Название: Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi
Автор: Kamer Alhanova
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-50-3
isbn:
Atlılardan birinin atını şaha kaldırdığını, geri dönüp birine bağırdığını, kamçıyı şaklattığını gördü.
“Namert, şerefsiz!”
Daha fazla bir şey duymadı. Otların hışırtısı, yaprakların, çeşmenin, sivrisineklerin sesi birdenbire zayıfladı, uzaklaştı ve duyulmaz oldu. Yakıcı sıcak bir kor gibi gözüne doldu, gözbebeklerinin önünde dalgalandı ve dumana dönüştü. Her şey bu dumana büründü…
Kerem attan fırlayarak ağacın altına indi ve Niftali’nin başını dizinin üzerine aldı. Kurşun sırtından girerek göğsünden çıkmıştı. Gözleri kapalıydı. Sadece dudaklarının hafif titreşiminden henüz nefes aldığı belli oluyordu. Kerem aralarında oluşan düşmanlıktan beri onu çok yakından görmemişti. Adam bir hayli değişmişti. Biraz gıdığı oluşmuş, yüzü kararmış, kalın bıyığı azıcık sertleşmiş, şakakları beyazlamıştı. Göz çevresinde biraz kırışıklıklar oluşmuştu. Kerem Niftali’nin kan kaybettiğini fark etti. Hemen gömleğinini çözdü ve adama nasıl yardım edebileceğini düşündü. Sanki bunu Niflali de hissetti. Kıpırdadı. Göz kapakları aralandı. Dikkatle Kerem’in yüzüne baktı. Dumanlanmış gözbebekleri lâl sular gibi durgunlaşarak birdenbire genişledi. Kerem muhtarın vücudunun titreyerek irkildiğini hisseti, adam sanki titredi. Onun da vücudu titredi. Duygulandı.
“Şimdi ben ne yapayım, Niftali? Gence’ye gidemem, Tiflis’e de yetişemem. Senin derdine nasıl çare bulayım?”
Adam sesi duyarak önce irkildi, sonra dirildi. Başını azıcık kaldırıp bulanık gözlerini karşısındakinin yüzüne dikti. Galiba kimin dizinin üzerinde olduğunu anladı. Öncelikle heyecanlandı. Kerem onun gözlerindeki ışığın sönmeye başladığını hissetti. Sönmekte olan lamba gibi fırlayıp düşen bu hayat parçaları titrediği gibi de birdenbire sakinleşti. Dudakları kıpırdadı.
“Kerem?”
“Doğru bildin, Niftali, benim.”
“Senin olman iyi.”
Bu söz Kerem’i sarstı. Sanki dizleri üzerinde can veren can düşmanı değil, yakın bir akrabasıydı. Sanki bu adam hep dağda, derede onun izine düşen, onun kanına susayan, fırsat buldukça ele vermeye hazır olan adam değildi.
Düşmanlıktan çok daha önce beraber, Kür’ü yüzerek Karayazı’yı geçtikleri, atlara binerek köylerin arasında dolaştıkları, gözlerine kesdirdikleri kızlarla buluşmaya beraber gittikleri çocukluk arkadaşı, çocukluk sırdaşıydılar. Şimdiyse birbirlerinin yüzüne hasret kalmışlardı. Düşmanlardı. O, Kerem’e yaklaşamıyordu, Kerem de ona. Kerem tüfeğini alıp dağlara-taşlara düşmüştü. At sırtında ömür sürüyordu. Arkadaşlarıyla Tiflis’ten girip Gence’den çıkıyor, oradan Dilican’a geçiyor, dağları aşıp Araz’ı geçiyor, soluğu bazen İrevan’da alıyorlardı, bazen de İran’da. Niftali’yse evinde, akrabalarının, dostlarının çevresinde bile güvende hissetmiyordu kendini. Muhtar olduktan sonra değişmişti. Kerem onu birkaç kez, köylüleri rahatsız etmemesi için uyarmıştı, ama bir faydası olmamıştı. Kerem onu çoktandır arıyordu cezalandırmak için.
“Senin takımda yeni biri var mı?”
Kerem güçle duyduğu bu sözlerin cevabını hayli geciktirdi.
“Var.”
“ Kim?”
“Mürşit.”
“O herif mi?”
Bu söz Kerem’i ortasından silah mermisi gibi deldi geçti. Sanki gözleri karardı. Yaralandı, çok yaralandı.
“Benden medet umuyordu, ne yapayım?”
“Bizden de medet ummuştu, sonucunu gördün.”
Adam inledi. Kerem’e, onun canını yakan yaranın acısı değil, emeğinin boşa gitmesinin acısıymış gibi geldi.
Niftali’yi soğuk ter sardı, yüzünü ekşitti, sonra bu ağrı ve ıstırapların karşılığında yüzünde tebessüme benzer bir ifade sezildi.
“Şimdi rahat ölebilirim … Allah’a şükür, tahminim boşa çıktı…Yoksa öteki dünyaya gözüm arkada gidecektim. Çok şükür, Kerem, gözümden düşmedin … Başımı birazcık yukarı kaldır.”
Kerem onun kollarının altından tutup dizlerine yaslandırdı. Adam acıyı yutarak sakinleşti.Yüzünden kuş nefesine benzer hafif bir canlılık ışığı geçti.
Uzaklara baktı. Kerem, onun sönmekte olan gözünün Kür’un ötesine, Ceyrançöl kırlarından kayıp sahil boyu uzanan Karayazı’ya, biraz beriki köy evlerine, tarlalara, ot kümelerine, sığırlara seslenen çocuklara dikildiğini hissetti. Hasatlar yerlerinde kuruyup kalmışlardı. Hava yine esiyordu, yine ekinler hışırdıyor, yine çeşme akıyor, yine sivrisineklerin sesi geliyordu. Niftali’nin gözünün önünden fırın sıcağına benzer bir sıcaklık dalgası geçiyordu.
Birden kendine gelerek yüzünü çevredeki atlılara döndü. Kerem’in arkadaşlarına bir daha baktı. Gözü Mürşit’e değince yeniden yay gibi gerildi. Kerem, adamın hâlinin birdenbire değiştiğini, yanaklarına kızarıklık çöktüğünü gördü. Bu kızarıklık son atışını geçiren kalbin damarlara attığı son kan damlalarının belirtisiydi. Adamın sönmeye yüz tutmuş gözleri Kerem’in yüzüne dikildi.
“Kerem, tek bir isteğim var …”
“Söyle bakalım.”
“Silahını çek, beni alnımdan sen vur.”
“ Ne diyorsun sen?”
“Bırak da, Niftali’yi Kerem öldürdü desinler … Adamı adam öldürür; kardeş, şerefsiz değil.
“Elim kalkmaz.”
“Dediğimi yapmazsan, adam değilsin!”
Adamın göğsü kalktı ve yavaşça da indi.”
Kerem duygulandı. Boğazına birikmiş yaşı güçlükle yuttu. Bakışlarıyla arayarak Mürşit’üi buldu. Elleri esti. Tüfeği çevirerek burada, tilki gibi saklanmış namerdi kana bulamak istedi. Ama fikrini değiştirdi. Zaten Niftali’nin akrabaları sağ bırakmayacaklardı. Bir de elini kirletmek istemedi.
“Onun tüfeğini de, atını da elinden alın, defolsun gitsin! Siz de attan inin, tüfeğinizi eyere asın. Bize kurşun da sıksalar, bir şey yapmayın. Köye gidiyoruz.
Kerem karar vermişti. Niftali’nin cesedini köye kendisi götürecekti. Adamı kucağına alacak, atsa peşinden gelecekti. Kaçaklar da atlarla cenazenin ardından sessizce adımlayacaklardı. O bunun ağır bir şey olduğunu biliyordu. Köylüler onları karşılayacak, kadınlar ağıt yakacak, vaveylalar göğe yükselecek, beddualar edilecekti. Belki, onlara ateş de açacaklardı. Öte beri konuşanlar, polise haber verenler de olacaktı. Fakat, köyde böyle bir namerdin СКАЧАТЬ