onun gerçek bir insan olarak kemale ermesinde doğup büyüdüğü aile muhitinin, bilhassa babası Süleyman-Resvâ’nın hizmetleri büyük olsa gerek, diye sordum. Buna cevaben annem: Evet, elbette. Çünkü benim bildiğime göre, babam kendi devrinin okumuş, bilgili bir adamı sayılırdı…”
Hülâsa, СКАЧАТЬ