Bedel Geçidindeki Lanet. Arslan Koyçiyev
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bedel Geçidindeki Lanet - Arslan Koyçiyev страница 12

Название: Bedel Geçidindeki Lanet

Автор: Arslan Koyçiyev

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-60-7

isbn:

СКАЧАТЬ sevindi…

      Bunu dinleyenler, hangi olayın efsanesini anlattığını anlayamazlardı. “Han” olarak Ormon ve Cantay’ı bilip de, bir de Rus ile çarpışan Taylak’ın oğlunu duyardık. Bu hangi masal? diye şaşırıyorlar, hangi olay olduğunu çıkaramıyorlardı. Destancının kendisi ise “Anciyanlı şairden duymuştum.” diyordu.

      Bu şehrin Rusları onu Kara masalcı olarak adlandırıyorlardı. Skazitel Kara opyat ştoto rasskazıvaet na svoem kara kirgizskom yazıke “Kara masalcı, Kara Kırgız dilinde masalını anlatmaya başladı.” derlerdi. Kırgızlar, etrafında toplanarak onu dinlerlerdi. Dinleyeni dinlendirir, kendisini eğlendirir, bitince de zayıf atına binerek “Yarın görüşürüz.” diyerek, iş bulamadığına da hiç üzülmeden evine dönerdi.

      Ne günah işlemişti kimse bilmiyordu. Yoksa “Utanmaz Kırgız, Ruslarla ilgili kötü bir söz mü söylemişti?” Bir gün o Kırgız’ı, kolu uzun olduğundan Çongkol lakaplı bir Rus, acımasızca döverek büyük arığın dibine bırakıp kemanını kırmış, atını ise elinden almıştı. Araya giren kimse de olmamıştı. Her zaman onun ezgilerini, şarkısını dinleyen Kırgızlardan biri bile müdahele etmemişti. Genç Mukay, tek başına nasıl karşılık verebilirdi ki Ruslara? İşte o gün araya giremediği için çok utandı. Oradaki zavallı Kırgızlar gibi, o da Rusların avlusuna sığınmıştı. Ruslara karşı çıkamadığı için vicdan azabı çekiyordu. “Keşke, burada Narboto Ağa’m olsaydı, sessiz durmazdı.” diye iç çekti.

      Çongkol’un Almanlarla olan savaştan psikolojisi bozulmuş olarak döndüğü söyleniyordu. Alman’ı döven Çongkol, şimdi de masalcıyla beraber sanki masal kahramanlarını da dövmüştü. O, “Kedeykan” destanını söylerdi. Çongkol’un yumruğu hangisine inmişti? Kendi aralarında anlaşamayan talihsizlerden hangisine? Kedeykan’a mı yoksa Azimkan’a mı?

      Çongkol’un “Semetey” destanını okuyan Kara’yı dövmesi ile Semetey’in ruhuna karşı gelmesi aynıydı. Semetey, Kara’ya güvenerek kendi gücünden kaybediyordu sanki. Ah büyük Semetey! diyerek Mukay buna da kederlenmişti.

      Kara’nın yanına kimse gidememişti. Ölü mü diri mi olduğu belirsiz bir halde Kara destancı, avlunun kenarında uzunca müddet öylece kaldı. Ertesi gün, durumu ağır bir vaziyette köyüne götürdüklerini duymuştu Mukay. Masalcının ezgilerinin tükenip, ölünceye kadar dövüldüğünü kendi gözleriyle gören Mukay, bu şehirden artık iyilik beklemiyordu. “Kahrolsun şehir hayatı!” dedi. Tezek ile uğraşarak geçirdiği köy hayatını, özgürce yaşadığı günleri özlüyordu. Kaç gündür şehirde olduğunu bile karıştırmış bir haldeydi. At sürüp neşe içindeki günlerini, ninesini, annesini, beraber oynadıkları, yarıştığı arkadaşlarını özlemişti.

      Şehirde yaşadıklarını anlatığında köy halkı toplanarak onu dinlerdi. Sanki büyük bir masalcıdan hikâye dinliyormuşçasına kulak kesilirlerdi. Mukay, Çar’ın resmini görünce onu canlı görmüş gibi şaşırmıştı. “Sıradan bir Rus muymuş?” diye sormuştu Narboto. “Tahtı ve tacı nasılmış?” diye ihtiyar Kalıbek sormuştu. Çar ile ilgili çok soru sormuşlardı. Yolda karşılaştığı herkes üşenmeden duruyor ve o konuda soruyorlardı.

      Yürümekte olanlar yürürken, atla gitmekte olanlar at üzerinde soruyordu. Hiç bıkmıyorlardı. “Karısı nasılmış?” diye de soruyorlardı. Çar’ı sorduklarında mutlaka “Karısı nasılmış?” sorusunu sorarlardı. Onun karısına “Kraliçe” de demiyorlardı. Mukay ise resimde gördüklerini sanki Çar’ın sarayına gidip görmüş gibi anlatırdı. Çar’ın karısının kraliçe olduğunu kendisi de unutur, soruyu duyar duymaz anlatmaya başlardı. “Karısı mı? Saçları kıvırcık, uzun gömlekli, ağzı yüzük gibi küçücük, gözleri masmavi” cevabını verirdi. Gözlerinin maviliğini sanki görmüş gibi konuşurdu. İlk başta Çar’ın karısını neden sorduklarına önem vermiyor, anlamlandıramıyordu. Uzunca bir zaman geçince ancak anlayabilmişti. Büyüklerin bolca kımız içip sohbet ettikleri ortamda ancak kavrayabildi.

      Meğerse Sagınbay adında ileriyi görebilen bir Manasçı varmış, duyduğuna göre o bu topraklardanmış. İşte o, bir keresinde başına uygun şekilde işlenilen altın taç sölköbayı, görünce “Bu Çar ölecek.” diye söyleyerek halkı şaşırtmış. “Nerden biliyorsun?” diye sorduklarında “Donarak düşüp, boğazı kesilecek.” diye cevap verip “Yöneticilere hemen haber verin!” demiş. Boluş ve muhtarlar “Sakın kimse duymasın, durduk yere başımıza bela açacaksın” diye korkuyorlardı. Yalvarırcasına Sagınbay’ı zar zor susturabilmişlerdi. Sonrasında Sagınbay’ın söyledikleri, halk arasına yayılmış, şehre, pazara gidenler bir bahane bulup Çar’ın başındaki nakışlı sölköbayı görmek için çabalamışlar. Bir de onun öleceğine inanıyorlardı. “Karısı nasılmış?” diye sormaları da “Çar ölürse, karısı tahta çıkacak, nasıl biriymiş?” diye ilgilenmelerindenmiş.

      Sadece Karagız Ana’sı farklı yorumlamıştı. “Çar’ın resmini görmen iyi bir şey.” diyerek sanki torunu resimden değil de, gidip Çar’ı sarayında görmüş gibi yorumlardı. “Han’ın gözünü gören ölmez derler oğlum! Sen Çar’ı gördün.” diyerek Mukay’a dua eden Karagız Ana, onun gördüklerini iyiye yorumladı, kucaklayıp, torununu başından tekrar tekrar kokladı.

      Yeşil otlaklı tepede uzanarak, Bordu’nun içindeki boz üyleri izleyen, gökteki bulutların hareket etmesini seyreden Mukay, şehirdeki günlerini böyle hatırladı. Ninesinin masal ve hikâyelerine inanmayıp şüphelenmesi işte o zamandan başlamıştı.

      V

      Dağ eteklerine uzanan, yamacı kaplayan arazilerin hepsi ekin tarlasıydı. Bu sene Ruslar ekini çok ekmişler, tarlalarının bir ucu Kırgızların mezarına kadar dayanmıştı. Kam-bar Boluş, yiğitleriyle beraber ekin tarlalarının kenarından at sürerek gidiyordu. Boluş’un, oğlu ve yiğitleriyle kasabaya ineceğini duyan boydaşları “Yalnız gidersek, ne yapacağımızı bilemeyiz, sokaklarında kaybolup pazarını bulamayız, zorlanırız. O yüzden Boluş’un yardımıyla kasabayı görelim, pazarına gidelim.” diyerek onlara katılmışlardı. “Sölköbayı göreceğiz.” diye heyacanlananlar da vardı.

      Ekin tarlalarının kenarında ilerlerken “Bir zamanlar buraları bizim topraklarımızdı.” düşüncesiyle bakıyorlardı, sömürgeciden korktukları için, ekine basmayalım diyerek itinayla gidiyorlardı.

      –Yedinci atamız Kudayan ve sonraki atalarımız burada yatıyor, dedi Kambar Boluş.

      Ondan öncekiler de mutlaka bu topraklara defnedilmiştir, ancak kesin olarak bildikleri Kudayan’dan başlıyordu. Burada kimler yatmıyordu ki, Mamatkul ile Tınay, Koşoy ile Talkan zamanında Kalmuklar ile savaşta şehit olanlar, toprak için Kazaklar ile yapılan savaşta ölen yiğitler burada yatıyordu. Cesedi tam olarak defnedilenler de, savaşta kemiği etinden ayırılıp getirilerek defnedilenler de vardı. Gençken ölenler de, yaşlıyken ölenler de burada yatmaktaydı!

      Kimisinin mezarı toprak yığınıyla küçük bir tepe oluşturmuş, kimisininki ise taş yığınıyla türbe halini almıştı! Kahraman olarak hatırlanan da, sıradan bir hayat yaşayıp bu dünyadan göçen de vardı bu mezarlıkta. Ah yüce Atalar! Onlar öldüğünde yakılan ağıt halâ dillerdeydi:

      “Babacığımın,

      Atmacaymış СКАЧАТЬ