Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi. Kamer Alhanova
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi - Kamer Alhanova страница 4

Название: Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi

Автор: Kamer Alhanova

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-50-3

isbn:

СКАЧАТЬ target="_blank" rel="nofollow" href="#b00000153.jpg"/>

      Halk yazarı, senaryo yazarı ve film editörü, “Nesimi” Ödülünü ilk alan şahıs. “Yanar Yürek”, “Yakın ve Uzak İnsanlar”, “Telegraf”, “Flüt Sesi”, “Dallı Muhtar”, “Ömrümde İzler”, “Mahşer”, “İdeâl”, “Mezarlık”, “Cehennem” gibi çok sayıdaki eserin yazarı olmuştur. Eserleri İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve eski Sovyetlere bağlı birçok dillere çevrilmiştir.

      Şeppeli

      Kaymakamdan, muhasebeci Mursakulu’dan işçilere, çobanlara kadar Şeppeli’ye işi düşen herkesin selâm sabahtan önce mutlaka doktor Memme’yi sorması, en azından bir iki dakika Memme ile ilgili yeni olayları dinlemesi gerekir. Örneğin, herkes Memme’nin annesi Pericihan’ı Bakü’ye götürmek ve ona orada iyi şartlar sağlamak için yeni yer gerektiği, profesör kızı gelin Zemfira’nın Pericihan Hatun’a kıyafetler göndermesi ve bu yapılanların Pericihan’ı memnun etmesi gibi konuları Memme’ye bildirmesi gerektiğini biliyordu. Yoksa Şeppeli ile anlaşamazlardı.

      Kimin ki Bakü’de “Köylü Hastanesi”ne gitme gibi bir zorundalığı vardı Şeppeli’nin yanına gidiyordu. Doktor Memme’nin hâlini, hatrını sorarak isteğini anlatıyordu. Şeppeli’yse masanın orta çekmecesinde “özel çalışmalar için” sakladığı “yağlı kâğıtlardan” birini alarak, gözlüklerini alnından burnunun üzerine indirip kalemi mürekkebe bandırıp acele etmeden, titzlikle yazmaya başlardı: “Yavrum, canım, gözüm Mem-me…” Eğer “Köylü Hastanesi”ne gidenlerden birisi yanlışlıkla Şeppeli’nin kendi keyfini sorsaydı, muhakkak gri, seyrek kirpikler arasında ufacık gözlerinin öfkeli bakışlarıyla karşılaşırdı. Bu arada Şeppeli’nin alnında duran gözlüğün camları da sanki öfkeyle parlardı: “Doktor Memme’nin keyfi nasılsa, benimki de öyle!” Bak bakalım öğrenebiliyor musun beş yüz kilometre ötede Memme’nin keyfi nasıl?!.. Muhasebeci Mursakulu evli barklı, çoluklu çocuklu adamdı. Saat tam sekizde işe gelir, dörtte de çıkardı. Şeppeli’ninse, kaderin cilvesi işte, ne evi vardı ne de çoluk-çocuğu. Ta ışıklar yanana kadar masasının arkasında hesap kitapla uğraşır ve sadece midesinin guruldadığını hissedince kalkıp yemeğe çıkardı. Yemekhanede bir köşe bulur, yavaş yavaş votkasını içerdi. Şeppeli’nin bir şeyin aşırısına kaçtığını kimse görmemişti. Ama insanların dilinde bazı laflar dolaşıyordu. “Şeppeli’nin ölçü bardağı” , diye bir tabir oluşmuştu. İşte bu “ölçü bardağı”nı o, sadece hafta sonu, ya da Pazar günlerinde yemekhane kapanınca dolduruyordu. Bu arada Şeppeli ayağa kalktığında herkes önceden onun ne söyleyeceğini biliyodu: “Doktor Memme Oruçoğlu’nun şerefine içiyorum!” Bu, “Kim içmek istiyorsa buyursun!” demekti. Söylenilecek sözler de önceden belliydi: “Memme’nin canı sağolsun!” “Memme’nin şifalı elleri varolsun!”, “Memme’nin annesi Pericihan’ın şerefine!”, “Memme’nin nişanlısı profesör kızı Zemfira’nın şerefine!” En sonundaysa; “Memme’nin arkadaşı Şeppeli’nin şerefine!”

      Herkes içiyor, Şeppeli’yse, “ölçü bardağı” elinde, yorulmadan, usanmadan doktor Memme’den bahsediyordu.

      Muhasebecinin sohbeti her ne kadar vasat ve sıkıcı olsa da, “Köylü Hastanesi”ndeki genç ve zeki doktorun adı anıldı mı herkes mutlu olurdu. Memme; insanlık, iyilik sembolüydü. Mem-me; akıl, yetenek demekti. Son olarak Memme; büyük şehirlerden uzak, dağ çifliğinde, küçük bir odada oturup hesap yapan bir adamın umuduydu.

      Bir yaz sabahı bu dünyanın yıkıldıldığına dair haberler çıktı: Şeppeli’nin mektubu ile köylü hastanesine gitmiş muhasebeci Mursakulu çifliğe döndüğünde doktor Memme’nin hastaneden kovulduğunu haber verdi. Sebep? Rüşvet?! Dehşet! Duyanlar Memme’nin öz annesi Pericahan’ı değil Şeppeli’yi düşündüler: “Şeppeli bu derde dayanamaz!”

      Bu fikri Şeppeli’yi herkesten iyi tanıyan iş arkadaşı Mursakulu da onayladı. İnsanların arasında:

      “Şeppeli ölecek.” dedi.

      Mursakulu sessiz, sakin biriydi. İnsanların olduğu yerde, kalabalıkta, toplantılarda ondan çok güçlükle bilgi alırlardı. Bur-da ise Mursakulu, hem de böyle kesin fikir söylediğinde, herkes gerçekten Şeppeli’nin öleceğine inandı.

      Tek bir kişi Mursakulu’nun söylediğine itiraz etti:

      “Şeppeli’yi gömmek için bu kadar çabalamayın!”, dedi.

      Bu, Şeppeli’nin kendisiydi. Elinde bir kâğıt, gözlüğü alnında, üç adım ötede duruyordu.

      “Memme benim bildiğim Memme olmaktan çıktığı zaman ölürüm ben.”

      Yaklaşarak elindeki kağıdı Mursakulu’ya verdi.

      “İmzala! Bakü’ye gidiyorum. Eğer Memme dediğin Memme’yse, o zaman Şeppeli’nin bu dünyayla daha da işi olmaz. Bakü’den mezarımı kazın diye haber vereceğim. Gelip içine girerim, üzerimi örtersiniz, olur biter.

      Mursakulu kağıda imza attıktan sonra geri verdi.

      Herkes sessizce bakıyordu.

      Doktor Memme ile Şeppeli’nin dostluğunun nerede nasıl başladığını ve neden bu kadar güçlü bağlara dayandığını doğru dürüst bilen yoktu. Bir tek, Şeppeli’nin Memme’siz yaşayamayacağını biliyorlardı. Bu nedenle şimdi, onun böyle apar- topar gitmesini doğal sayıyorlardı.

      Şeppeli gözlüğü alnından indirdi, yıllarca belgelerdeki her şeyi yerinde ve zamanında teşhis ettiğinden, Mursakulu’nun yazdığı onayı oracıkta okudu: “Eylül ayının maaşı verilsin!”

      Şeppeli maaşı aldıktan sonra, ilk önce onun Bakü’ye hazırlıklı gitmesine her zaman yardım eden yemekhane müdürüne, sonra da Pericihan kadına uğradı.

      “Mursakulu’nun saçmaladığına bakma. Milletin içinde kendini kötü duruma sokma, Pericihan! Eğer Memme Mursakulu’nun anlattığı Memme olsa, o zaman ben adam değilim!” dedi ve hemen yola çıktı.

      Daha gençken, evlenme çağındayken felç olmuştu. O yüzden ona Şeppeli diyorlardı. Kendisinin de söylediği gibi, ağzı kulağına kadar giderdi. O zaman, Şeppeli’nin söylediği gibi, “kötü bir dönemdi”. Doktor falan pek bulunmuyordu.

      Kardeş saydığı Oruç onu komşu köye bir imamın yanına götürdü.

      Dışarıdan bakınca toprakla aynı renkte olan küçük çatıların arasında tek insan barınağı gibi görünen, balkonunun direkleri ve pencerelerinin çerçeveleri maviye boyanmış, duvarları ve tavanı sarı toprakla sıvanmış ev bugün bile Şeppeli’nin aklındaydı. Çünkü o eve tamtamına bir ay gidip gelmiş, bu evde cehennemi gözüyle görmüştü.

      Her sabah kapıda onu şişman, peçeli, suskun bir kadın karşılıyordu. Bu, imamın kız kardeşiydi. Oruç’la Şeppeli’yi karşılar, içeriye, üzerine yeni hâlı örtülmüş yere davet ederdi. Her birinin dirseğinin altına bir yastık koyarak kaynayan semaver, bembeyaz ekmek, yağ, bal, kaymakla hastaya değil, sanki değerli misafirlerine hizmet ediyordu. Oruç bunları hep iştahla, zevkle yiyordu, Şeppeli’yse keyifsiz. Sabah sabah nehrin kenarında abdest almaya giden imamın kollarını sıvayarak СКАЧАТЬ