Название: Çaresiz Yolcu
Автор: Novruz Necefoğlu
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-27-3
isbn:
Balanaz, avluya girer girmez, hızla evin basamaklarını çıkıp önüne çıkanları hiç umursamadan Gevher’in yattığı odaya geçti. İki gündür, ortalığı velveleye veren kadınların sesi, bağrışmaları, aniden kesildi.
Abosat sadece: “Balanaz, geldiğin yollara; o yollara basan ayaklarına kurban olayım, yavrum elden gidiyor. Gökte Allah, yerde sen, ne edersen et…” diyen anasının sesini, yakarışlarını işitti.
Çok konuşmayı sevmeyen, el arasında “suskun ebe” diye bilinen Balanaz derhal işe koyuldu…
Kulakları seste olan, içerden dışarı taşan her kelimeye kulak kabartan Abosat, Balanaz’ın: “Zavallı gelini o kadar sağa sola sallayıp çırpmışsınız ki, karnındaki çocuk ters dönmüş… Yerimi daraltmayın, biraz kenara çekilin. En iyisi mi, siz eyvana çıkın! Kızım, sen rahat ol, uzan, düz uzan… Yastığı başının altından alın, düz uzansın,” diye buyurucu bir eda ile verdiği talimatları işitiyordu ve yavaş yavaş heyecanı da geçiyordu. Balanaz’ın: “Çabuk olun, sıcak su getirin,” diye emretmesinden sonra iyice rahatlayan Abosat’ın kulağına biraz sonra bebek sesi de geldi. Çocuk sesi! Bu Yusuf’un, şimdilerde Gülgez’i isteyen Kasım’ın emmisinin sesiydi…”
…Kıztamam sözlerini tamamlayıp gözlerini oğluna dikti:
“Oğlum, Balahan, Abosat da, anası da, daha hayattayken, Balanaz nineni her gördüklerinde: “Gevher’i de, Yusuf’u de bize gökte Allah, yerde sen verdin.” derlerdi. Gevher rahmetli de son günlerine kadar çocuklarına: “Beni size, Yusuf’u da bana bağışlayan önce Allah, sonra Balanaz halanızdır. Bu kadını, onun çocuklarını asla unutmayın,” derdi. Gülgez daha çocukken, Gevher onu ilk gördüğünden beri: “Sen benim Yakup’umun gelini, Kasım’ımın karısı olacaksın,” diye severdi. Senin de çok sevdiğin o; ak pürçekli, göyçek hanım, çocuklarının kulaklarını bu sözlerle doldurmuştu. Onlara güveniyorum. İtibarlı insanlardır. Köye varır varmaz haber göndereceğim. Bizden haber bekliyorlar, gelip Gülgez’i istesinler, kızın sözünü alsınlar…”
Kıztamam, Gülgez ile ilgili sözlerini tamamlayıp ayağa kalktı, odanın bir ucundan bir ucuna gidip gelerek volta attı. Sonra pencerenin önüne geçip bahçeye, oğlunun diktiği fidanlara baktı: “Burada, ovada ağaçlar tez büyüyor, bir iki yıl sonra meyvelerini yersiniz inşallah,” dedi ve arkasını dönüp önceki yerine oturdu. Sırtını karyolanın tahtasına dayayıp geriye yaslandı. Sanki ağrıyan sırtının kemiklerini ezmek, kuluncunu kırıp ağrılarını dindirmek istiyordu. Oğluna doğru döndü:
“Balahan, çay sıcak mı? Bir bardak daha içerim…” dedi.
Balahan: “Evet, çay sıcak ana, hemen doldurayım,” dedi ve anasının bardağına sıcak çay doldurup getirdi.
“Otur, oğlum, otur ve söyleyeceklerimi de iyi dinle. Gülgez’i nişanlayacağız ancak ben seni evlendirmeden, gelinimi evime getirmeden bacın Gülgez’i gelin etmeyeceğim…”
“Niçin ana, Gülgez’i gelin edip daha sonra benim evlenme işimi düşünsek, olmaz mı?”
“Yok, oğlum, olmaz. Ben Gülgez’e çok alıştım, ona bağlandım. Evimde onun yerini tutacak olan gelinimi göremezsem bağrım çatlar, bunalırım, deli olurum. Evime Gülgez’in yerine bir gelin getireyim ki, sonra da kızımı gelin edeyim. Hem kızımın düğün hazırlıklarını da gelinimin yapmasını istiyorum. Gelinim kızımı bacısı gibi evimizden çıkarıp yola salsın. Kararım kesindir, beni kâh dağa salıp kâh ovaya getirme, Balahan. Hele köye bir varayım, bu yaz seni mutlaka evlendireceğim,” diyerek, tatlı tatlı konuştu ve sadece analara özgü bir muhabbetle: “Beni kırma, ay oğlum,” diye sözlerini tamamladı.
Balahan: “Tamam ana, diyelim ki ben evlenmeye razı oldum, Bana kimi alacaksın? Herhalde bir düşündüğün var ki, böyle ısrar ediyorsun, öyle değil mi?” diye çekinerek sordu.
Kıztamam’ın yüzüne bir sevinç ışığı kondu. Gülmemek için kendini zor tuttu, içinden: “İşte böyle konuşursun, böyle dile gelirsin, heee…” diye oğluna döndü: “Geçen yıl yaylaya, sen bizi ziyarete geldiğinde bizim çadırın önündeki bulağın başına inen başı bohçalı, eli sepetli, söyleyip gülüşen o kızları hatırlıyor musun? O kızları unutmadın değil mi?” diye gülerek sordu.
…Çifte tepenin arasındaki dereden turna katarı gibi arka arkaya dizilip Cam Bulağı’na doğru inen o kızların kahkahaları dağa taşa yayılmıştı. İki gün önce, çalıştığı ova rayonundan, ana ve babasını ziyaret etmeye gelen, köyde sıkılıp tek başına yaylaya çıkan Balahan, çadırın karşı tarafındaki patates tarlasını suluyordu. Arkın başına gelip elini yüzünü yıkadı ve oraya doğru gelmekte olan kızlara baktı. İyice yaklaşarak artık kendi çadırlarına ulaşmakta olan, yanaklarının rengi dağ lalesinden farksız olan güzelleri uğrun uğrun seyrediyordu.
Balahan’ın davranışlarındaki tedirginliği, anası Kıztamam’ın gözünden kaçmadı. Ne de olsa ana yüreğiydi, yüreği kanatlandı. Kucağındaki çalı çırpıyı ocağın üstüne, kaynaması için koyduğu isten iyice kararmış çaydanlığın yanına atarak kızların geldiği yola doğru yürüdü ve kızların önüne çıktı.
Kızlar onu görünce hep bir ağızdan:
“Selam, Kıztamam hala,” dediler.
“Aleykümselam, canı yanasıca kızlar. Allah nazardan saklasın sizi, böyle süzüle süzüle nereden geliyorsunuz?” diye takıldı onlara, sonra da oğluna dönüp: “Gelin buraya, gelin bakalım, görelim hanginizi kendime gelin seçeceğim?” diyerek yanına gelen kızları çadıra davet etti. Kızların arasında, kısmetinin kapalı olduğunu kendisi de bilen, baharının taze menekşe devrinin zamansız soldurup, gençliğini yele vermiş Semengül de vardı. Semengül arkadaşlarına:
“Gelin bakalım kızlar, gelin bu mutluluk benim bahtıma düşmez ama bakalım kimin bahtına düşecek. Haydi, gelin,” deyip elindeki sepeti yere bıraktı, başında taşıdığı bohçayı da indirip sepetin yanına koydu.
Kıztamam kısmeti bağlanmış, artık karımış olan Semengül’ü: “Kız evde kaldıkça altına döner Semengül, sen kızların en güzelisin, öyle deme kızım,” diye teselli etti.
Kıztamam, çadıra girip bir elinde sabah erkenden, sac üstünde pişirdiği taze ekmekler, diğer elinde de kap kacak ile geri döndü. Elindeki tabakları, kaya gibi yüksek taşın ortasından, kaynayarak şırıl şırıl akan bulağın gözünden, avuçlarını su ile doldurup ellerini, yüzlerini yıkayan kızların yanına koydu. Kıztamam tekrar çadıra girip büyük bir kapta kokulu, yağlı peynir de getirdi ve kendisi geri dönene kadar taşın üstüne artık sofrayı açmış olan kızlara:
“Daha ne istersiniz, ne getireyim?” diye sordu.
“Bunlar yeterli Kıztamam hala, su kaplarınızı nereye koyuyorsunuz, yerini söyleyin, ben doldurup çadırınıza götüreyim,” diyen Nilüfer, Kıztamam’ın elindeki peynir dolu kabı onun elinden alıp sofranın üstüne koydu.
Kıztamam bu kıza dikkatle bakıp:
“Sen Zernişan’ın СКАЧАТЬ