Bedel Geçidindeki Lanet. Arslan Koyçiyev
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bedel Geçidindeki Lanet - Arslan Koyçiyev страница 10

Название: Bedel Geçidindeki Lanet

Автор: Arslan Koyçiyev

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-60-7

isbn:

СКАЧАТЬ cevap verirdi. O zaman kızlar, gelinler gülerek, zayıf, beceriksiz genç delikanlıları görünce “Şalvarını sürükleme de çek yukarı, sümüklü!” diye dalga geçerlerdi.

      Kudayan Boyu’ndan birinin ağır durumda olduğunun haberini alan Karagız Ana’nın hızlı adımlarla boz üye girdiğini izleyen Mukay, hayatta kalması için uğraşılan yiğidin canının Karagız Ana’nın eline teslim edildiğini hemen anladı. Yiğidin anaya acı ile baktığını gözü önünde canlandırdı. “Şüphesiz iyileşir.” diye düşündü. Bordu’nun içindeki çok eski çam ağaçları ile aynı yaşta olduğunu, sanki ihtiyar olarak yaratılmış ve hep öyle yaşamış birisi olarak düşündüğü ninenin söylediğini yapmayan, ona güvenmeyen veya ondan şüphelenen bir insanı hiç görmediğini düşündü. Sadece bir defasında kendisinin şüphelendiğini hatırladı. Rus okulunda okurken ninesinin sözlerine şüpheyle yaklaştığı aklına geldi. Onun bu okula başlaması da, halk içinde hikâyeye dönüşen bir olaydı…

      Geçen sene Mukay, Rus Tüzem okuluna gitmişti. Daha dün yeşil tepelerde oynar, istediği yerde dolaşabilir, istediğini yapardı, özgürdü. Özgürlüğün kısıtlanmasının ne olduğunu anlamayan genç çocuk, geçen sene babasıyla beraber gidip bir anda kafesteki hapsedilen kuş misali, sırayla dizili Rus evlerinin arasına hapsolmuştu.

      Bu sıra sıra dizili evleri, Kırgızlar çeşitli adlarla adlandırıyordu. Kimisi “köy” diyor, kimisi “şehir” diyordu. Kısacası burası Komiser’in bulunduğu yerdi. Buranın pazarı, çan çalan kilisesi ve yel değirmeni vardı. Tokmok’tan yirmi, yirmi beş kilometre uzaklıktaydı. “Ruslar ile Sartlar uçmaz tavuk, göç edilmez evler ile uğraşırlar.” şeklindeki göçmen sözünü küçümseyerek hatırlayan Mukay, evdeki ilk gecesini unutamıyordu. Orası ona hapis gibi gelmişti.

      Ay geçmeden, Kambarup Mukay, iz Kudayanovskih Kırgız! “Kambarov Mukay, Kudayan Boyu’ndan olan Kırgız” diyerek kendini tanıtmayı öğrenip, Rusların hayatına alışmaya başlamıştı. En ilginci de şehirde çalışan Kırgızların çok olmasıydı. Tırpanla ot kesip, dirgenle ot toparlamayı öğrenen, balta ile kütük kesen, büyük testilerle su taşıyan, zırhlı atlara su veren, arıkla su getiren köle gibi çalışan Kırgızları işte burada görmüştü. Halk ağzında onları, Rusların “Ateşini yakıp külünü temizleyenler, (ne denirse onu yapanlar)” diye adlandırıyorlardı. Farklı Kırgız boylarından insanlar vardı, sorulunca “Tınay Boyu’ndanız, Atake Boyu’ndanız, Sarıbagış Boyu’ndanız, Solto Boyu’ndanız” diye cevap veriyorlardı. Mukay’ın Kudayan Boyu’ndan gelen uzak akrabaları da vardı. Rusça anlayanlarının dediğine göre onları Ruslar, “Topraklarını, akrabalarını bırakan Kırgızlar” (Kirgizı, porvavşie so stepiu) diye adlandırıyorlarmış.

      Gerçekten de doğru adlandırmışlar. Mukay, “Akrabalarımızın düğün ve ölüm toylarına, yemeğine daha gitmedik,” “Bu sene kımızın tadını tatmadım” diyerek dudaklarını yalayıp yutkunan Kırgızları görünce çok şaşırmıştı. “Boyunun iyi gününde kötü gününde yanında olmamanın, soyunu inkâr etmenin nesi iyi?” diyerek buna bir anlam veremiyordu.

      Mukay’ın dikkatini çeken bir şey de mujiklerin arasında kadınlara göre erkeklerin az olmasıydı. Kilisenin otunu temizleyip, birçok Rusa köle olan Kırgızlarla sohbet ederken onlara bunun sebebini sordu:

      –Neden erkekler az?

      –Erkeklerinin çoğu savaştaymış. Rusların savaşmakta olduğunu bilmiyor musun? Onlar Almanlar ile savaşıyor.

      –Haa…

      –Savaş hakkında bilgi vermezler. Buraya gelenler de çoğaldı. Benim gibi köleler de çoğaldı. Baban söylememiş miydi? Bunların savaşı halka zarar veriyor.

      Mukay, Rusların savaşa girmesinden sonra halkın fakirleşmesi, vergilerin artması sonucu yönetimle halkın kavga etmesini hatırladı. Kendi boyundaki yiğitlerin de at sürüsü sürüp getirsek diye konuşmaları da bu kıtlık yüzünden olmamış mıydı?

      –İnşallah Almanlar, Rusları yener! dedi köle.

      –Alman mı diyorsun? Rus giderse, Almanlar mı kurtaracak bizi?

      –İlk önce Ruslar gitsin buradan, sonra bakarız ne olacağına.

      –Ne yaparsak Ruslar buradan gider?

      –Bilmiyorum, açıkcası ben kahrolası Rus, Almanlara yenilsin diye yatıp kalkıp dua ediyor, Yaradana yalvarıyorum.

      –Almanların dini neymiş?

      –Kilisede tapınan Ruslar ile savaştıklarına göre Müslümanlar galiba.

      İçinden, “Kendisi Rusların arasında yaşıyor, bir de onlara beddua ediyor.” diye geçiren Mukay, ona şaşırıyordu. İkisi böyle sohbet halindeyken kiliseden çan sesi duyuldu. Sokaklarda beliren Ruslar, kiliseye doğru ilerliyorlardı.

      –Okuyacağım, Rusça öğreneceğim derken kilisede tapınmayı öğrenme sakın! dedi köle Kırgız şakayla.

      Mukay, hem halkından ayrılmış buralarda yaşıyor hem de bana akıl öğretiyor diyerek başını salladı. İkisi birlikte onları takip ederek kiliseye doğru yaklaşıp, seyre daldılar. “İbadet ediyorlar.” diye çok defa duymuştu. Mukay, ibadet eden Rusları yakından dikkatle izledi. Onların önünde, başköşede duran sakallı kişiyi Rusların “Otets Mihail” Kırgızların ise “Uzun kaftanlı Mukayıl” diye adlandırdığını biliyordu. Ancak şu an onun dilini anlayamıyordu.

      –Anlamı ne bunun? diye köle Kırgız’a sordu.

      O, üstünde yırtık kıyafet olan, at sürüsüne bakan birisi olmasına rağmen Rusçayı iyi bilen bir köleydi. “Kiliseye girenler, Rusya’nın savaşı kazanması ve Çar’ın sağlığı için dua ediyorlar.” diyerek izah etti Mukay’a. Onların toplanarak Çarlarının sağlığı için dua etme geleneği Mukay’a çok ilginç geldi. Çarları sanki onları görüyormuşçasına, hepsinin geleceği Çar’ın elindeymiş gibi ibadet ediyorlardı. Kendileri burada, Çar başka bir yerdeydi. Fakat Ruslar, Rus olarak yaratıldığı için, sanki Çarlarıyla canları bir verilmiş gibi ibadet ediyorlardı. “Dua ettikleri Çar mujiklerin dilediğini veriyormuş, iyiymiş, boluş ve köy muhtarlarının yönettiği bizim halkımızın dilediğini kim verir?” Nasıl bir insanmış ki? Anlı şanlı AzCanıbek’ten büyük, yeryüzündeki en kudretli, en zengin adam herhalde diye düşündü sonunda.

      Irgat genç, uzun kaftanlı Mikayil’i parmağıyla göstererek:

      –Bu, onların imamı! Kırgızlardan hoşlanmaz, diye fısıldadı.

      Bir yandan onun söylediklerini dinleyen Mukay, bir yandan da “Kimin dileği daha güçlü, Allah kimin duasını kabul ediyor, kimi duyuyor?” şeklinde düşünüyordu. Bir araya toplanıp yalvaran Ruslara karşı yalnız başına, göğe bakıp Gök Tanrı’ya sığınan ırgatın yakarışını mı duyar, yoksa çan çalan, yüksek sesle şarkı söyleyen, toplanarak kiliseye gelip ibadet edenlerin duasını mı duyar? Bu düşünce yanımdaki eski şapkalı kölenin aklına geldi mi hiç? diye düşünürken ırgat:

      –Tanrım yerle bir etsin sizi! diye beddua ederek oradan uzaklaştı.

      –“Tanrı СКАЧАТЬ