Bedel Geçidindeki Lanet. Arslan Koyçiyev
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bedel Geçidindeki Lanet - Arslan Koyçiyev страница 9

Название: Bedel Geçidindeki Lanet

Автор: Arslan Koyçiyev

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-60-7

isbn:

СКАЧАТЬ Bizim kahramanlık sıfatımız Törögeldi’yle beraber gitti mi?

      –Öyle deme Kanaat var!

      –Bir gün biz de topluca imam olacağız galiba! dedi Narboto aniden. İmam olmaktan korkmuş gibiydi.

      “Hmm bizde Tarançı ile Kaşgarlıların imamı neden çok diyorduk, meğerse ev yaptıklarından…” diye topluluk içinde bir uğultu çıktı.

      Uzun süre Ruslara sövüp saydılar, sonra da cami inşa etme, imam getirme işini Boluş’a bırakıp dağılmaya başladılar. “Yürü!” diye Boluş oğlunu yanına alarak yiğitleriyle beraber evine girdi. “Göster bakalım nasıl kuruyorsun seti.” diyerek Narboto da oradan ayrıldı.

      Topluluk içinde Kambar Boluş, isyan edip kendisine karşı çıkanları ve onların “Yeter artık, Rusların sözüne de kuralına da doyduk!” demek istediklerini anladı. Özellikle de Narboto’nun…

      Törögeldi ve Balbayları çok hatırlar oldular. Ruslara savaş açmayı emreden yönetici istiyorlar sanki. Öyle bir yönetici bulunursa, arkasından gidip topograflarla savaşmaktan çekinmez bunlar.

      Halk ağzında, “Kahraman Ormotoy, kahramanların sonuncusudur.” denen bir söz vardı. Onun ne yaparak kah raman olduğunu da bilen yok. Tahmine göre Kalmukları yendiğimiz zamanlardan sonra yaşamış birisiydi. Şimdiyse o sözler, farklı olarak halk içinde “Bırak Allah aşkına! Kahramanların sonuncusu Törögeldi ile Balbay’dır.” diyenler de vardı.

      Orada kalanlar ise Kambar Boluş’un kaygısını, cami kurma düşüncesini unutup Oyrot Kalmuklar hakkında konuşmaya başladılar. Masal anlatanlardan, “Kalmukların Aygır yelesi gibi örgülü uzun saçları olur, ‘aycungcung aycungcung’ diye bağırarak konuştukları dilleri vardır.” diye duyarlardı. Hayal meyal gözlerinde canlandırdılar. Buraların Kırgızları, yaşayan bir Kalmuk’u görmediklerinden bu yana çok zaman geçmişti. Bir çoğu “Ağabey, Tekes’in karşısında hala Kalmuklar yaşıyor mu?” diye soruyorlardı. Bazılarına ise bu barımtaçıların Kalmuklarla ilgili anlatıkları sayesinde masallardan çıkıp gelen çok eski kahramanlar gibi gözüktüler. “Kalmuklar nasıl oluyorlarmış?” diye sordular. Çok eski zamanlarda Kırgızların İle’ye kadar gittiğini, sonbaharda yola koyulup kışın dinlendiklerini, ilkbaharda Kazak, Kalmuk dinlemeden yılkı sürülerine saldırdıklarını, yüzlerce, binlerce yılkı sürüsünü önlerine katıp getirdiklerini gözlerinin önünde canlandırdılar.

      IV

      Babasının kamçısıyla omzuna şiddetli bir darbe yiyen Mukay, gözyaşlarını tutmakta zorlanarak evin arkasındaki tepeye kaçtı. “Akılsız işe yaramaz! Bir daha kara ata bindiğini görmeyeyim!” diye bağırdı babası. Mukay, babasının isteği üzerine sonbaharda şehre giderek Tüzem okulunda eğitim görmeye devam edecekti. Yine eteğiyle biçimsizce yürüyen, uzun siyah kaftanlı kıvırcık saçlı öğretmeninin karşısına gidecekti. Kambar Boluş, ben cahilim, göçebe halk da cahil diye düşünüp, oğlunun tercüman olacağını hayal ederken onun barımtaya gitmesine çok kızmıştı. “Durduk yere barımtaçılara katılmış!” diyerek sinirlenmesinin asıl sebebi buydu.

      Yeşil otların arasına uzanan Mukay aşağı tarafa, köknar ağaçlarıyla kaplı geniş vadiye, dağın içlerindeki köyüne baktı. Ilgın ağaçlarının arasında uzanan ırmağın kenarına sırasıyla yerleştirilen göçebe Kırgız halkının yaşadığı boz üyler diziliydi. Yumurta gibi bembeyaz, altı kanatlı veya on iki kanatlıydılar. Onların arasında, siyah çadırlar ve duvarını oluşturan ağaç kafes şeklindeki keregesi olmayanlar da vardı. Üzerindeki keçesi delik deşik, nakışlı, fakirlerin küçük keçe evleri de vardı. Diğer Kırgız boylarından uzağa yerleşen bu köyün insanlarını “Kıyıdaki Kırgızlar, Kudayan’ın çocukları” diye adlandırırlardı.

      Bazı evlerin kapısının yanında tüylü mızrakların sivrilmiş ucu göze çarpıyordu. Güçlü ve zenginlere mızraklarıyla eşit görünmeye çalışırcasına nakışlı küçücük keçe evlerin bazı sahipleri de eşiğe mızrak yerleştirmişlerdi. Söylentilere göre, kırılıp, parçalanan bu mızraklar birçok savaşta birçok kahraman tarafından kullanılmış. “Kudayan zamanından kalan, kırılıp kısalan kutlu mızraklar!” diyerek ihtiyarlar, onlara hayranlıkla bakıyor, halk da kutsal bir nesne gibi dokunuyordu. İhtiyarlar, çocukların onları ellerine alıp oynadıklarını görünce “Günümüz çocukları” diyerek burun kıvırıp, sırtlarını dönüp giderlerdi.

      Mukay, yaralı olarak dönen barımtaçının alçak keregeli, tepesi sivrilmiş olan evine bakarken, evin etrafında insanların toplandığını, kapısının yanında mızrağın olmadığını fark etti. Şimdi anlamıştı, mızrağı unutup, mızraksız boz üy diken Kudayanlardanmış.

      Yaralı yiğidin annesi “Çocuğumuzu sırtından mızrakla vurmuşlar.” diye üzülüyordu. Onun sırtından vurulması erkek akrabaların zoruna gitmişti. Diğer akrabaları da “Sırtından vurulmuş diye akrabalıktan mı dışlayacaksınız. İyileşmesi için dua edin!” diyorlardı. Evin etrafında halk tabipleri de vardı. Yumurta gibi yuvarlak evin içi gözükmüyor, duyulmuyordu. Başka her şey görünüyor, duyuluyordu.

      Yaralı yiğidin buraya kadar inleye inleye geldiğini ve onunla beraber ölü olarak getirilen yiğidi hatırladı. Köye yukarıdan bakarken karışık düşüncelere dalan Mukay, Karagız Nine’nin yaralı yiğidin evine hızlıca yürüyerek geldiğini gördü. Şaman kadınların gücü yetmiyor, tabipler şifa bulamıyor “Çocuğumuz iyileşsin, oku ana” diye mi çağırmışlardır acaba? Ninenin koltuğuna girmiş getiriyorlardı, niye çağırmışlar? Evin önünde duranlar, Karagız Ana’yı görünce eğilip selam verdi, kapıyı açıp onu içeriye aldılar.

      Mukay’ın kendini bildiğinden beri halk, Karagız Ana’nın “alas” kelimesinin şaman kadınlarının ayininden daha güçlü olduğuna inanıyorlardı. Halkın bildiği kadarıyla Umay Ana’nın şifası, Karagız Ana’nın dilindedir. O neşter ile açmaz, nefesiyle üflemez, sözüyle büyüler, kelimeleriyle iyileştirip hastayı ayağa kaldırır. Birisi hastalanıp yarım akıllı olursa, küçüğünden büyüğüne tüm halk “Karagız Ana’ya gidelim, anaya okutalım.” derler. “Çocuğa nazar değince, birisine karabasan bastığında, falanca kaza geçirdiğinde” Karagız Ana’nın önüne getirirler, “Şifa veriniz, yüreğime su serpiniz” derlerdi. “Gençken anamız “Saplanan oku çıkartıp, savaşta yaralanan eşini bu şekilde iyileştirmiş.” diye anlatılırdı.

      Tüm halk “Anamızın koruyucusu var, âlimdir, ileriyi görebilir. Anamızın koruyucusu ise Umay Ana’nın ta kendisidir” derlerdi. O yüzden “Anamızın duasını alıp korunalım.” derlerdi. “Onun sözleri ayet gibidir” diyerek, sözlerini ikiletmez saygı gösterirlerdi. Hocaya, kalfaya ve Kur’an’a inandıkları kadar inanırlardı.

      Karagız Ana, “Kudayan’ın çocukları” dendiğinde canını bile verebilirdi, yuvasının etrafında dönen kırlangıç gibi elinden geleni yapardı. Bazen Kudayan Boyu’ndan birisi vefat ettiğinde, doğum sırasında bir çocuk öldüğünde, genç öldüğünde devamlı “Kudayan Boyu eksilmesin.” diye dua eden ihtiyar kadının canı acırdı. “Ah kara gün!” diye üzülür, elden ayaktan kesilirdi. Özellikle de erkeklerin ölümüne daha çok üzülürdü.

      Karagız Ana, at yılına denk gelen СКАЧАТЬ