Название: Bedel Geçidindeki Lanet
Автор: Arslan Koyçiyev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-60-7
isbn:
Tüm bunları duyunca, “Boyun eğmeyen sadece Çin mi kalmış?” düşüncesi akla gelebilirdi. “İşte bu büyük devleti Rusların Çarları kurmuştur.” diyerek öğretmeni her gün tekrarlıyordu. Komiserler, papazlar, boluşlar, muhtarlar, mujikler, göçebe halklar, Tüzem okulunda okuyanların hepsi Çar’ın tebasıdır.
Bir gün resmi getirdi. Bu Ruslar neleri getirmedi ki Kırgız topraklarına: Toprağı süren alete “pulluk” diyorlarmış, ip gibi uzanan telin bir ucundan vurulunca diğer ucundan mektup olarak düşüyormuş, ona “telgraf” diyorlarmış, onu Rusların Pişpek dediği Bişkek, Tokmok, Almatı gibi büyük şehirlerde yerleştirmişler, Kırgızlar, biz kendi gözümüzle görmedik ama hızlı sürülen trenleri “ateş arabası” varmış diyerek Rusların elinden ne görürse, ağzından ne duyarsa şaşırdıkça şaşırıyorlardı. Şimdi ise resmin karşısında Mukay bu haldeydi. Boya dese, hayır boya değildi. Kurşun kalemle mi çizilmişti? Hayır, o da değildi. Kalın kâğıda kişinin küçültülmüş gölgesi yapıştırılmış gibiydi. Sadece ses çıkartmıyor, kıpırdamıyor ve gözlerini kırpmadan sürekli bakıyordu. Hem de onu, boyu bir arşın, genişliği yarım arşın olan, ağaç kalıba yerleştirip, çiviyle duvara asmaya uygun hale getirmişlerdi. Mukay’ın şaşırarak baktığını fark eden öğretmen “Gosudar!” yani Çar dedi. Kilisedeki olaydan sonra Çar’ın, Allah’ın dünyadaki peygamberi gibi olduğu zihninde yer eden Mukay, yaklaşarak resme baktı.
–Bu Çar’ımızdır, hepimizin Çar’ı Nikolay Vtoroy! dedi öğretmeni, kötü telaffuzlu bir Kırgızca ile.
–Niikeley?
–Evet, İkinci Nikolay. Dünyadaki en kudretli Çar! Şubat devrimine kadar Rusya’yı yöneten hanedanlık, Romanovlar!
–Urumanup?! diye sordu Mukay. Diğer Kırgızlar gibi Romanov diyemiyordu. Onun ismi bir Nogay veya Tatar ismi gibi gelmişti kulağına.
–Evet, Romanovlar! İşte bu resimde Çar tüm ailesiyle; işte bu da kraliçe, bu gözleri parlayanlar ise kızları, ötekisi oğlu! Gelecekteki çar sayılır.
Çar da normal, her gün gördükleri Ruslara benziyormuş, tam da onlarınki gibi sakalı, bıyığı varmış. Üzerindeki kıyafet Ceti Suuluk’a gelen Rusların asker kıyafetlerine benzemiyor mu? “Hükümdar” denilince taç giyen, üzerinde altın ve gümüşle süslenmiş, parlak iplerle nakışlanmış kürkü ve üzeri değerli taşlarla bezenmiş çizmesi olan masallar hatırlanır. Özellikle Karagız Nine’nin anlattığı masallarda öyleydi.
Ninenin anlattığı hikâyelerde her zaman Kırgız çocukları Kalmuklarla, Kazaklarla olan savaşı kazanır, yılkı sürüsünü ellerinden alırdı. Kaşgarlı ve Taşkentli kervancıları kovalar, altın ve para dolu olan heybesini kucaklayan tüccar da “Bırakın, bırakın!” diye arkasına bakmadan kaçardı. Nine, bunları anlatırken bu kahraman Kırgızların Kudayan Boyu’ndan mı yoksa başka boydan mı olduğunu anlayamıyordu. Kısacası atların en iyisine binen, tüfeğin iyisi “Akkelteyi” arkasına asan, mızrağın en sağlamını koltuğuna kısan, namuslu Kırgız çocuğu demişti. Söylediğine göre o zamanlar kızların da kendince gelenekleri varmış. Onlar, baykuşun tüyünü beğenmedikleri için, sadece turna tüyü ile süslenen kıyafetleri giyerlermiş. Manas zamanından önce mi yoksa sonra mı, kim bilir? Birilerinin bey, diğerlerinin zengin olduğu herkesin kuvvetli, refah içinde yaşadığı bir zamanmış. Bazıları, öncesi sonrası yok, tam da Manas ve Semetey’in zamanı diye yorumluyordu.
Ninesinden duyduğu efsaneler, Rus öğretmeninin anlattığı uzun tarihin neresinden çıkacak diye hep beklerdi. “Han” ile ilgili duyduklarım, öğretmenin anlatmış olduğu zamanların hangisinden çıkacak acaba diye araştırıyor ama bulamıyordu. Sonunda kendi kendine şu soruyu sordu: “Han” ile ilgili, “Bey” ile ilgili masallar nereden çıkacak?
Öğretmene göre Kırgızların, güçlü Çar’a ses çıkarmadan boyun eğmeleri gerekiyormuş. Amirlere, memurlara ya da sakallı mujiklere kısacası tüm Ruslara, göçebe halkın börkünü çıkarıp, ayağa kalkıp saygı göstermesi bundan dolayıymış. Ne yaparlarsa yapsınlar, Ruslar sert davransa bile, sopayla kafalarına vurup dövseler bile ses çıkarmamalılarmış.
Mukay, köyde bu türden olayları da görmüştü. Bırak susmayı, Rusların elinde öleni de gördü. Kıyafeti eski püskü, orta yaşı geçmiş kısa boylu bir Kırgız, köyün içinde rast gelen herkesin işini yapardı. Kendisine ot, odun kesme gibi işler aramak için dağdan inmişti ve her zaman omzunda kemanını taşıyordu. İş çıkarsa yapar, çıkmazsa arık boyunda yetişen ağaçların gölgesine oturarak keman çalıp zaman geçirirdi. Onun çaldığı müziklerden, Mukay’ın en çok hoşuna giden “Baykuşun tüyü sarıdır” adlı şarkıydı. Kemanının yayını hareket ettirdikçe tellerden, “Baykuşun tüyü sarıdır, baykuşun tüyü sarıdır” diye nağmeler dökülüyor gibi duyulurdu. Kulağa, sanki kemanın içinden tüyleri sarı baykuşun yavrusu “Pır” diye kanatlanıp uçacakmış gibi gelirdi. Kemanın sesi çok etkileyiciydi.
Bunun dışında, destan ve şarkı söylemekte de yetenekliydi. “Semetey Destanından” başlayarak sonunu “Seketbaylar” ile bitirirken herkes onu hayranlıkla dinlerdi. O kadar çok masalın arasından özellikle “Kedeykanı” çok güzel söylerdi. Bu destanda, hayvanı ve malı çok olan Azimkan adında bir han ile, “Bir gün bey olsam…” diye hayal kuran Kedeykan adında bir fakir arasındaki mücadele anlatılırdı. Bunu anlattığında şu andaki boluş ve muhtarlarla tartışan, “Onun partisi, şunun partisi” diye ikiye ayrılan, valiye kadar çıkarak birbirlerine düşman olan Kırgızları anlatıyor gibiydi. “Bu hadisede çok eski bir olay anlatılır.” derler ama dikkat edince eski değil de sanki şimdiki zamandır anlatılan. Çünkü bunu Kırgızlar, birisinden mi duymuş yoksa kendisi mi üretmiş bilinmez. Ancak bugüne uydurarak kinayeyle söylerdi. Onun şarkısında şöyle sözler geçiyordu:
Parti bela oldu başımıza,
Birleşip, birlik olmazsak,
Hizmet et bu yalan dünyada milletine,
Alnın ak gidersin ahirete!
Halkımızda düzen tertip kalmadı,
Particiler halkın arasını kapladı,
Yıldan yıla yayıldı.
Dinleyen Kırgızlar hayret ediyorlardı. Halkın sorunlarının birisine benzemiyordu. “Herkesçe bilinen Kalıgul’un olayı mı?” Yok değildi. “Arstanbek mi?” Hayır, bu da değil. Bu söylediklerinde Kırgızların kullanmadığı kelimeler vardı. “Parti” kelimesini çok duymuşlardı. Hani boluş ve muhtarların seçimi yapılırken “Şabdan’ın partisi”, “Kanaat’ın partisi” ve “Kambar’ın partisi ”diye karşı gruplara bölünmeleri değil mi?
(Kadere bak! Bu günlerin üzerinden beş altı sene geçmeden, boluşluk yerine “partiye mensup” olarak yaşadıktan sonra da sadece “Partiliyim” demek yetmeyip, “Gerçek Partiliyim” diyerek ilkeleri tutacağını ve sonunda kendisi de onlara karışacağını, o zamanlar Mukay hayal bile edememişti.)
Kırgızlar, “millet” kelimesini hiç anlayamıyor, çeşitli yorumlarda bulunuyorlardı. O, “Tatarlardan eğitim gören yeni imamlar çıktı, onlar da kitap yazmaya СКАЧАТЬ